The Shining / Cinnet (1980)

27 Nisan 2008

Stephen King’in bestsellerlarından biri olan The Shining‘i okuduğumda henüz ortaokula yeni başlamıştım sanırım(evet bizim zamanımızda ortaokul diye bir kurum vardı). Oldukça yanlış bir yerde okumuştum romanı. Ailemle Uludağ’a tatile gitmiştik bir kış vakti. Akşamları bizimkiler okey oynarken ben de odama çekilip kitaba dalıyordum. Yalnız okudukça gerilim artıyordu. Kitapta geçen karlar altındaki otelin bir benzeriydi içinde oturduğum oda. Hatta odanın numarası da kitaptaki ünlü 237. odanın yanıydı, 235. üçüncü günde bitirmiştim kitabı. Her yerde hayaletler görmeye başlayarak…

Aradan yıllar geçmiş ben de kitap okumaktan çok film seyreder olmuştum. Daha ne divx bilirdik ne de dvd. Stanley Kubrick‘in Otomatik Portakalı gösterime girmişti çekilmesinden yıllar sonra. Filmi o kadar beğendim ki yönetmenin tüm filmlerini izlemek için araştırmalara başladım. Ve o zaman The Shining’i buldum. Böyle bir filmden o zamana kadar nasıl haberim olmamıştı bilmiyorum.

Aldığım ilk dvdlerden biridir Shining. En çok eskittiğimdir ayrıca. O kadar çok seyrettim ki bu filmi sahne sahne anlat deseniz başlarım Jack Torrance‘in görüşmeye gittiği ilk sahneden. Bana kitapta yaşadığım korkuyu hatırlatır her seyredişimde.

Bu kadar kişisel hikayemden sonra gelelim ana mevzumuza. Stanley kubrick’in 1980 yılında çektiği korku filmi The Shining gelmiş geçmiş en iyi korku filmleri arasında sarsılmaz bir yere sahiptir. Filmde Jack Nicholson alkolik, çıkış arayan bir yazar olan baba Jack Torrance’i, Shelley Duvall Wendy adındaki çaresiz karısını ve onlarca çocuk arasından seçilmiş olan Danny Lloyd ise pisişik güçlere sahip oğulları Danny’i oynamaktadır.

Overlook Hotel dağ başında, ormanlık bir alan içinde bulunan zamanında sosyetenin gözbebeği olmuş ama artık biraz gözden düşmüş bir oteldir. Yine de ünlü hayvan şekilli çimleri ile ünlü labirent bahçesi gibi artılarından dolayı turist çekmektedir. Ancak kışları otel tamamen boşaltılıp bir bakıcı tutulmakta ve yeni sezona kadar otele göz kulak olması istenmektedir.

Jack Torrence uzun süredir(içkmeyi bıraktığından beri) yeni romanı için iyi bir fikir bulamamış kafasını dinlemek isteyen bir aile babasıdır. Otelin teklif ettiği iş tam da istediği gibidir. Romanına yoğunlaşabileceği bir ortam ve kendisini rahatsız etmeyecek yabancılar. Karısı da Torrence’ın son zamanlardaki psikolojisini beğenmediğinden belki rahatlar diyerek teklifi kabul eder. Ancak oğulları Danny’i annesini otelle ilgili uyarır. Hayali arkadaşı Tony onların gitmemesini istemektedir.

Ancak Jack ailesini otelin kirli geçmişinden haberdar etmemiştir. Bir önceki bakıcı tüm ailesini katledip intihar etmiştir. Cesetler ancak aylar sonra otel tekrar açıldığında bulunmuştur.

Otele geldiklerinde son çalışanlar da oteli terk etmektedir. Bu sırada Jack müdür ile ayrılırken Danny ve annesi Şef aşçı Dick Hallorann ile mutfağa yönelirler. Dick çocuğun kendisi gibi telekinetik güçleri olduğunu anlar ve korkmaması için ona kendisi gibi parlayan insanların yanında parlayan mekanların da olabileceğini ve bazen bu durumun tehlikeli olduğunu açıklar. Danny’nin tek sorusu vardır: 237. odada ne var? Dick çocuğa o odadan uzak durmasını tembih eder ve içi rahat olmadan ayrılır otelden.

sonraki bir ay boyunca aile problemsiz, sessiz sakin bir hayat sürer. Ancak otel Jack’i farkında olmadan ele geçirmeye başlamıştır. Alkolden temizlenmek Jack’i çıldırtmak üzeredir. Otelin koca bir salonunu kendine ayırmış ama sürekli daktilosunun başında çalışmaktadır.

Bundan sonraki bölümde Jack’in yıkılışına şahit oluruz. Otelin ruhu adım adım Jack’i içine çeker ve bir önceki bakıcı gibi ailesini öldürmesi için Jack’i zorlar.

Filmin kalan kısmı bir çarşamba gününde geçer. Wendy Jack’deki ve oteldeki problemin farkındadır. Danny sürekli gördüğü ikiz kızlardan ve 237. odadaki yaşlı kadından bahsetmektedir. Eline beyzbol sopasını alan Wendy Jack’in daktilosundan çıkan kağıtların yanına gider. Yüzlerce sayfada sedece tek bir cümle devamlı olarak tekrarlanmıştır. “All work and no play makes Jack a dull boy” (Sürekli çalışıp hiç ara vermemek insanı sıkar anlamına gelen Mısırlılardan kalma bir atasözü). Bu sırada Jack piskopat gülümsemesi ile karşısına çıkar ve karısını iterek gördüklerini sevip sevmediğini sorar. Wendy korku ile sopayı Jack’in kafasına hızla indirerek olay yerinden koşarak uzaklaşır… İlerleyen sahneler bizi oldukça gerilimli bir hayatta kalma mücadelesine götürecektir.

Filmin zaten sahip olduğu korku öğeleri; bilinmeyen bir ortamda yalnız kalma, en çok güvendiğiniz kişiden şüphelenme, insanlardan intikam alma gayesindeki hayaletler ile Kubrick sinemasının uzun ve sessiz sahneleri, daha önce hiç görmediğiniz çekim teknikleri, asansörden akıp, odayı dolduran kan gibi farklı sahneler, o zamana kadar yapılmış en büyük film seti birleşince ortaya yakalanması güç bir başarı ortaya çıkıyor. Kubrick her türe farklı bir yorum katmayı başarmıştır. Bu filminde de hiçbir ayrıntıyı ıskalamıyor ve elindeki muhteşem üç oyuncu da onun oyununa dahil oluyorlar. Gerçi özellikle Jack Nicholson ile Shelly Duvall’ı oldukça yorduğu bilinen bir gerçektir. Guiness rekorlar kitabına göre bir filmdeki en çok tekrar çekim bu filmde tam 127 kere tekrar ile Shelly Duvall’ın bir sahnesinde yaşanmıştır. Kubrick’in mükemmeliyetçiliği bununla da sınırlı kalmamış, örneğin Jack Nicholson’ın balta ile kırdığı kapı önce ince bir kapı ile çekilmiş. Jack bunu çok hızlı alaşağı edince çok daha kalın bir kapı kullanılarak sahne tamamlanmıştır.

Bu filmi yazarken gerçekten çekincelerim oldu. The Shining öyle bir klasik ki sonrasında çekilen tüm tür filmlerine referans olmuştur. Hiçbir zaman ulaşılamayacak uzaktaki bir yıldız gibi parlamaktadır film tarihinde. Umarım onun bana yaşattığı tarif edilmez tadı biraz olsun yazımda bulabilmişsinizdir.

Masis Üşenmez

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

6 Comments

  1. Bir film düşününki, mevsim yaz ve siz filmi izlerken üşüyüp, üzerinize hırka alıyorsunuz. işte bu film, öyle bir film.İzleyiciyi klastrofobinin tam ortasına çeken, bırakmayan, üşüten, gerim gerim geren, günlerce filmin karakterinin mimiklerini hatırlatıp ürküten,korku sineması kronolojisine rastladığınızda ismini gördüğünüz an gözünüzün ve hafızanızın hemen dikkatini çekebilecek bir başyapıt.Bir gün vay be ne filmdi diyebileceğiniz unutulmazlarınıza hemen ekleyin, yada izleyenlerin gözlerine bakın ( anlıyorsunuz değil mi )

  2. stephen king bu filmi hiç sevmezmiş, bu hoşnutsuzluğunu da ağır biçimde kubrick’e iletmiş. zaman kubrick’i haklı çıkardı.

    bu filmin gerilim öğeleri ne kadar iyi işlenmiş olsa da benim açımdan jack’in psikolojik değişimleri daha ilginç ve önemli. tamam, cinnete giden yolu ona açan ve bu yola onu iten mistik güçler var, ama bunun jack’in bilinçaltından büsbütün bağımsız olduğu söylenemez. yazarlığı ve ailesi arasında kendini bölünmüş hisseden, yazarlığındaki başarısızlık ve tıkanmayı buna bağlayan, alkol problemleri yaşayan jack eğer bu mistik güçler olmasaydı da en azından bir iç tufan yaratacaktı kanımca.

    karısı roman yazıyor sanırken jack’in sayfalar dolusu tekrarladığı cümleyi bazen ben de şehrin bütün duvarlarına kazımak isteyebiliyorum: “all work and no play makes jack a dull boy…”

  3. yha herkesin bu cinnet filmini izlemesi lazımacaip gerilimli walla

  4. bu filmi seviyorum çünkü insanı hiç olmadığı kadar geriyor, bu filmi seviyorum çünkü jack nicholson’ın oyunculuğu çok dramatik, filme aşığım çünkü çekim teknikleri mükemmel. abartılı steadicam, geniş perspektifler, absürt kamera açıları bu filmi defalarca izlememi sağlıyor. ama sırf çekimlerin mukemmelliği uğruna oyuncuların piskolojileri bozulmuş. aylar süren çekimler shelley duvall’ın ağlamaya ve jack nicholson’un piskopat görünmeye extradan çaba göstermemelerini sağlamış. ayrıca filmin kubrick’in kızı tarafından (dağ başında ki sıkıntıdan olsa gerek) kamera arkası belgeseli var, dvd sinde bulabilirsiniz.

  5. Shining (1980)filmi bence Kubrick’in en iyi filmidir.Günümüzün korku filmleri canavarlar,hayaletler ve uzydan gelen yaratıklarla insanları korkutmaya çalışıyor ama başaramıyor.Kubrickse tam 33 yıl önce bunu bir dağ oteli ve 3 oyuncuyla layıkıyla yapıyor.Jack Nicholsonun olağanüstü performansı seyredilmeye değer.Shelley Duvall’se zaten gördüğünüz zaman ürpereceğiniz bir kadın.Bu film sıradan bir otel koridorunun dahi insanı korkutabileceğini göstermektedir.Dışarısı soğuk,buz gibi.Otelin içi sıcacıktır.Ama filmi izlerken küçük Dannyle annesinin dışarı çıkıp kaçmasını istiyorsunuz.Genelde bir kitabın filme aktarılmasının sonu hüsran olur..Bu film ender istisnalar dandır.Film kitabından etkileyicidir.Tıpkı King’in eseri Cujo gibi.Kubrick kitaba sadık kalmamış filmi çekerken ve iyi ki de kalmamış.Onun için King kadar Kubrick’in eseridir bu başarı..

  6. çevir çevir izle, dön bir daha izle.
    hayran olunacak bir film.
    korku filmi olarak görmüyorum ben bu filmi, bir anlatı şöleni.

    doktor uyku da bu filme son derece sadık kaldı, onu da beğendim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Don’t Be Afraid of the Dark (2010) 1 – dont logo

Don’t Be Afraid of the Dark (2010)

Don’t Be Afraid of the Dark asıl tadını prodüktör ve

Lake of The Dead / De Dødes Tjern (1958)

André Bjerke’nin aynı adlı romanından uyarlanan Lake of The Dead