“Klasikleri Niçin Okumalıyız?” - George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam 1 – George Stevens

“Klasikleri Niçin Okumalıyız?” – George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam

3 Ağustos 2017

Beğendiğim sinema kitaplarını ele aldığım ve Simurg Kitabevi’nin sahibi İbrahim Yılmaz abime ithaf ettiğim “Klasikleri Niçin Okumalıyız?” serisine devam ediyoruz. Bir önceki incelememizde Payel Yayınları’nın “John Huston Sineması” kitabını değerlendirmeye çalışmıştık. Şimdi aynı yayınevinin, çevirisi yine Nilgün Şarman’a ait olan George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam adlı kitabı ele alacağız. Amerikan Sineması’nın bu önemli yönetmeni hakkındaki biyografi, Marilyn Ann Moss’a ait. Bu tip yönetmenler hakkındaki kitapların tercüme edilmesine büyük önem atfettiğimi ve şövalyece bulduğumu önceki yazılarımda sıkça belirtmiştim. Aslında, tıpkı Lesley Brill’in “John Huston Sineması” kitabı örneğinde olduğu gibi, Moss’un kitabının da İngilizce versiyonu (Giant: George Stevens, A Life on Film) bende vardı, ama yine de Türkçe versiyonunu kütüphaneme katmak istedim.

George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam (Marilyn Ann Moss)

Marilyn Ann Moss’un kaleme aldığı “George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam”, usta yönetmenin sadece sanatını değil aynı zamanda özel yaşamını mektuplar, tanıklıklar, söyleşiler ve haberlerle mercek altına alan çok özel bir çalışma. Moss, çalışması sırasında en çok Oscar Ödülleri’ni de düzenleyen Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi’nin (Academy Motion Picture Arts and Sciences) Margaret Herrick Kütüphanesi’ndeki görkemli George Stevens Koleksiyonu’ndan yararlanmış, o nedenle kaynaklarının doğruluğu ve tutarlılığı konusunda içim ferah. “Klasikleri Niçin Okumalıyız?” - George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam 2 – George Stevens Sinemaya Adanmış Bir YaşamBu, şu açıdan önemli, eserde Stevens ile ilgili sayısız sürprizle karşılaşıyoruz, bunların bir kısmı gerçekten hayret verici, bilhassa askerlik yaşamıyla ilgili olanlar, bazı filmlerin yapım aşamasında karşılaşılan olaylar da bu nitelikte. Burada, koleksiyonda muhafaza edilmiş mektupların, not defterlerinin, askeri belgelerin, gazete kupürlerinin o karanlık dönemi büyük ölçüde aydınlatmayı başardığını görüyoruz. Stevens’ın askerlik anılardan iyi bir film çıkarmış, o kadar söyleyeyim.

Marilyn Ann Moss, “George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam”da ağırlığı büyük oranda Stevens’ın özel hayatına vermiş durumda, tabii bunun hayatı zaten sinema olan birinin sanatıyla kesişmemesi düşünülemez, ancak sinemasının temel dinamikleri üzerine derinlemesine analizler az. Mesela, “The Greatest Story Ever Told” hiç fena değil. Yine de Moss’un, “I Remember Mama” (1948) örneğinde olduğu gibi, yer yer filmleri tarihsel ve sosyolojik bir tabana oturtmaya çalıştığını da görüyoruz, hakkını yemeyelim. Ancak kitap, Stevens’ın sinemasını anlamaktan çok Stevens’ı ve onun sinemasal serüvenini anlamaya yönelik olarak tasarlanmış ve bunu başarmış da. Kitabı, basit bir biyografiden öteye taşıyan şey ise, gerek ustanın kendi görüşlerinin, gerekse Fred Zinnemann gibi yakın arkadaşlarının düşüncelerinin bolca paylaşılıyor oluşu. Stevens’ın arka planını öğrenmekle kalmıyoruz, çektiği birçok film hakkındaki gerçek görüşlerini, kırgınlıklarını, övünçlerini öğrenme fırsatını yakalıyoruz. Ve hiç şüpheniz olmasın, kendisi bu konuda bir hayli dürüst ve acımasız. Bir filmi niye tutmadıysa, o filmin kimyasında ne eksikse, kılı kırk yarıp onu zaten bizzat kendi yargılayıp mahkûm edebiliyor. Tarkovsky gibi yani.

Marilyn Ann Moss, diğer önemli çalışması “Raoul Walsh: The True Adventures of Hollywood’s Legendary Director”da olduğu gibi, “George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam”da da ünlü yönetmenin akrabalarının bilgisinden ve tanıklıklarından yararlanıyor. Her iki çalışma veri toplama teknikleri açısından akademik nitelikler taşıyor. Açıkçası, yer yer yorucu bir hâl alsa da, bu benim sevdiğim bir şey.

Kitapta beğendiğim bir diğer konu ise, Stevens’ın görüntü yönetmeni olduğu dönemin ayrıntılı bir dökümünü içeriyor oluşu. Hakkında yazılan birçok yazıda Stevens’ın bu yönü ıskalanıyor, o zaman ustanın  “Gunga Din” (1939), “The Talk of the Town” (Dillere Destan, 1942), “I Remember Mama”  (1948), “A Place in the Sun” (İnsanlık Suçu, 1951), “Shane” (Vadiler Aslanı, 1953), “Giant” (Devlerin Aşkı, 1956), “The Diary of Anne Frank” (Anne Frank’in Hatıra Defteri, 1959) ve “The Greatest Story Ever Told” (En Büyük Hikâye, 1965) gibi filmlerinde, anlatıya hizmet eden en önemli öğelerden biri olarak öne çıkan o muazzam görüntü işçiliğindeki payı gözardı edilmiş oluyor. Kitap, bu boşluğa düşülmesine izin vermiyor.

“Klasikleri Niçin Okumalıyız?” - George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam 3 – George Stevens 2

Stevens, görüntüdeki ustalığını geçmişindeki görüntü yönetmenliği deneyimine borçluysa, diyaloglardaki zamanlamasını da komedi filmlerinden elde ettiği engin tecrübeye borçludur. İkinci Dünya Savaşı kendisinde derin izler bırakmamış olsaydı, komedi sinemasının zirvesine çıkacağına hiç şüpheniz olmasın. Çıkardı. Ama savaştan sonra Stevens sinemasında ciddi bir ton hâkim olmaya başlar, filmlerinin senaryoları daha olgun bir sinemanın izlerini taşır. Artık savaştan önce kısa sürede birkaç bobin filmi çekip teslim eden ve kendisine ayrılan bütçe sınırları içinde kalan adam gitmiş, her şeyi uzun uzadıya düşünen, bazen çekimleri yıllara yayılan destansı projelerle anılmaya başlanan, film yapımcılarının çekindiği bir yönetmen ortaya çıkar. Şüphesiz, Stevens’ın sinemasındaki en büyük filmler İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra çektiği filmlerdir. O nedenle, Moss’un kitabında beni en çok heyecanlandıran yer, ikinci bölüm (“2. Kesim”, demişler) oldu. Bu bölümde ustanın başyapıtları hakkında sayısız trivia öğrendim. Çekim hikâyelerini okumak bana büyük keyif verdi, onlardan çok şey öğrendim. Ayrıca, Stevens’ın çeşitli sebeplerle elinden kaçırdığı projeler de beni hayretler içinde bıraktı, sizi de bırakacağına eminim.

“George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam”, “dev” bir Amerikalı yönetmeni yakından tanımak için biçilmiş kaftan. Marilyn Ann Moss, okuyucusuna, sayısız detaylarla örülü bir anlatı sunuyor ve Stevens’ın başarılı bir profilini çıkartıyor. Nilgün Şarman’ın çevirisi gayet güzel. Film isimlerinin çoğu Türkçe’leri olmadığı için orijinal hâliyle korunmuş, hiç sıkıntı değil. “The Greatest Story Ever Told” gibi bir iki tanesinde birebir çeviriler kullanılmış ama önemli değil, dikkat dağıtıcı bir şey yok. Resimli sayfalar daha kaliteli (ve beyaz) kağıda basılmış. İçerik kadar basımdan da memnun kaldığımı söyleyebilirim. Açıkçası; karanlıkta yakılmış bir mumu andıran bu tip eserlerin çevirisi söz konusu olduğunda, çok daha azına bile razıyız ama Marilyn Ann Moss’un “George Stevens: Sinemaya Adanmış Bir Yaşam”ı beklentileri bir hayli aşan usta-işi bir çalışma olmuş. Türkçe literatüre müthiş bir katkı sunduğuna şüphe yok. Şimdiden, iyi okumalar.

Öteki Sinema için yazan: Ertan Tunç

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Ertan Tunç İmzalı Yeni Bir Sinema Kitabı Raflarda 4 – Klaket

Ertan Tunç İmzalı Yeni Bir Sinema Kitabı Raflarda

Türk Sinemasının ekonomik yapısını, üretim ve dağıtım süreçlerini mercek altına
Koleksiyoner Kirk Hammett Sunar: Too Much Horror Business 5 – Too Much Horror Business 2

Koleksiyoner Kirk Hammett Sunar: Too Much Horror Business

Bulduğu tüm korku objelerini arşivleyen ünlü gitarist Kirk Hammett, sonunda