Kesinlikle Ruh Hastası Bir Film: La Madre Muerta (1993) 1 – La Madre Muerta002

Kesinlikle Ruh Hastası Bir Film: La Madre Muerta (1993)

7 Ağustos 2013

La Madre Muerta003İspanyol korku sinemasının en güzel örneklerinden olan Frágil’in (2004) yönetmeni Juanma Bajo Ulloa’nın ikinci uzun metrajlı filmi olan La Madre Muerta (Ölü Anne), kesinlikle ruh hastası bir film olmanın yanı sıra, tüm zamanların kült filmlerinden de biri. Acayip atmosferi ve tuhaf hikayesi ile bir modern zaman peri masalı da denebilir, ürkütücü ve şaşırtıcı bir sinema deneyimi de. 

Öteki Sinema için yazan: Ezgi Aksoy

Ulloa’nın Frágil ya da Alas de Mariposa (1991/Kelebek Kanatları) filmlerinden birini görenler, az film çekmiş olmasına rağmen son derece istikrarlı ve yükselen bir ivme yakalayan yönetmenin özellikle atmosfer yaratmada ve izleyiciyi o atmosfere çekmede ne kadar başarılı olduğunu bilirler. La Madre Muerta da bu bakımdan bana kalırsa mükemmel bir örnek. La Madre Muerta’nın oldukça karanlık bir atmosferi var. Gri, siyah ve koyu kırmızının tonlarından başka çok az renk görüyoruz. Görsek de o solgun renkler de bize hep siyahı hatırlatıyor. Ayrıca çok tuhaf bir hüznü var filmin. Ancak hüznün kaynağı katatonik Leira değil, Ismael’in yavaş yavaş delirişi.

Karra Elejalde‘nin (Los Sin Nombre, Los Cronocrimenes, Biutiful, También La Lluvia) canlandırdığı Ismael Lopez de Matauko soymak için girdiği evde bir ressam ve restorasyon sanatçısı olan bir kadını öldürür. Tam evden çıkarken tezgahın üstünde çukulata kağıdını görünce etrafa bakar ve öldürdüğü kadının küçük bir kızı olduğunu görür. Neredeyse kızın boyu kadar olan koca silahını küçük kıza doğrultur, ancak kararsızdır. Neticede Ismael kızı vurur, ancak Leira ölmez. Hem başından aldığı ölümcül darbe yüzünden, hem de yaşadığı travma yüzünden uzun yıllar bir hastanede kalır. İsmael, yirmi yıl sonra öldürmediği küçük kız Leira (Ana Álvarez) ile tesadüfen karşılaşır. Onu hapse gönderebilecek tek kişinin o olabileceğinin farkına varan Ismael, kız arkadaşı Maite ile birlikte Leira’yı kaçırır ve kendi evine götürerek yatağa zincirler. Ancak Leira’nın akli dengesi, bahsi geçen hadiseler neticesinde, bozuktur. Leira son yirmi yılını bir akıl hastanesinde geçirmiştir. Zeka yaşı olarak bir çocuğun yaşına sahiptir ve asla konuşmaz. Ayrıca çocukken annesinin gözleri önünde vurulmasına tanık olduğundan, kan gördüğünde de kriz geçirmektedir. Ismael Leira’yı öldürmek için kaçırmıştır, ancak öldüremez. Hatta zamanla Ismael kendini bir şekilde Leira’ya bağlanmış olarak bulur. Bu bağlılık kısa sürede takıntıya dönüşür. Ismael’in obsesyonu ne tam olarak cinsel içeriklidir, ne de sadece şefkat doludur. Bu iki güçlü duygu arasında gidip gelmektedir. Maite durumu anlar ve elbette rahatsız olur. Böylece işler daha da tuhaf noktalara doğru sürüklenir…

La Madre Muerta004

Klasik bir katatonik ya da özürlü rehine – şefkatli suçlu ekseninde gidecek bir film gibi başlayıp sonra çok farklı noktalara varıyor film. Ulloa’nın henüz 20’li yaşlarında çektiği filmin temposu sürekli tırmanıyor ve özellikle son 20 dakika boyunca ekrandan ayrılamıyorsunuz. La Madre Muerta, klişelerle dolu ve tahmin edilebilen bir film değil. Ayrıca şiddet dozu ayarlanmış olsa da, pekçok açıdan oldukça sert bir film. Psikolojik derinliği çok fazla ve bu derinlik kısa sürede bir girdaba dönüşüp sizi boğuyor. Yer yer komedi öğelerine de başvurulan ve zaman zaman karanlık bir mizahi yön katılan filmin bana sorarsanız en sert yanı, Ismael ne kadar istese de Leira ile aralarında hiçbir şekilde bağ ve iletişim kurulamaması.

Ismael Leira ile bir iletişim kurmaya çalışıyor, zira Leira zamanla Ismael’in sosyopat yanının ete kemiğe bürünmüş bir imgesi ve bir sonucu gibi karşısında öylece boşluğa baktıkça, İsmael onu hem öldürmek istiyor, ama hem de öldüremiyor. Maite ile aralarındaki şiddet, nefret ve aşk üçgenindeki ilişkinin aksine, Ismael ve Leira arasındaki ilişki çok daha saf ve yalın. Daha doğrusu Ismael’in Leira’ya yaklaşımı öyle. Ancak Leira ona asla cevap veremiyor. Çünkü Leira gerçekten de ne şefkati anlayacak beyinsel yeteneğe, ne ısrarla talep edilen affedilmeyi bahşedecek bir yüreğe, ne iletişim kurabilecek bir zekaya, ne de cinsel göndermeleri doğru analiz edecek bir duygulanıma sahip. Ancak burada Ulloa bambaşka bir noktaya çekiyor hikayeyi.

La Madre Muerta002

Leira’yı canlandıran Ana Álvarez gerçekten çok güzel ve seksi bir kadın. 20’li yaşlarında, yarım akıllı bir genç kız olmak için fazlasıyla seksi yani… Hikayedeki Leira katatonik ve 7-8 yaşındaki bir çocuğun zekasına ve algısına sahip. Oysa son derece seksi ve şuh bir bedenin içinde hapsolmuş durumda. Ulloa bunu hikayeye çok güzel yediriyor ve bir gerilim unsuru olarak kullanıyor. Adeta bir BDSM düsturu gibi, boynundaki tasmaya zincirlenmiş ve yatağa bağlanmış bu genç ve güzel kadın bedeni, bir seks kölesinden istenebilecek herşeye sahip zira. Ancak bu noktada, çukulata bir haz nesnesine dönüşüveriyor.

Bir yanıyla bana Léon‘u (1994) hatırlatan La Madre Muerta için yönetmen Ulloa; “çukulatası çalınan bir kızın çukulatasını geri almasını anlatıyor” diyor. Çukulata, Leira’yı hayatta tek heyecanlandıran ve haz almasını sağlayan nesne olarak zaten Ismael’le aralarında bir bağ oluşmasını da sağlayan yegane unsur olarak karşımıza çıkıyor. Leira’nın çukulatadan aldığı haz ise Ismael için bir nevi seksüel bir hazza dönüşüyor. Kendi gibi sapkın ve sosyopat kız arkadaşının sandığı gibi Leira’yı istismar etmek istemiyor Ismael. Tam tersine ona haz vermenin yollarını arıyor. La Madre Muerta bu anlamda Hollywood‘un kolay kolay cesaret edemediği, ama Avrupa sinemasının da genellikle pek çıkmadığı tehlikeli sularda başarı ile yüzüyor diyebiliriz.

La Madre Muerta006

La Madre Muerta’yı özel kılan unsurlardan bir diğeri filmin özellikle ikinci yarısından itibaren görselliğin de bir hikaye anlatma yolu olarak işin içine katılıyor olması. Öyle ki ikinci yarı neredeyse başka bir film gibi şahlanıyor. Sadece hareketin kendi, hikayeye yön veren temel bir unsur halini alıyor. Üstelik bunu yapmak için Ulloa ne dünya para harcayarak Hollywood setleri gibi setler kurmuş, ne de süper kamera teknikleri ile atraksiyonlara girişmiş. Bambaşka bir dille o etkiyi yaratmasını bilmiş sadece. Henüz POV bu kadar popüler olmadığı halde, bazı sahnelerde POV teknikleri de kullanıyor bunun için Ulloa. Özellikle gerilimin arttığı bazı sahnelerde bu tekniği başarı ile kullandığını görüyoruz.

Gerilim ve drama olarak kategorilendirilen, zaman zaman kara mizah sınırlarında dolaşan ve alttan alttan erotik bir metni olan La Madre Muerta’nın 12 ödülü var. Bunlar arasında Montreal Film Festivali‘nde aldığı en iyi yönetmen, Stockholm Film Festivali‘nde aldığı FIPRESCI ve en iyi kadın oyuncu ödülleri de var. Filmin iki yıldızı olan Ana Alvarez ve Karra Elejalde’nin kusursuza yakın oyunculuklarını da es geçmemek gerek. Döneminde İspanyol sinema eleştirmenleri tarafından pek sevilmeyen, ancak İngiliz film eleştirmenlerinin yaptığı büyük övgüler ve geçen yıllar içinde yavaş yavaş dönüştüğü kült film statüsü neticesinde, bugün İspanya’da da sıklıkla adı geçen “yeraltı” filmlerden biri olarak kabul ediliyor La Madre Muerta. Tanımlaması ve izlemesi biraz zor olsa da, bana kalırsa en azından bir kere izlenmeli.

La Madre Muerta007

La Madre Muerta bir işkence pornosu değil. Cinayet, ölü bedenler, Ismael’in barında bazı işkence sahneleri, psikolojik ve seksüel alt metinler, ve de şiddet barındırmasına rağmen; hüzünlü ve karanlık bir film olmayı başarıyor La Madre Muerta. Üstelik filmin en büyük ve enteresan başarılarından biri Leira’yı Ismael’den çok daha tutarlı bir karakter olarak kabul etmemizi sağlaması neticesinde, filmin sonunda kendimizi Ismael için üzülürken bulmamız. Bir katil ve psikopat olan Ismael’in uğradığı hayal kırıklığı, bir iç sıkıntısı olup oturuyor ciğerimize…

blank

Ezgi Aksoy

Sinema yolculuğu 80’li yıllar korku filmleriyle başladı. Ucuz filmlerle büyüdü. Sinema, yazından sonraki en büyük tutkusudur. Şuan LeMan, yeniHarman ve Bayan Yanı’nda araştırma dosyaları ve populer kült yazıları yazmakta ve medeniyet üzerine kafa yormaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Bir Giallo Başyapıtı: Don't Torture a Duckling (1972) 2 – Dont Torture a Duckling 4

Bir Giallo Başyapıtı: Don’t Torture a Duckling (1972)

Lucio Fulci'nin giallo başyapıtı, kapsamlı politik ve sosyolojik analizlere olanak
Your Vice Is a Locked Room and Only I Have the Key (1972) 3 – Your Vice Is a Locked Room and Only I Have the Key 2

Your Vice Is a Locked Room and Only I Have the Key (1972)

Sergio Martino giallosu Your Vice Is a Locked Room (1972),