Mühürlü Köşk (2011) 1 – Muhurlu Kosk 2011

Yazıya film bittikten (ben filmden önce bitmiştim gerçi) hemen sonra aklıma gelen bir cümle ile başlasam iyi olur: Mühürlü Köşk’ün mühürleri hiç açılmasaymış keşke…

Mühürlü Köşk (2011) 2 – muhurlukoskSinemaya gittiğinizde izlediğiniz şeyi seversiniz, umursamazsınız ya da nefret edersiniz fakat sonuçta karşınıza çıkan şey en kötüsü olsa bile eninde sonunda “sinema”dır. Peki, şimdiye kadar karanlık salonda izlediğim en kötü film unvanını kolaylıkla kapabilecek Mühürlü Köşk ne?

Öncelikle bu filmimsi şey kesinlikle “sinema” değil ve kendi sinemasına değer veren, masum Türk seyircisinin karşısına çıkarmak büyük ayıp. Biraz iddialı olacak ama son iki yılda yerli üretimlere karşı iyice azalmış seyirci ilgisini hepten sonlandırabilecek kadar “olmamış” bir filmle karşı karşıyayız.

Filmin gayet uyduruk ve “esinlenmiş” hikayesinde, küçük bir kanunsuzlar çetesinin polisten kaçarken sığındıkları bir köşkün perili çıkması ve başlarına ölümcül kötülüklerin musallat olmasını izliyoruz.

Olayı burada biraz açalım. B sinemasına tutkulu bir sinemasever olduğum için Mühürlü Köşk benzeri filmler video piyasasında sık sık karşıma çıkıyor. Bunlar genellikle büyük bütçe filmlerin erotizm dozu yüksek beceriksiz ve komik taklitleri. The Lord Of The G-strings, Missionary Position Impossible, Twinklight, Forrest Hump gibi pek çok örneğini sayabileceğim bu janranın, yapıldıkları ülkelerde dahi sinema salonlarının kıyısından köşesinden geçmediğini, ancak bazı “tür” festivallerinde ve DVD’de “meraklısına özel” bir şekilde seyirci karşısına çıkabildiğini belirtmem gerek…

Tabi Mühürlü Köşk yukarıda yazdığım filmlere ancak uyandırdığı “olmamışlık” hissi açısından yaklaşıyor. Çünkü bu filmin bir spoof / parodi olma çabası yok. Kendisini gayet ciddiye alıyor. Taklit ettiği onlarca film var ama özellikle bir filme benzemiyor. Fakat berbat senaryosu, biçare oyunculukları ve TV dizilerinde gördüklerimizden bile beceriksizce uygulanmış “after effects” mamulü illüzyonlarıyla kendisi bir parodiye dönüşerek tam da bahsettiğim “kötü” filmlerden biri olup çıkıyor. Filmi sinemada izlememiş olsam ve bu gereksiz kendini ciddiye alma çabası olmasa aslında ortada eğlendirici bir B potansiyelinden bahsetmek mümkün olabilirdi.

Mühürlü Köşk (2011) 3 – muhurlu

Bu benzetmenin bir sebebi de Mühürlü Köşk’ün 70’ler seks furyasından bu yana sinemada karşımıza çıkan erotizm dozu en yüksek yapım olması… Filmde neredeyse Kadir Akgün’ün VCD piyasası için çektiği “Köylü Kızı” ve benzeri bir sürü filmdeki kadar yoğun ve kaba bir cinsellik var. İnternetin hayatımıza bu kadar girdiği bir zamanda hala “seks sahnesi” izlemek için sinemaya gidecek seyircilerden medet ummak hayli garip! Bu “sevişme” sahnelerinde salondan çıkan çiftler olduğunu söylemem gerek. Gerçi bir Türk filminin içinde sevişen birilerini görmekten mi utandılar yoksa bunu filmin kötülüğünün bahanesi mi yapıp çıktılar, orası muamma!

Filmde en eğlendiğim kısımlar ise “ara beni, boya beni” reklamlarıyla hatırda kalan eski dansöz Sibel Gökçe’nin sahneleri oldu. Sapına kadar Anglo Sakson bir hayalet olarak memleket topraklarında saşkın şaşkın dolanması fenaydı. Hele de havada uçtuğu sahnelerdeki “acaba düşer miyim?” korkusu… Murat Yatman’ın oynadığı “Warlock” edasıyla ortalarda dolanan Karabasan tiplemesi de boğazıma mısır kaçıracak kadar şahane idi! Filmin T800 ayarındaki, mimikten yoksun “erotik” yıldızı Özlem Yücel’in sinema kariyerinin nereye uzanacağını görmek için ise kahin olmaya gerek yok.

Asıl anlamadığım ise bu kadar kötü bir filmin nasıl olup 100 kopya ile seyirci karşısına çıkabildiği…? İşin acı tarafı, Mühürlü Köşk, insanlar filmin ne yaman bir çelişki olduğunu anlayamadan yaptığı hafta sonu hasılatıyla kara dahi geçebilek. Evet, sinema içinde ticaret olan bir çaba ama ticaretin böylesinin müşteriyi tezgahtan kaçırabileceği kimsenin aklına gelmiyor mu? Geçen yıl benzer bir şekilde 147 kopya ile gösterime giren Cehennem 3D filminin, tüm kötülüğüne rağmen kazandıran bir yapım olmasından cesaretle çıkılmış bir yol sanki bu…

Mühürlü Köşk, sinemalarda gösteriminden çok kısa bir süre sonra sansürlenerek TV’de gösterilecek ve sonra marketlerin ucuz DVD raflarında sürünecek bir kadere sahip. Tıpkı 2007 yılında çekilmiş, benzer pespayelikteki 18’ler Takımı gibi… Ülkemizden çıkacak iyi bir korku filmi konusunda halen umutluyum ama bu “hap yapıp para kapma” çabasını kimselere önerecek değilim. Gerçek bir ham film israfı… Uzak durun!

Beyazperde için yazdığım yazıdır: http://www.beyazperde.com/filmler/film-197301/

blank

Murat Tolga Şen

1973 yılında doğdu. Öteki Sinema'yı 2005 yılında kurdu ve yayın yönetmenliğini üstlendi. OFCS üyesi olan yazar, 2010’da Beyazperde’de yazmaya başladı. 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetti. 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yaptı. Aynı zamanda Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapan Murat Tolga Şen, Öteki Sinema, Beyazperde ve Medyaradar'da da eleştirmenlik yapıyor.

2 Comments

  1. rezalet bi filme benziyor. bu yuzyıla yakışmamış, lise öğrencilerinin okul bitirme projesi gibi çekilmiş, kötü ötesi çekim hataları, oyunculuk, efekt dolu bi film.

  2. Tek rakibi ancak apaçi gençliğin çektiği arabesk rap klipleri olabilecek kalitede görünüyor…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Yılmayan Şeytan (1973) 4 – yilmayan seytan 1972

Yılmayan Şeytan (1973)

Yılmayan Şeytan, Fantastik Türk Sineması severler için eşi benzeri bulunmaz
Bir Çağan Irmak Fantastiği: Çocuklar Sana Emanet (2018) 5 – 8211 d

Bir Çağan Irmak Fantastiği: Çocuklar Sana Emanet (2018)

Çocuklar Sana Emanet, doğaüstü fenomenlerle olan ilişkimizin aslında kadim zamanlardan