The Fall (2006) 1 – The Fall 2006

The Fall (2006)

11 Eylül 2008

Sinema yaşıyor…. Şükürler olsun ki film yapma aşkı, bazı gönüllerde alevlenerek bize ulaşıyor. 2006’da çekilen ve semtimize bile uğramayan fantastik drama “The Fall”, Divx Planet’in değerli üyesi “magma” tarafından çevirilen kusursuz türkçe altyazısı ile izlendi ve unutulmamak üzere aklımıza ve kalbimize işlendi.

Americana Exotica

Açıkcası artık Melies’in ruhundan ve heyecanından kopmuş, bayat hamburger tadında filmimsiler üreten Kuzey Amerika sinemasından umudumu tamamen kesmiştim. Amerikan, İngiliz, Hint ortak yapımı The Fall benim için bu anlamda Gattaca’dan bu yana yaşadığım en anlamlı ve duygusal deneyim oldu. İyice azalan “gerçek sinemacı” takımından David Fincher ve Spike Jonze‘nin finanse ettiği filmin Yönetmeni Tarsem Singh… Singh’in daha önceki filmi sevimsiz Jeniffer Lopez’li “The Cell”, aslında çok daha başka bir film olabilecekken saçma bir polisiye öykü ve koca popolu yeteneksizlik abidesi Lopez’in popüleritesine kurban gitmiş fakat özellikle rüya sahnelerinin Dali’vari sürrealist imgeleri ile aklımda yer etmiş bir filmdi… Tarsem Singh uzun zamandır görüş alanımın dışında olduğundan olsa gerek, 2006 yılından itibaren sadece bir kaç festivalde gösterilen başyapıtı “The Fall”dan tamamen habersizdim. Filmin mitik kahramanlarından “Charles Darwin”in aradığı dünyanın en güzel kelebeği “Americana Exotica” kesinlikle bu şiirsel görselliğin, saf sinemanın ve çocuksu hayal kuruşun diğer ismi olabilir.

The Fall (2006) 2 –

Çocuklar hızlı koşamaz… Acılardan hayal kurarak kaçarlar” derler. “The Fall” bu anlamda çocuksu saflığını koruyan  gerçek bir kaçış sineması örneği… Aynı hastanede yatan Dünyalar sevimlisi Alexandra (Catinca Untaru) ve sevgilisi tarafından terkedilmiş, üstelik daha ilk işinde sakatlanmış bir dublör olan Roy’un (Lee Pace) arkadaşlığı öykünün ana eksenini oluşturuyor, Roy’un kendi hayal kırıklıklarından, nefretinden ve sevgisinden beslenen bir öyküyü Alexandra’ya  bir masalmışcasına kurgulayarak anlatması ile kendimizi eski filmlerdekine benzer  bir intikam ve aşk serüveninin içinde buluyoruz. Herşeyi çalan ve sevdiklerini öldüren Zalim Vali Odious’a başkaldıran ve ondan intikam almak isteyen 5 mitik kahraman : Eski bir köle olan Otta Benga, Patlayıcı uzmanı Luigi, Karısının intikamı peşindeki Hintli, Yaşayan herşeyi seven, Maymunu  Wallace ile maceraya katılan yarı çatlak ingiliz bilimci Charles Darwin ve ormanlarla konuşabilen, karnında kuşlar besleyen garip ama sadık Mystic… 

Roy başlarda hevessizce başladığı hikayeye Alexandra’nın ısrarları ve intihar etmesi için gerekli morfini getireceği  umuduyla devam eder. Öykü Roy’un karamsarlığı ile son bulacak gibi gözükür  ama küçük Alexandra’nın taşıdığı umut herşeyi değiştirir.

Gugli Gugli Gugli….

The Fall afişinden rahatca anlayabilceğiniz üzere, son yıllarda izleyebileceğiniz en büyük görselliği vaadediyor. Sinemanın görüntü ile yaratılan bir sanat olduğunun bilincinde olan bir film… Açıkcası Gregory Colbert‘in “Ashes and Snow”undan beri böylesine çarpıcı bir görselliğe ve sinema tekniği ile yaratılmış bir şiire rastlamamıştım. Tüm oyuncuların döktürdüğü filmde Catinca Untaru ve Hollywood’un yeni cazibe ikonu Lee Pace oynamıyor, yaşıyorlar. Kesinlikle iki rol içinde daha iyi bir seçim olamazdı. Her iyi filmde olduğu gibi “The Fall”de müthiş bir sountrack’a sahip… Filmin müziklerini Krishna Levy yapmış, tema müziği olarak da Ludvig Van Beethoven’in 7. senfonisinden faydalanarak görselliğin müzikle kusursuz birleşiminden doğan bir şiir yaratılmış…

The Fall sadece birkaç saniyelik bir çekim için Mısır’a gidilme zahmetine giren, Sinema yapmanın en heyecanlı yıllarına ve o yılların isimsiz kahramanları dublörlere büyük bir saygı duruşunda bulunan, “Oz Büyücüsü” başta olmak üzere tüm kaçış filmlerine, Buster Keaton‘a, Charlie Chaplin‘e sevgilerini sunan ve “Ben sinemayı seviyorum” diyen herkesin görmesi gereken müthiş bir film…

thank you! thank you! thank you very much…

Film muhtemelen bizim sinemalarımıza uğramayacak, çünkü arkasında büyük stüdyo desteği yok, Ülkemizde DVD’sinin çıkmasını da zor bir ihtimal olarak görüyorum. Sanırım dayatılan değil seçilen kültür ürünlerine uygun olarak kendi olanaklarınızla internet üzerinden edinmeniz gerekecek. Film ABD’de 9 Eylül’de DVD ve Blu-Ray olarak satışa sunuldu.

[divider style=”solid” top=”20″ bottom=”20″]

Ekşi’den gelen edit: (ekşisözlük yazarı madeath’ın bu filmle ilgili zeki ve bilge yorumunu ekleyerek yazıyı zenginleştirmek iyi olur diye düşünüyorum.)

-Roy, Alexandria’ya hikayeyi ilk kez anlatırken hintliden bahsederken ”indian” diyerek kendisini anlatıyor. ancak burada kastedilen indian hintli değil kızılderili. bu kızılderili’de daha sonra filmin sonunda hep beraber izledikleri siyah beyaz filmde ortaya çıkıyor. o siyah beyaz filmde bir hintli yok. bir kızılderili var. ancak ufaklık ”indian” kelimesini kendi geldiği yere yoruyor ve bunu hintli olarak algılıyor. aslında gördüğümüz masal her ne kadar roy’un ağzından anlatılıyor olsa da alexandria’nın masalı çünkü o’nun gözleriyle bu masalı seyrediyoruz. hatta roy hintlinin karısına squaw diyor. bu kelime de kızılderili lisanında kadın demek.

-Darwin ile Wallace ilişkisi çok şahane. alfred wallace diye genç bir çocuk darwin senelerdir süren araştırmasını bir türlü sonuca bağlayamazken darwin’e bir makalesini yolluyor ve darwin’de şimşekler çakıyor. böylece evrim teorisi ortaya çıkıyor. seneler boyunca bilim dünyasında darwin’in wallace’dan fikirlerini aşırdığı söylenir durur. filmde de wallace darwin’in maymunu ve wallace darwin’e sürekli bişiyler söyleyip duruyor. darwin de maymunu diğerlerinden gizleyerek ondan fikirlerini çaldığını gizliyor. bariz biçimde darwin aslında wallace’tan aldı bu evrim olayını diyor film. üstelik de darwin’in en iyi arkadaşını bir maymun yaparak.

-Filmde sürekli görülen kelebek figürü, yeniden doğuşun sembolü. film de aslında roy’un bir masal ve çocuk üzerinden yeniden doğumunu anlatıyor.

-Filmde eski köle olan otto benga’nın ölüm şekli ok yatağı üzerinde gerçekleşiyor. benga sırtından o kadar çok sayıda okla vuruluyor ki sonunda geriye düşünce o okların üzerinde kalakalıyor. bu imge de mahabharata‘daki bhishma adlı karakterin ölümüyle birebir aynı.

http://commons.wikimedia.org/…_death_of_bhishma.jpg

-Aynı şekilde mahabharata’da krishna da ayağından bir okla öldürülüyor. tıpkı patlayıcı uzmanı luigi’nin ölümü gibi.

-Dünyanın en güzel kadınıyla evli olan hintli’nin karısının odious tarafından kaçırılması da yine bir hint tarihi hikayesine dayanıyor; rani padmini‘ye.

http://en.wikipedia.org/wiki/rani_padmini

-Alexandria’nın ayağını masaya vurup kahveyi dökmesi ise filmin dönüm noktalarından birisi. o anda roy ufaklıktan ilaçları getirmesini istemeyi aklına getiriyor. o anda masumiyet biraz sarsılıyor. zaten masalda da kan, gerçekteki kahve olarak metaforlaştırılıyor.

-Filmde yine diğer her sembolik filmde olduğu gibi bir ağaç metaforu var. mistik, o ağacın içinden çıkıp geliyor. yine tree of life diyebiliriz bu ağaca da. zaten her mitolojide karşımızda bir ağaç.

-Aslında filmin adı, filmin ana metaforunu da belli ediyor. düşüş, nerdeyse tüm varoluşumuzun mitlerinde ortaya çıkan bir şey. ademle havva’nın düşüşünden başlıyor olaylar. zaten filmde de alexandria ilaçları çalarak günaha bulaşıyor ve yine ilaçları almaya çalışırken ”düşüyor”. şairler her zaman söylemişlerdir; hepimiz düşüyoruz.. diye. bu düşüş, bir nevi erdemin, doğruluğun olduğu yerden başlayan bir düşüş. alexandria gibi masum bir çocuk bile, günaha düşüyor. masumiyetin bitmesi kaçınılmaz ve sonunda da büyük bir suçlulukla bu düşüş ya hayat boyu yayılan bir pişmanlığa ve sonunda da bir intiharla taçlanıyor. aslında hepimiz ”düşüyoruz”. ama farkında değiliz.

-Filmin afişindeki maskenin elbette ki salvador dali’nin il volto di mae west’i ile bağlantısı var. filmin afişi de zaten bu dali eserinin bir etkileşiminden farksız.

http://en.easyart.com/…mae-west,-1934-35-83809.html

-bu filmde de portakal’ın ayrı bir yeri var..alexandria’nın sürekli bir rahibin kafasına portakal fırlatmasını o rahibin birazdan öleceğine yorabilirdik godfather serisinden aşina olduğu üzre… ama ölmedi rahip.

blank

Murat Tolga Şen

1973 yılında doğdu. Öteki Sinema'yı 2005 yılında kurdu ve yayın yönetmenliğini üstlendi. OFCS üyesi olan yazar, 2010’da Beyazperde’de yazmaya başladı. 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetti. 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yaptı. Aynı zamanda Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapan Murat Tolga Şen, Öteki Sinema, Beyazperde ve Medyaradar'da da eleştirmenlik yapıyor.

21 Comments

  1. Filmin tanitimini gorur gormez guzel bir tecrube olacagini anlamistim. Boyle kaliteli filmlerin populer olmaktan uzak kalmasina seviniyorum. Sinemaseverler icin daha ozel bir yer tutuyorlar. Amerika’da yasiyorum burada da bu tur guzel filmler sinemaya ugramiyor. Ancak dvd’sini cikinca kiralayip seyredebiliyorsunuz.

  2. İnanılmaz bir görsel şölen!..
    Harika bir deneyim oldu benim için. İşte film dediğin budur!!!

  3. dev ekranda izlenmesi gereken mükemmel görselliğe sahip bir film.

  4. Tapılası bir görsel şölen ve masalsı bir anlatım…yüz kaslarınız şekilden şekile girecek.Gülerken hüzünlenmek, hüzünlenirken gülmek hiç bu kadar keyifli ve şaşırtıcı olmamıştı. Bu deneyimi tatmalısınız! Unutamayacaksınız :)

  5. İnternette rastlantılar sonucu bulduğum bir film’in bu kadar etkileyici olabileceği hiç aklıma gelmemişti…

  6. Fragmanını izlediğimde gözlerim yaşarmıştı. Fragmanların şişirilmişini genellikle anlarım ve bazı insanları çok etkilese de vaasat bir filmi tahmin edebilirim fakat iyi olanı fragmandan tahmin etmek zordur. Yalnız ilk kez bir fragman resmen atom bombası gibi düştü beynime. Film elime geçer geçmez izledim. Gözyaşlarına boğuldum. Filmdeki dramdan değil de anlatımın güzelliğinden sevinç gözyaşları döktüm :) Ardından filmi 2 kez daha izledim. Bazı sahneleri de filmden sonra 5er kez inceledim. Kesinlikle favorilerim arasına girdi. Genellikle fantastik-dramaları seviyorum galiba. (örnek: El Laberinto Del Fauno) Bu filmde de biraz Pan’ın Labirenti atmosferi aldım diyebilirim. Fakat özellikle görsellik yönünden hayli önde “The Fall”. Filmde çocuksu masumiyeti bu kadar güzel, bu kadar yalın anlatılmasını başka bir filmde görmedim galiba. Pastel boya ile çizdiği kalbi yakın kamera açısı bile seyirciyi döve döve o çocuğun zihnine sokuyor, her şeyi onun masumiyeti ve duruluğuyla özümsememizi istiyor. Dahası filmde hastanenin rahatsız ediciliği ve hastaların yalnızlığı çok iyi işlenmişti. Kesinlikle defalarca izlenilesi bir yapım.

  7. Ekleme…
    Ayrıca filmde isimler de çok iyi seçilmişti. Köle Otta Benga ismi, zamanında insan ile maymun arasındaki geçiş formunun canlı örneğini yeryüzünde bulunduğunu düşünen bazı insanlar, evrimi desteklemek adına afrikadan Otta Benga adında bir pigmeyi kaçırmışlar ve onu bir gorille aynı kafese koymuşlardı. İnsan ve maymun arasındaki tür olarak sergilemişlerdi. Sonunda Otta Benga bu duruma dayanamadı ve intihar etti. Filmde Charles Darwin ve Otta Benga’nın aynı takımda olması ilginç bir ironi.

  8. Gerçekten çok güzeL bir yapıt. OyuncuLar muhteşem, özeLLikLe çocuk yaşına rağmen roLünü bu kadar MükemmeL ve kusursuz oynayan ‘Catınca’ fiLm deki adıyLa alexander. Bence arkadaşLar bu fiLmLer popüLerLikten uzak durmaLı…

  9. Fimi izledikten sonra uzun süre düşündüm ve hala düşünememe rağmen kararm değişmedi: İzlediğim en iyi filim! Gerçekten sinemanın sadece para kazanmak olmadığını, sanat olduğunu hatırlatan mükemmel filim. Her yaştan insan izlediğinde kendinden bir şeyler bulabilir ve her yaşta izlendiğinde insanın üzerinde farklı bir etki yaratır. Türkiye’de gösterilmemiş olmasına çok üzüldüm. Böyle filimlere ihtiyacımız var.

  10. Böyle filmleri izledikçe, böyle kitapları okudukça, böyle müzikleri dinledikçe, insanlık adına umutlarım yeşeriyor, yaşam anlamlanıyor. DVD si elime geçti, iki gün üstüste izledim. Alt yazılar kusursuzdu. Ellisekiz yaşında, elli yıllık çok sıkı bir film izleyicisiyim, böyle bir görsellik, böyle bir kurgu görmedim desem haksızlık mı olur bilmiyorum ama şu an öyle hissediyorum. Ah! Keşke ticari kaygı olmadan bu filmi bir yıl kesintisiz oynatacak bir şirket olsa….Sonuç olarak, yaşadığım sürece unutmayacağım bir film, zaten unutmak da istemem…..Herkese güzelliklerle dolu, dolu dolu bir yaşam dilerim….

  11. İyi güzel de bu kadar ballandırdın, hatta trailer’ı da izledim. Filmin linkini de isterim yaw!

  12. Filmi nereden izleyebilirim arkadaşlar delirmek üzereyim ve hala filme ulaşabilmiş değilim…

  13. Bu yazdıklarınızdan sonra tekrar izlemek şart oldu..
    ama Alexandra’yı ağlatmasalardı keşke öyle..

  14. sadec şöyle diyebilirmi izlerdiiim en super film yok bole bişi harika kurgu wer dfeteylar bu filmi çekenlerden Allah razı olsun!!….

  15. Çok güzel bir yazı olmuş. Bu kadar güzel bir filmin popülerlikten uzak kalması aslında beni çok şaşırtmıştı ilk başta. Ancak sonra düşündükçe ve 2. kere izledikten sonra anladım ki bu filmi izlemek aslında bir ‘şans’. Çünkü gerçek anlamda bir ‘sanat filmi’ izliyoruz.

    Sanat filmi çekmenin aynı sahneyi 25 dakika göstermek olmadığını gösterdi bu film. Her karesi ayrı bir tablo, çekimler, renkler, ışık, müzik, ses, oyunculuklar hepsi birbirinden başarılı. Özellikle görüntü yönetmeninin Oscar’lık bir iş çıkarttığına inanıyorum. Sanatı, gişe filmi olmanın önünde tutan ama yer yer hızlanan temposu ve insanı sıkmayan konusuyla ders olarak gösterilecek kadar iyi bir film.

  16. Tek kelime ile muhteşem, The Fall sadece bir film değil,görsel bir şölen.Hikaye anlatımı,oyunculuk,müzikler…
    Tarzem Singh’i The Cell’den tanıyoruz,film o kadar başarılı olmasada görsellik açısından mükemmeldi.Sapık katilin zihnine yapılan yolculuk bizi inanılmaz detaylara ve görsel bir şölene götürmüştü.Fakat The Fall bu filmden her yönüyle kat ve kat üstün,kesinlikle kaçırılmaması gereken bir başyapıt.

  17. Muhteşem, Muhteşem, Muhteşem…Daha ne yazabilirim bilmiyorum.İnanılmaz bir deneyim.Gerçek sinema sanatı.Göndermeler silsilesi.Oyunculuk dersi.Görsellik abidesi…

    -spoiler-
    Darwin: -Durmayın köpekler ateş edin, Charles Darwin’in kellesi için siz çok para öderler!
    -spoiler-

  18. izlediğim ve beni duygu selinde boğan tek film belki de ben bu filmdeki sakat adfam gibi trerkedildim diye böyle düşünüyorum bilmiyorum
    ama her iinsan izlemeli çok güzel bir film

    ve en çok hoşuma giden yeri “kalbinin götürdüğü yere git” dediği sahneydi

  19. muhteşem bir film gerçekten türkiyenin böyle filmlere yer vermemesi kötü tabi sadece film festivallerinde gösterime giriyor ama tabi gidebilen var gidemeyen var. genelde de İstanbul daki film festivallerinde gösterimi yapılıyor ama ben izmirde olduğum için ne kadar merak etsemde seyretme herzaman gidip seyretme şansı bulamıyorum. türkiyenin hala popüler kültür de tıkılıp kalması ayrı bir yara.. deneysel, sanatsal değerlerimiz yok denecek kadar az uğraşmak isteyen çok ama sesini duyurmak,yardım almak bir okadarda zor

    bu arada soundtracklerini bulamadım yardımcı olursanız sevinirim

  20. Film hakkında o kadar çok güzel şey söylenmiş ki; insan bu kadar beğenilen bir filmi nasıl eleştirebilir diye düşünüyor. GSF de okurken Sanat Eleştirisi derslerinde ısrarla şöyle demişlerdi; sinema filmi bir sanat eseridir ve filmin her bölümü, her sekansı her planı, müziği, kurgusu..her şeyi bir bütün oluşturmak zorundadır. Ve yönetmen, bunu kasıtlı yapmasa da bütün bu parçalar tek bir fikir etrafında toplandığında eser de tamamlanmış olur… The Fall’un bütün parçalarını bir araya getiren bir fikir var mı? “yok”, “bulamadım” diyorsan görsel şölen mölen hikaye…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Karanlık Gotik Masal: Corpse Bride (2005) 3 – 05

Karanlık Gotik Masal: Corpse Bride (2005)

Karanlık gotik masal Corpse Bride, yine bir Tim Burton harikası.
Eva (2011) 4 – eva orta

Eva (2011)

"Gözünü kapattığında ne görüyorsun?" Eva, robotların duyguları, onların bizi istilası,