Çamran Azizoğlu’nun filmi Kravat’la tanışmam bu yıl başka neler çekilmiş diye tararken oldu. Kravat, adalet, hak, hukuk kavramlarına göz kırparken bir yandan da üzerimize geçirdiğimiz kostümlerimizi fazla ciddiye almak, onun güdümüne fazla girmekle ilgili… Mahkumları ve bir savcıyı karşı karşıya getiren filmin detaylarını yönetmenin ağzından dinledik!
Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir
Merhaba Çamran Azizoğlu, seni biraz tanıyabilir miyiz?
Merhabalar. 1995 İstanbul doğumluyum. Üniversitede Elektrik-Elektronik Mühendisliği okurken sinemaya olan ilgim giderek arttı. Bu yüzden son sınıfta mühendisliği bırakarak setlerde asistan olarak çalışmaya başladım. Yolculuğum böyle başladı ve hâlâ devam ediyor. Şu an ağırlıklı olarak reklam filmi yönetmenliği yapıyorum. Bir yandan da kısa metraj kurmaca filmler çekerek sanattan uzak kalmamaya çalışıyorum.
Kısa filme ya da filme bakış açını yorumlamanı istesem?
Hikâye anlatıcılığı aslında çok mühim bir konu. Tarihte, ateşin başında avladıkları hayvanları, yaptıkları savaşları anlatan kişiler, dönemin sosyolojisi, psikolojisi ve politik düzeni hakkında söz söyleyen kişilerdir. Sözü olan kişilerdir. Zamanla bu anlatım sinema formuna dönüştü ve filmlerle söz söylenmeye başlandı. Kısa filmler ise bana göre modern zamanın atasözü hâline geldi. Bakış açımı bu yönde şekillendirmeye çalışıyorum; en azından filmleri bu bağlamda izliyorum.
Kravatın konusu nasıl ortaya çıktı, nasıl anlamlandırmalıyız yaşananları bilemedim…
Kravat, keyifli bir sohbetin ardından doğdu. Bir tanıdığım buzdolabı teknik servisinde çalışıyor. Bu olay onun başından geçmiş. Teknik servis için bir gün cezaevine gidiyorlar ve aracın kapısı kilitlenince içeriden bir oto hırsızı çağrılıyor, kapı ona açtırılıyor. Bu hikâye çok hoşuma gitti. Bunun filmini yapmak istedim. Ama karakterimiz teknik servis elemanı değil de bir savcı olursa, hikâyenin daha güçlü bir söz söyleyeceğini düşündüm. Bir savcının bir mahkuma muhtaç kalma hâli daha derin bir anlam taşıyacaktı. Bu yüzden gerçek bir olaydan yola çıkarak bu kurguyu yazdım.
Bir yanda teknoloji, okumuş bir adam, ıssız bir yer ve bir cezaevi aracının içindeki mahkumlar. İki uçlu açık bir okuma barındırıyor. Okulların, okumaların yetmediği durumlar ve hayat dersinde öğrenilen tecrübeler, bu film hangisine sahip çıkıyor?
Bu film bence “insana” sahip çıkıyor. İlk mahkûm da açabilirdi kapıyı; bu, savcının değişiminde çok fark yaratmazdı. Ama Kenan’ın cezaevinde olma durumu hakkında yeterli bilgimiz yok. “Yanlış kişilerle çalışmışım” cümlesi Kenan’ın masum olabileceğini düşündürüyor. Ne olursa olsun, adaletli ve merhametli olmaya vurgu yapıyor film.
Kravat savcıyı arada tokatlıyor mu?
Bence de savcı hayatında yemediği kadar tokat yiyor. Kravat, sistemle olan bağını temsil eden bir obje. Savcının kararları değiştikçe rüzgâr şiddetleniyor, kravat daha da belirginleşiyor. Biz filmi tasarlarken rüzgârda sürekli savrulan bir kravat hayal ettik. Tam da sizin bu soruda sorduğunuz gibi bir etki yaratmasını istiyorduk. Fakat bozkırda tahminimizden çok daha sert bir rüzgâr vardı. Mekânı ilk bulduğumuz andan itibaren bunu fark ettik. Çekimi zorlaştırsa da bu etkilerin gücünü artırdı. Sette “bir oyuncumuz daha var artık” dedik: Kravat.
Ülkemizde uzun zamandır adaletin anlamını, hak hukukun işlerliğini sorgular hale geldik, bu filmi izlediğimde yine öyle bir sorgulamanın içinde buldum kendimi. Bu filmden çıkardığım bir sonuç da bir gün herkesin adalete ihtiyacı olacağı bir yorumlama oldu, sen ne düşünürsün?
Bu konuda cümlem çok net: “Adalet mutlaka, mutlak adalet!” Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada adalet bir sorun hâlinde. Artık adaletsizce yaşamayı içselleştirdik. Mahkemelerin, uluslararası hukuk kurumlarının dışında; trafikte, markette, iş yerinde bile adalet problemi yaşıyoruz. Eskiden yöneticilerin kurduğu sistemdi adaletsiz olan. Bugünse hayatın kendisi oldu. Toplum varsa adalet de olmalı. Fakat adaleti sadece mahkemelere has kıldıkça işler daha da karışıyor. Biz iş yerinde meslektaşımıza adil değilken, yasaların bize adil olmasını bekliyoruz. Yasalar da herkese adil değil, bunu görüyoruz…
Film nerede, nasıl koşullarda çekildi, tek mekanda (neredeyse) çekilen filmlerin seyirci nezdindeki ilgisi de değişik oluyor. Bunu kırmak için özel bir şey yaptınız mı?
Film Kırklareli’nde çekildi. Aradığım mekân bozkırdı. Çünkü karakter yalnız ve çaresiz kalmalıydı. Eğer dağlık bir yer olsaydı, izleyicinin bilinçaltı “dağın arkasından bir umut gelir” diyebilirdi. Bunu söyletmemek için ucu görünmeyen, ıssız bir coğrafya yani bozkıra ihtiyacımız vardı. Görüntü yönetmenimle İstanbul’dan yola çıktık, uygun mekânı bulana kadar gezdik. Tek mekânda, aynı arka planda film çekmek izleyicinin dikkatini dağıtabilir. Biz bunu hikâyedeki merak unsuru ve mizah ile dengelemeye çalıştık.
Mahkumların birisi okumamış ama birisi okuduğu halde cezaevine düşmüş. Bunu nasıl yorumlarız? Savcının direkt onunla konuşmaması, konumlanma, onu taşıma konusunda ne kadar yetersiz kalındığını gösteriyor…
Hayat bence bizim kendimizi koyduğumuz noktayla şekilleniyor. Savcı Cengiz, kendini öyle bir yere koymuş ki bir mahkûmla diyaloğa girmemesi gerektiğine inanıyor. Ama sonunda ona teşekkür etmek zorunda kalıyor. Çünkü Cengiz’in tüm çabalarına rağmen çözemediği bir sorunu, mahkûm elindeki sınırlı imkân ve bilgiyle çözüyor. Oysa onlar zaten mahkûm; neden iletişime geçilmesin?
Bir de işin ters bir tarafı var, hakim karşısına çıkarken takım elbise giyen mahkumların cezalarında indirim yapılması umudu. Kravat, takım elbise, sığınılan bir kalıp gibi duruyor ama altında yatan kişilik önemli olan…. (İki soru benzer gibi oldu ama iki tarafa da bakış olsun istedim.)
Bence de çok sembolik bir durum. Sistemle olan bağını boynuna geçirip kravatı takarsan indirim kaçınılmaz bir gerçek. Çünkü “bizden oldun” deniliyor. Kıyafetler birer sembol ama içindekiler hayatın gerçeği.
Oyuncu seçimi nasıl oldu, savcı pek heybetli duruyor. Mahkum ve diğerleri pek ufak… Bunun anlamı?
Oyuncuların çoğuyla daha önce çalışmış ya da tanışmıştım. Hem kamera arkasında hem önünde arkadaşlarla çalışmayı seviyorum. Sanki bir araya gelip oyun oynayıp dağılıyoruz gibi hissediyorum. Savcıyı canlandıran Mehmet Emin oldukça uzun boylu. Bu yüzden savcının “tepeden bakma” durumunu fiziksel olarak da somutlaştırmak istedik. Oyuncu seçimlerinde bu tür detayları göz önünde bulundurduk. Ama günün sonunda savcı oturuyor ve göz hizasına iniyor…
Ülkemizde pek çok kısa film yarışması var. Kravat bu anlamda ilgi gördü mü, seyircinin tepkisi nasıl oldu? Sen kısa film festivalleriyle ilgili neler söylersin?
Sayılar bu hayatta bence çok da önemli değil. Evet, çok fazla kısa film festivali var ama çok azı nitelikli. Belediyeler ya da STK’lar birer yarışma ya da festival düzenliyor ama bazılarının izleyicisi yok, film gösterimleri yapılamıyor. Sonunda sponsor konuşmaları ve bir ödülle kapanıyor. Bu yüzden sayı arttıkça rahatsız oluyorum. Biz film üreticilerinin ihtiyacı izleyiciyle buluşmak, nitelikli gösterimler. Elbette bu tanıma uyan güzel festivaller de var ve onlara filmimle katıldığım için mutluyum. Zaten izleyici için film çekiyoruz. Kravat, Türkiye’deki ilk gösteriminde salondaki izleyici tepkileriyle beni çok mutlu etti. Salondaki reaksiyonun en büyük etkeni komedi. İlk defa mizah içeren bir film çektim. Komedi tepkisi anlık geldiği için gösterimlerde en arkaya geçip izleyicileri izliyorum. Fakat dram ağırlıklı bir film olsaydı reaksiyon biraz daha izleyici ile konuşmalarımızda etkisini gösterebilirdi. Ya da üzerinden zaman geçmesi gerekebilirdi filmin tepkisi için. Film izleyicide genel olarak beğenildi. Hem adalet konusunda sorgulatıyor hem de güldürüyor. Ama tabii ki eleştiriler de oluyor ve onları da önemsiyorum.
Bundan sonra çekmek istediğin film belli mi? Yine kısa mı yoksa uzun mu?
Film çekmeye devam ettikçe kısa film hep çekeceğim. Kısa film çekmek ve dolaştırmak bence daha zor. Ama hissi ve izleyicide bıraktığı etki farklı. Şu sıralar bir uzun metraj senaryosu üzerinde çalışıyorum. İlk fırsatta çekmek istiyorum.
Son olarak neler söylemek istersin?
Kısa filme sahip çıkalım ve bir endüstriye dönüşmesi için elimizden geleni yapalım.