Özümcan Akın: ‘Ödül değil, seyirci tepkisi kovaladığımı fark ettim’

Özümcan Akın, Kendi Saçını Kesen Berber ile gerilimle slasher türünü birleştiriyor ve ortaya tek gecede geçen bir film çıkıyor. Filmi izlerken sonuna dair bir fikriniz oluşsa da bu kadar olmaz dedirten cinsten. Ana akım festivallerde rastlamanızın pek mümkün olmadığı filmlerden, cesareti için bir alkışı hak ediyor!

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Merhaba Özümcan Akın biraz seni tanıyalım mı?

1994 yılında Ankara’da doğdum. Lise yıllarında öğrenci değişim programıyla bir seneliğine ABD’nin Kaliforniya eyaletinde eğitim gördüm. 2018 yılında Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nden lisans diplomama ek olarak Film Çalışmaları Sertifikası’yla mezun oldum. Pandemi döneminde cep telefonumla çektiğim “ilk” kısa filmim uluslararası birçok festivalde yarıştı ve ödüller aldı. Son 3 yıldır aktif olarak müzik klipleri, reklam ve tanıtım filmleri ile sosyal medya üzerinden paylaştığım mikro kısa filmler olmak üzere yaratıcı üretimime devam ediyorum. Ayrıca 8 yıldır tam zamanlı olarak simültane tercümanlık yapıyorum.

Kendi Saçını Kesen Berberin hikayesi nasıl ortaya çıktı? İsmi de pek ironik.

“Başımdan” geçen bir olay diyebilirim. 2008’den beri gittiğim berberime bir gün yine gittim. Çok da uzun sürer tıraşı. Minimum 1,5 saat. Neyse, başladı benim berber kesmeye ve birinci saatin sonunda çok beğenmiştim. Dedim bunu hatta kendisine de. Ama o dedi ki “Dur, daha neler yapacağım sana.” Sonraki 1,5 saat boyunca saçımın her bir makasta daha da kötü bir hale dönüşünü izledim. Berberler, ülkemiz ve yakın coğrafyamızda kültürel olarak “hayır”, “yapma”, “dur” diyemediğimiz yerlerden. Bir temelsiz saygı aşılanmış nedense ve kendi kullanacağın saça dair gerçek fikrini belirtmek “yanlış” olarak kodlanmış. Velhasılıkelam saç kesimi bitti ve sonunda artık tepem attı ve dedim ki “Abi bu ne ya? Ben nasıl kullanayım bu saçı şimdi? Yani sen o kadar sevdin madem al kullan valla. Kendine kestin bence bunu.” Çıkış noktası burasıydı.

blank

Kısa film senin için ne anlam ifade ediyor, mesela hep denir ya ilk filminde neden bu konuyu seçtiniz?

Kazanan kısa film formülü vardır, herkes bunu bilir. Dram, azınlık, siyasi alt metin, hüzün. Bununla Altın Palmiye de alırsın, Yabancı Film Oscar’ı da. Benden bu çıkmadı. Sırf yapmamış olmak için yapmamak falan değil yani. İşin komiği bu filme girişmeden önce en son Get Out’u izlemişimdir bu türde. Get Out’tan öncekini hatırlayamadım bile şu an düşünürken. En çok çocukken izlemişim sanırım. Kuzenimle birlikte çok korku izlerdik ve hiç unutmuyorum çocukluğumun en güzel yaz tatilinde bir gece tüm tatilci çocuklarıyla gece sinemasında plastik sandalyelerde kiraz ve karpuz eşliğinde Elm Sokağında Kabus’u izlemiştik. Hal böyle olunca benim için de ilginç ve yoğun bir araştırma süreci oldu. Çünkü bir arkadaşımla olan bir sohbetimde senaryo fikrinin aklıma gelmesiyle filmi çekmem arasında 2,5 ay var. Sadece şu bende çok netti: Film sırf kısa diye anlatılmak istenenlerin ve konunun çözümlenmesinin hep kol mesafesinde olmasından yana değildim. O nedenle günümüzü işlerken bunu tek bir kültürel potada nasıl eritebilirim diye düşündüm. İnsanın ne kendisini ne de çevresindekileri olduğu gibi kabul ettiği bu güncel sosyal yapıyı tüm korkunçluğuyla ve vuruculuğuyla vermek istedim. Önce maskeli katil janrına bir selam durup LED’li güzellik maskesi kullanmaya karar verdim. Özbakım çılgınlığına yenik düşmüş bir Narkissos var Azmi Keskin karakterinde hayat bulan. Fakat bu özbakım takıntısı ve kendini beğenmişlik sırf berber diye sorgusuz sualsiz ona verdiğimiz otoriteyle birleştiğinde ortaya korkunç bir Azmi Keskin çıkıyor. Bu otoriteye zemin sağlayan kültür de Armağan’ın başına çok büyük işler açıyor.

Berber insafı denen bir durum var mı gerçekten de, orası biraz ince çizgi mi?

Aslında biraz cevapladım ama biz yetiştirilirken otoriteye saygıyla büyütülüyoruz. Halbuki otoritenin bize saygı duyması gerekir. Sonuçta o berber, biz ona gitmeyi seçip parasını verdiğimiz için saçımızı kesebiliyor. “Berber insafı” da göstermek zorunda bırakıldığımız bir saygının sonucu. Hatta öyle ki bazen biz de “kendi kafana göre kes” diyecek kadar güveniyoruz. Armağan’ın başına gelenler bize ders olsun diyelim.

blank

Berberin tipi, dükkânın gizemi, o saatte açık olması vs. hepsi bizleri gerilime taşıyan ve bir şeyler olacak duygusunu hissettiren kareler. Bu konuda seyirciyi pek de sürprizli bir son beklemiyor desek de bu kadarını tahmin edemezdik kıvamında bir son yaşatıyor bize film… Kısa filmde gerilim, slasher pek tercih edilmeyen öğeler, seni cesaretlendiren ne oldu?

Bunları duymak çok sevindirici. Sona dair böyle düşünmüş olmanız da mutlu etti açıkçası. “Söylenebilecek her şey zaten söylenip bitmiştir” klişesinin geçerliliğine inanan biri olarak hala bu söylenenleri duymamakta direnen insanlara özgün bir şekilde bir şeylerin anlatılmasından yanayım. Hoş bu bir yerlere biraz daha kestirmeden gelmemi engelleyecek bir seçimdi ve yaşım da çevremdeki çok başarılı ve deneyimli filmcilerden biraz yukarıda. Beni cesaretlendiren günün sonunda okyanustaki farklı renkte bir damla olmaktı. Amerika’daki eğitimim sırasında hatırımda kalan bir şiirden küçük bir alıntıyla bu cevabı sonlandırmak istiyorum izin verirseniz:

…Two roads diverged in a wood, and I—
I took the one less traveled by,
And that has made all the difference.

(The Road Not Taken, Robert Frost)

Bu tarz filmlerden festivaller de uzak durur, ancak korku filmine kucak açan daha fantastik yapımları tercih eden festivallerde yer bulur, filmin festival yolculuğu nasıl ilerliyor?

Türe de yakışır bir tabirle kanayan bir yaraya parmak bastınız demek istiyorum. Ukala bir yerden bazı prestijli ulusal festivallerin seçkisine dahi bu filmin alınmamasının tek sebebi türüdür demek istemiyorum ama geçmiş günümüze de biraz ışık tutuyor diyebiliriz. Orijinal bir fikirle eser üreten yazar ve yönetmenler de benzer bir festival süreci yaşamıştır diye düşünüyorum. Ödül değil, seyirci ve seyirci tepkisi kovaladığımı fark ettim.  Bunu da MUBİ Platform Ödülü’yle döndüğüm 4. Kaş Film Festivali’nde anladım. Türkiye’de böylesine bir atmosferi olan bir festival bulamazsınız. 100’lerce insan antik tiyatroda toplandı ve Kendi Saçını Kesen Berber’i izlerken kahkahalara boğuldu, korkudan aynı anda sıçradı, iğrenip gözlerini kapattı, kapanış jeneriğinde şarkıya eşlik etti ve ardından alkış aldı. 14 dakikadan kısa bir sürede yüzlerce insana bu duyguların hepsini yaşatabildiğimi görmek en büyük ödüldü. Yine bu festival öncesinde 15.’si düzenlenen ve bir tür filmi festivali olan Sinepark Kısa Film Festivali de KSKB’yi İzleyici Özel Ödülü’ne layık gördü. Dünya prömiyerini de Latin Amerika’nın en büyük tür filmi festivali olan 21. Fantaspoa International Fantastic Film Festival of Porto Alegre’de yaptı. KSKB’nin tür filmi festivalleri açısından çok iyi bir başlangıç yaptığını düşünüyorum. Türkiye’de de Kaş gibi vizyoner ve kapsayıcı nice festivale girmek umuduyla diyeyim. Henüz daha yeni başladı festival yolculuğu ve benim için de heyecan verici. 1,5 sene daha devam edecek gibi çünkü her festivale tek senede gönderecek maddi kaynak yok; malumunuz sponsorlukların dışında kitle ve cepten fonlamayla çekildi.

Bu bir ilk film olduğu için hangi koşullarda çekildi onu sorayım, zorlandınız mı, çekerken seyircinin tepkisini düşündünüz mü?

Bu film bir 21 Aralık gecesi ve tek gecede çekildi. Avantajımız, en uzun geceye denk gelmekti. Yaşadığım en en büyük zorluksa İstanbul’un tam göbeğinde, Nişantaşı’nda bir berberde ve kıyamet gibi bir yağmurlu günde çekmek oldu. Set saati 2 saat sarktı ve belli başlı zor kararlar vermek zorunda kaldığım oldu. Neyse ki çok çalışkan ve dinamik bir yardımcı ekibim vardı ve birçok krizi daha kriz olmadan çözdüler (Dilay ve Tuğba’ya sevgiler). Benim ilk filmim olmasının getirdiği ve tek atımlık bir kurşunla tüm ekibin bu filme gönülden ayırabileceği tek bir gecemiz olmasının da katladığı muazzam bir gerginlik vardı üzerimde. Bunun görsellikten tavize yol açmaması için elimden geleni hazırlık sürecinde yapmış olsam da canım dostum ve görüntü yönetmenim Evren’in arkamı kolladığı anlar da oldu. Seyircinin tepkisini tahmin etmiştim fakat kahkahanın bu dozda olacağını beklememiştim. Ulvi’nin oyunculuğu sayesinde istediğimin çok daha fazlasını alabildim.

blank

Oyuncu seçimi konusunda nasıl çalıştınız, iki oyunculu bir film. İkisi de deneyimli oyuncular. Onların senaryoya ve rollerine bakış açısı nasıl oldu?

Oyunculuk konusunda hem işin mutfağından gelmeyen hem de ilk filmini çeken bir yönetmen olarak dört ayak üstüne düştüğümü söylemeliyim. Türkiye’nin en iyi aktörlerinden olan Erol Babaoğlu ve Ulvi Kahyaoğlu ile çalıştım. Hem Azmi Keskin’de hem de Armağan karakterinde görmek istediğim şeyler benim için çok berraktı. Bunu minimum eforla oyuncularıma aktarabilmek ve küçük müdahalelerle oyunda çok iyi sonuçlar alabilmek de büyük bir hazdı çekim sırasında. Monitör başında gördüklerim karşısında yüzümün sürekli güldüğünü hatırlıyorum. Bunun sebebi her iki oyuncunun da yoğun programlarına rağmen senaryoya inandıkları için özverili bir tutum sergilemesiydi.

Bundan sonra neler çekme isteğindesin, benzer bir konu mu olur, yoksa tamamen farklı bir şey mi?

Kendime çizdiğim çok net bir plan var aslında. Yazacağım 3 kısa film var ve bunların ya hepsinin ya da birkaçının uzun versiyonunu da çekme niyetindeyim öncelikle. Whiplash örneğindeki gibi. Biri suç-gerilim, diğeri dram, bir diğeri ise biraz the Fall (2006) tadında sinemaya yazılmış kısa bir aşk mektubu. Bunların uzunlarının ardından bir soft bilim kurgu, bir neo-noir suç üçlemesi ve bir de tam teşekküllü bir bilim kurgu gelecek gibi duruyor. Tek bir janra bağlı kalabileceğimi sanmıyorum. Hayatım çok çeşitli yerlerde ve koşullarda, çok farklı şeyleri deneyimleyerek geçti. Hayatın içinden geçerken üzerime yapışan hikayeler de bunları anlatma şeklim de bence bunu yansıtacak.

Son olarak neler söylemek istersin?

Çok konuştum o yüzden kısaca sevdiğim bir sözle bitirmek istiyorum: “Güzellik, yaratılmaz; ya fark edilir ya da gözden kaçar.” Kendinize ve etrafınıza iyi bakın.

blank

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Hasan İnce: ‘Ajite anlatım sanatsal değerden taviz vermektir’

Hasan İnce, alaylı, aynı zamanda meraklı bir kısa filmci. Bizimle
blank

Muhammet Beyazdağ: ‘İlk “çocuk damat” filmini ben çektim’

Muhammet Beyazdağ çocuk gelinlerin ve damatların duygularına tercüman olmaya çalışıyor