42. Münih Film Festivali Kültürel Çeşitliliğe Alan Açıyor

27 Haziran-6 Temmuz 2025 tarihleri arasında düzenlenen 42. Münih Film Festivali, 28 Haziran Cumartesi günü Gasteig HP8’de gerçekleştirilen şenlikli açılış töreniyle resmen başladı. Etkinliğe yaklaşık 1.600 davetli katılarak festivalin coşkulu başlangıcına tanıklık etti.

13-23 Şubat 2025 tarihleri arasında düzenlenen Berlinale, yoğun kar yağışı ve dondurucu soğuklar eşliğinde gerçekleşirken; Münih Film Festivali ise sabırsızlıkla beklediğim güneşli günlere denk geldi. Elbette Münih’in yağmursuz bir yüzü pek nadirdir; ancak buna rağmen konuklar sabah saatlerinde Isar Nehri kıyısında serinleme fırsatı da bulabildiler. Münih denildiğinde pek çok kişinin aklına ilk olarak kentin ikonik bira kültürü gelir; Octoberfest’le beraber Englischer Garten’daki Chinesischer Turm Biergarten veya Augustiner-Keller gibi klasik örneklerini verebileceğimiz bira bahçeleri ve Augustiner Bräu, Löwenbräu, Hofbräu München, Paulaner, Hacker-Pschorr, Spaten-Franziskaner gibi fabrikalar, hem kentte hem de dünyada Münchner Bier (Münih Birası) markasını temsil ederler. Münih’te biranın bir litrelik bira bardaklarında (Masskrug) içilmesi klasik bir gelenek iken ayrıca bir bira bahçesi yasasından (Bayerisches Biergartenrecht) bahsedilir ki bu da 1812’de Bavyera Kralı I. Maximilian tarafından çıkarılan bir yasa. Bu yasa halka açık bira bahçelerine, halkın yiyeceğini getirmesine izin verilmesini kapsıyor. Bira festivaliyle, yasasıyla, üretimiyle bu kadar Münih’te varlığını hissettirirken festival organizasyonu da bu geleneği yaşatarak katılımcılara festival çantasının içerisine katalog, program, tanıtımlarla birlikte “Bierpassport”u da koymuş. HB München’in Beergarden Convention alanında sunduğu ücretsiz bira ikramları, sinema keyfini kentin kültürel dokusuyla bütünleştirme yönünde, ve elbette sponsorluk anlamında da festival için önemli.

İzlediğim film ve dizilerden bahsedeyim biraz da.

Pazar gününe Pumuckl’un maceraları ile başladım. Ein Nachmittag mit dem Pumuckl (Pumuckl ile Bir Öğleden Sonra) Cinekidl bölümünde yarışan bir dizi. Türkiye’de festival filmleri genellikle bağımsız, yavaş tempolu, karanlık ve ağır anlatımlı yapımlarla eşleştirilir. Oysa uluslararası birçok festival, bu dar bakış açısının ötesinde, çok çeşitli tür ve anlatım biçimlerini içeren, her yaşa ve zevke hitap eden zengin programlarla izleyiciyle buluşuyor. 50’yi aşkın ülkeden 150’den fazla filmi izleyiciyle buluşturan festival, Cinemasters, CineVisions, CineRebels Yarışması, CineKindl Yarışması, Yeni Alman Sineması, Yeni Alman Televizyonu, Uluslararası Bağımsızlar ve Spotlightler gibi çeşitli yarışma ve gösterim bölümleriyle dikkat çekerken, farklı tür ve anlatım biçimlerine geniş bir yelpaze sunuyor. Bu durum da festivallerin sinema sanatını canlı, erişilebilir ve çok katmanlı bir deneyim olarak sunması anlamına geliyor.

Ein Nachmittag mit dem Pumuckl, Almanya’da ve özellikle Münih’te kült statüsünde olan Pumuckl karakterinin yeni maceralarına odaklanıyor. Münih’te bulunmak ve kentin kültürünü derinlemesine deneyimlemek isteyince, Pumuckl üzerine bir yapım izlemek benim için en cazip seçeneklerden biri oldu. Böylece hikayenin geçtiği kentin tam kalbinde, aynı kentte geçen bir diziyi izlemek, adeta dizinin içine dahil olmak hissi yarattı.

blank

Pumuckl, Alman yazar Ellis Kaut tarafından 1962’de yaratılmış, görünmez bir kobold (Alman folklorunda küçük, yaramaz bir cin) olarak tanınıyor. Hikayede Münih’te yaşayan marangoz Meister Eder’in atölyesinde ortaya çıkan Pumuckl, görünmezliği sayesinde insanlarla sürekli şakalar yapar; ancak bir gün Eder’in tutkalına yapışır ve o andan itibaren sadece Eder’e görünür olur. Böylece Eder’in yaramaz ama sevimli Pumuckl’la maceraları başlar. Pumuckl’un hikâyeleri, 1960’lı yıllarda Almanya’da yayımlanan kitaplar ve radyo oyunlarıyla popülerleşir, 1980’lerde ise Meister Eder und sein Pumuckl adlı televizyon dizisiyle Almanya genelinde kült bir fenomene dönüşür. İzlediğim ise dizinin güncel uyarlaması. Kırmızı saçları, parlak sarı pantolonu, sivri sesi ve kurnaz halleriyle Pumuckl, Alman çocuklarının büyürken en çok izlediği karakterlerden biri olur, yetişkinlerin de nostaljik bir bağ kurduğu bir figür olarak hafızalara kazınır.

Bugün Münih’teki Deutsches Theater’in yaklaşık 1.500 koltuk kapasitesine sahip ana salonu (Großes Haus) dolmuştu ve Salı günü olan Neue Geschichten vom Pumuckl gösteriminin biletleri ise çoktan tükenmişti. Gösterim başlamadan hemen önce, dizinin yönetmeni Marcus H. Rosenmüller ve moderatör Tim Gailus, izleyicilere Pumuckl dizisinin ikonik şarkısı “Hurra, hurra, der Pumuckl ist da!”yı söyletti; tüm salonun coşkuyla katıldığı bu an, çocuklardan bir zamanlar çocuk olup Pumuckl ile büyüyen yetişkinlere kadar herkesin yüzünde samimi bir neşe bıraktı ve Münih’e özgü bu masal karakterinin salondaki herkesi bir araya getirdiğini hissettirdi.

Florian Brückner’in Florian Eder’i canlandırdığı üç bölümünü izlediğim bu diziden sonra pazarın ilk filmi Exposure idi. Arthur Schnitzler’in kısa romanı Fräulein Else’den uyarlanan Exposure, ailesinden kaynaklanan ciddi bir kriz bağlamında genç Lili’nin yaşadığı psikolojik ve ahlaki çatışmaları inceliyor. Lili, annesinden gelen iki telgrafla, acil olarak önce 30.000, ardından 50.000 euro tutarında paraya ihtiyaçları olduğunu, bu paranın öğlene kadar temin edilmesi gerektiğini aksi takdirde babasının hapis cezası alacağını öğrenir. Annesi babasını kurtarmak için acilen aile dostları Dorsday’dan yardım talep etmesini söyler genç kızına bu telgrafta. Genç kız güç bela durumu yaşlı Dorstay’a açtığında, Dorsday genç kızdan babasının kurtuluşu karşılığında tek gecelik bir görüşmeye razı olması teklifinde bulunur. Bu durum Lili’yi derin bir krizle karşı karşıya bırakır. Film, Lili’nin iç dünyasındaki bu çatışmaları ve karmaşayı, karakterin iç sesiyle anlatırken, bu anlatım tekniği, izleyicinin Lili’nin psikolojik durumuna doğrudan tanıklık etmesini sağlar. Ancak bu durum, bana kalırsa filmin temposunu yavaşlattığı için aynı zamanda izleyicide karmaşık ve zorlayıcı bir seyir deneyimi de yaratıyor.

blank

Pazar günü izlediğim ikinci film, 18.30’da Deutcher Theater’da izlediğim, festivalin Yeni Alman Sineması bölümünde yer alan ve Münih Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştiren Mädchen Mädchen (Kızlar). 2025 yapımı Almanya-Avusturya ortak yapımı filmin yönetmenliğini Martina Plura üstlenirken, senaryosu Katharina Kiesl tarafından kaleme alınmış. Başrollerinde Kya-Celina Barucki, Julia Novohradsky ve Nhung Hong yer aldığı yapım, 2001 yapımı Mädchen, Mädchen filminin güncel bir yeniden uyarlaması olarak, ana akım sinema için gençlik temalarını samimi ve eğlenceli bir dille ele alıyor. Üç teenager kızın büyüme deneyimlerini, duygusal bağlarını ve arkadaşlık ilişkilerini konu alan 2025 uyarlaması Mädchen Mädchen, aynı zamanda ebeveyn-çocuk ilişkilerini. de mizahi bir dille ele alıyor. Filmdeki samimi ve içten sahneler salondaki izleyicileri kahkahalara boğarken, filmin tüm ekibi film sonrası sahneye heyecanla yerlerini aldılar.

Festivalde Cumartesi izlediğim Tunus yapımı Aicha 2024 Venedik Film Festivali’nin Orizzonti bölümünde dünya prömiyerini yaptı ve bu festivalde En İyi Akdeniz Filmi ödülünü kazandı. Bu önemli başarı, filmin uluslararası sinema çevrelerinde dikkat çekmesini sağladı. Yönetmen Mehdi M. Barsaoui tarafından 2024 yılında çekilen film, Münih’te Cinemasters bölümünde yarışıyor.

Film, Tunus’ta yaşayan genç bir kadının, ailesinin ve toplumun baskıları arasında sıkışmış bir kadının özgürlük arayışını ve kendini keşfetme sürecini anlatıyor. Filmin konusu kısaca şöyle: Çalıştıkları otele giderken bindikleri servis aracının kaza yapması sonucu otel çalışanları ölür. Bu kazadan kurtulan tek kişi olan Aicha ise durumu fırsata çevirir, kimliğini gizler, Tunus’a gider ve kendisine yeni bir yaşam kurmaya çalışır. Fatma Sfar’ın güçlü performansıyla öne çıkan film, günümüz Tunus toplumunu hem yerel hem evrensel temalarla ele alırken, zaman zaman ritminin yavaşlaması izleyiciyi yorabiliyor.

blank

Bu arada yurtdışında her festivalde olduğu gibi bu festivalde de ülkemizi temsil eden isimleri gözlerim aradı. Murat Fıratoğlu’nun yönetmenliğini üstlendiği Hemme’nin Öldüğü Gün filmi de festivalin programında yer alıyor ve Türk sinemasının çağdaş anlatılarına uluslararası görünürlük kazandırıyor. Filmi her ne kadar Adana Film Festivali’nde izlesem de buradaki gösterim için yerimi ayırttım bile. Ayrıca festivalin Yeni Alman Sineması jürisinde Erol Afşin, Genç Jüri kategorisinde ise Berke Çetin jüri üyesi olarak yer alıyor. Ayrıca Derya Akyol’un rol aldığı Gen Z. Euphorie filmi de festivaldeki dikkat çekici yapımlardan biri olarak öne çıkıyor.

Münih Film Festivali’nde geçirdiğim ilk iki gün, sinemanın farklı kültürlerden sesleri nasıl bir araya getirebileceğini ve festivalin şehrin enerjisiyle nasıl bütünleşebileceğini ve bir film festivalinin eğlenceli de olabileceğini bir kez daha gösterdi. Önümüzdeki günlerde keşfedeceğim yeni filmleri ve hikâyeleri sabırsızlıkla bekliyorum.

blank

Zehra Yiğit

Zehra Yiğit, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı bölümünde devam etti. Oxford Üniversitesi ve Novisad Üniversitesi'ne Visiting Researcher olarak giden Yiğit, İtalya, Portekiz, Sırbistan, Gürcistan, İngiltere gibi pek çok ülkede ders ve seminer verdi, proje ortaklığı yaptı. Yiğit, şu an Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölüm Başkanı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

15. Randevu İstanbul’dan Pelikül Kabuslar

Festivalin, en çok ilgimizi çeken bölümü, tabii ki Pelikül Kabuslar
blank

İstanbul Film Festivali’nin Karanlık Filmleri 2018

İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 37. İstanbul Film