Bir Kültür Antikası Olarak Film Eleştirmeni

Eleştirinin İmkânsızlığı Üzerine…

Görsel çağda söze yer kalmadı. Sinema gibi bir görsel sanatı kelimelerle çözümlemeye çalışan film eleştirmeni, bugünün hız ekonomisinde neredeyse anakronik bir figür. Eskiden eleştiri, bir düşünsel pratikti; bir filmi izlemek kadar onu anlamlandırmak da seyir deneyiminin parçasıydı. Bugün bu süreç “paylaşım”a indirgenmiş durumda.

Eleştirmen, uzun süredir toplumsal işlevini yitirmiş bir kültür antikası. Artık yalnızca kendi geçmişiyle övünen, nostaljik bir hatıra gibi. Bu yazı, film eleştirisinin hem tarihsel önemini hem de bugünkü yersizliğini sorgularken şu temel soruya cevap arıyor: Eleştiri yeniden sahici bir eylem olabilir mi, yoksa sonsuza dek PR’ın gölgesine mi hapsoldu?

Eleştirinin Doğuşu: Sinemayı Ciddiye Almak

Sinema eleştirisinin modern biçimi, 20. yüzyılın ortalarında ortaya çıktı. Fransa’da Cahiers du Cinéma çevresiyle birlikte, sinema yalnızca eğlencelik bir form değil, sanatsal bir ifade alanı olarak görülmeye başlandı. André Bazin, François Truffaut, Jean-Luc Godard gibi isimler sadece film yazmadılar; yazdıklarıyla da sinema yaptılar.

Bu dönem, eleştirmenin ilk kez “yaratıcı” olarak tanımlandığı dönemdi. “Auteur kuramı” sadece yönetmenleri değil, eleştirmenleri de özgürleştirdi. Bir filmin içindeki anlamı çözümlemek, onu yeniden yaratmakla eşdeğerdi. Sinema eleştirmeni bir tür filozof, sanatçının bir yansımasıydı.

Türkiye’de ise 1960’lardan itibaren bu anlayış Yeni Sinema Dergisi çevresiyle filizlendi. Atilla Dorsay, Nijat Özön, Giovanni Scognamillo gibi isimler, sinema yazarlığını ciddiye alan ilk kuşaktı. O dönemin eleştirmeni gazetede köşesi olan, film setine davet edilen, yönetmenlerle tartışan bir figürdü. Yani kültürel hayatın aktif öznesi.

1970’ler ve 80’ler, eleştirmenin altın çağıydı. Sinema dergileri, kültür ekleri, televizyon programları eleştirmenleri “otorite” haline getirdi. Pauline Kael, Roger Ebert, Stanley Kauffmann gibi isimler, izleyicinin filmle kurduğu duygusal bağda yönlendirici oldular.

Kael’in bir film hakkında söylediği tek cümle, gişe kaderini değiştirebiliyordu. Ebert’in bir başparmak hareketi, milyonların izleme kararını belirliyordu. Bu dönemde eleştirmen, “seyirci için düşünen kişi” olarak varlık kazandı.

Fakat bu otorite, aynı zamanda kendi sonunu da hazırlıyordu. Eleştirinin “yüceltilmesi” onu halktan kopardı. Sinema eleştirmeni, salondan çok festivalde konuşan bir figüre dönüştü.

Dijitalleşme: Eleştirinin Demokratikleşmesi mi, Enflasyonu mu?

2000’lerle birlikte internet, her şeyi değiştirdi. Bloglar, forumlar, sonrasında sosyal medya… Sinema yazmak artık sadece bir çevreye ait değildi. Herkes yazabiliyor, herkes “eleştirmen” olabiliyordu. Bu durum ilk başta umut verici görünüyordu: nihayet eleştiri halka iniyordu. Ancak kısa sürede ortaya çıkan şey, bir yorum enflasyonu oldu.

Artık herkesin bir fikri var ama kimsenin bir fikri yok. Eleştirinin bilgiye, sezgiye ve tarihe dayalı otoritesi, “beğenmedim çünkü sıkıcıydı” cümlesine yenildi. Sosyal medyanın algoritmik doğası, popüler olanı ön plana çıkarırken düşünsel olanı bastırdı. Eleştirmen artık bir “fikir lideri” değil, bir “etkileşim birimi”. Görev tanımı da buna göre değişti: analiz etmek değil, tanıtmak.

Film eleştirisi bugün büyük oranda PR mekanizmasının parçası. Özel gösterimler, davetler, hediyeler, ambargolar… Eleştirmenler, filmin estetik değerini tartışmaktan çok, lansmanına katkı sunuyor. Artık “eleştiri” başlığı altında çıkan yazıların çoğu birer basın bülteni. Negatif yorum yapmak riskli; sektör kapılarını kapatabilir. Bağımsız eleştirmen ise çoğu zaman yalnız, görünmez ve yazının ekonomisiyle olarak hayatını sürdüremez durumda.

Bu tablo eleştirmenin kamusal etkisini ortadan kaldırdı. Eskiden bir film hakkında tartışma yaratabilen eleştirmen, şimdi kendi yankı odasında yazıyor. Yazılarını okuyanlar, zaten onunla aynı fikirde olan küçük bir topluluk. Eleştiri bir fikir değil, aidiyet göstergesi.

Türkiye’de, 90’larda televizyonlarda, gazetelerde kendine yer bulan eleştirmenler, medya holdinglerinin küçülmesiyle birlikte sahneden silindi. Popüler Sinema, Altyazı Dergisi, Arka Pencere gibi platformlar bir süre için bu boşluğu doldurdu; ama dijital dönüşüm onları da içine çekti.

Bugün Türkiye’de film eleştirmenliği iki uçta var oluyor:

1. Akademik gettoda yaşayan, sadece kendi çevresine yazan ve halkla bağı kopmuş “entel” eleştirmen.
2. Sosyal medya fenomeni olarak konumlanan, markalarla işbirliği içinde “eğlenceli” film anlatıcısı.

Gerçek eleştirmen, bu iki uç arasında sıkışmış durumda. Yazıyor, düşünüyor, ama duyulmuyor.

20 yıldır gözünüzün önünde olan Öteki Sinema bir direnç noktası. 2005’ten itibaren, ne akademik snobizme ne de popüler PR diline teslim olmadan sinemayı bir tutku, bir sorgulama alanı, bir hafıza mekânı olarak savunduk. Öteki Sinema, Türkçe sinema yazınının dijital dönüşüm çağında bir alternatif arşivi — yalnızca filmleri değil, onları izleme biçimimizi de tartışmaya açıyoruz. Bu platform, sinemaya gözü kapalı hayranlıkla değil, bilinçli sevgiyle yaklaşan bir eleştirmen kuşağının yetişmesine katkıda bulunmak istiyor. İnadına bir çaba!

Eleştirinin Geleceği: Yeniden İnşa Mümkün mü?

Eleştirinin geri dönmesi için önce anlamını hatırlaması gerekiyor. Eleştiri, bir yargı değil, bir okuma biçimi. Bir filmi “iyi” ya da “kötü” diye damgalamak değil, onu çözümlemektir. Anlam katmanlarını açmak, görüntünün ardındaki sesi bulmaktır. Belki de geleceğin eleştirmeni artık gazetelerde değil, bağımsız platformlarda; sosyal medyada değil, uzun soluklu denemelerde var olacak. Belki yeniden “yavaşlık” değerlenecek.

“Düşünmek hâlâ bir eylemse, eleştirmen hayattadır.”

MTŞ

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusu ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı, "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanı ve "Agatha'da Cinayet" adlı tiyatro oyununun yazarıdır. Sinema yazılarına Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Başka Bir Türk Korku Sineması Mümkün!

Başka bir Türk korku sineması mümkün! Korku sinemamıza musallat olan
blank

Kanuni’nin Westeros Seferi: Türk Dizileri Dünyayı Fethedebilir mi?

Dizi işinde ABD’nin ardından 2. olduğumuzu, 350 milyon dolarlık ihracat