Bir ‘Kahraman Korsan’ Portresi: Burt Lancaster

8 Mayıs 2017

BURT LANCASTER: FİLMOGRAFİSİNDEN SEÇMELER

Geldik ustanın film seçkisine. Dev isimler söz konusu olduğunda, seçki hazırlarken büyük kararsızlıklar yaşıyorum. Burt Lancaster’ın 80’den fazla filmi var. Ama benim beğendiğim film sayısı 40’ın üstünde. O sinsi gülüşünden midir, otoriter sesi ve cüssesinden midir nedir, neredeyse kötü bir performansını hatırlamıyorum. Sayıyı aşağı yukarı üçte bire indirmem ve 15 civarına çekmem gerekiyordu, o nedenle, bazı elemeler yaptım. Başka aktörlerin biyografilerini yazarken bahsettiğim ya da bahsedebileceğim bazı filmleri hariç tuttum, “From Here to Eternity” (İnsanlar Yaşadıkça, 1953) ve “Judgment at Nuremberg” (Nürenberg Duruşması, 1961) gibi. Ayrıca “Barnum” (1986) gibi beğendiğim TV filmlerini de hariç tuttum ve bir tanesi hariç sadece başrolde oynadığı filmlere odaklandım. Her zaman yaptığım gibi bir-iki filmi de gizlemiş bulundum, idare edin. Yine de muhteşem bir seçki oldu. İşte büyük bir ismin harikulade biyografisinden sizin için seçtiklerim.

THE KILLERS (KATİLLER, 1946)

“The Killers” (1946) hem Burt Lancaster’ı hem de güzeller güzeli Ava Gardner’ı bir anda zirveye çıkaran film. Kara filmlerin en büyük yönetmenlerinden biri, hiç kuşkusuz, Robert Siodmak’tır. Siodmak’ın Ernest Hemingway’in kısa öyküsünden uyarladığı “The Killers” hem oyunculukları, hem konusu hem de karanlık dokusuyla bir kara film başyapıtı. Andrey Tarkovsky’nin de arkadaşlarıyla birlikte bu hikâyeden bir kısa film çıkardığını not düşelim.

BRUTE FORCE (1947)

“Brute Force” (1947), en sevdiğim hapishane filmlerinden birisi. Lancaster, hapisten kaçmak için plan yapan 7451 numaralı mahkum rolünde adeta döktürüyor. Plana dahil olan kişilerin neden kodese düştüklerine dair geriye dönüşlerle hikâye zenginleşiyor. İnsanın tüylerini diken diken eden aksiyon dolu kanlı final ve işkenceyi gelenek hâline getiren Çavuş Munsey rolünde harikalar yaratan Hume Cronyn unutulmaz.

SORRY WRONG NUMBER (YANLIŞ NUMARA, 1948)

“Sorry, Wrong Number” bir kurgu ve tasarım harikası. Birinci sınıf bir senaryo, birinci sınıf bir teknik denetimle taçlandırılıyor. Filmde, hikâyeyi bütünleyen ve düğümün/sırrın çözülmesini sağlayan 5 geriye-dönüş (flashback) kullanılır. Geriye-dönüşlerin asıl önemi niceliği değil niteliğidir. 5 geriye-dönüş 5 ayrı kişinin (Elizabeth, Leona, Sally, Doktor ve Evans) hikâyenin neresine oturduğunu gösterir. Dördüncü geriye-dönüş, teknik açıdan filmdeki en çarpıcı anlatım biçimini oluşturur çünkü içinde iki ayrı katmana mensup iki geriye-dönüş daha içerir. Yani geriye-dönüş içinde ikinci bir geriye-dönüş vardır, ikinci geriye-dönüş içinde de bir üçüncü geriye-dönüş vardır. “Sorry, Wrong Number” (Yanlış Numara, 1948) hakkında çok kapsamlı bir inceleme yapacağım. Şimdilik bu kadar.

CRISS CROSS (1949)

Robert Siodmak ve Burt Lancaster tekrar bir arada. Aslında “Criss Cross”un şablonu biraz “The Killers”ı (1949) andırıyor. En az onun kadar karanlık bir film. Görüntü çalışması muazzam, senaryo harika. Hemen her kara filmde olduğu gibi burada da planlandığı gibi gitmeyen ve felaketle sonuçlanan bir iş var, bu defa bir soygun. Bu soygun, insanın üstüne adeta öküz gibi çöken dehşet bir finalle neticeleniyor. Bahseden görmedim ama John Huston’ın “The Asphalt Jungle”ı (Elmas Hırsızları, 1950) ve Stanley Kubrick’in “The Killing”i (Son Darbe, 1956) bu filme çok şey borçludur çok. Bilhassa plana müdahil olan “eş” faktörü bakımından. Dan Duryea’nın Slim Dundee tiplemesiyle adeta devleştiği “Criss Cross” aynı zamanda Tony Curtis’in ilk filmi.

blankTHE CRIMSON PIRATE (KAHRAMAN KORSAN, 1952)

Hikâye biraz laylaylom ama Robert Siodmak’ın yönettiği “The Crimson Pirate” (Kahraman Korsan, 1952) Burt Lancaster’ın akrobasi yeteneklerini görmek için birebir. Lancaster bir korsanı oynuyor ve sirk yıllarından yakın arkadaşı Nick Cravat da “Ojo” rolünde. “A Tale of Five Cities” (1951 filminde izleyip beğendiği güzeller güzeli Eva Bartok’a telgraf çekip bu filmde rol almasını rica eden Lancaster olmuş. Lancaster filmde bir dublörün bile yapmakta zorlanacağı ne varsa yapıyor, izleyince bana hak vereceksiniz. Perdede, fiziksel anlamda o denli kusursuz bir görüntü sergiler ki, yönetmen John Frankenheimer bir seferinde şöyle demiş, “Hiç kimse (fiziksel açıdan) ‘The Crimson Pirate’daki  Burt Lancaster gibi görünmemiştir”.

VERA CRUZ (İSTİKLAL KAHRAMANLARI, 1954)

Burt Lancaster’ın çok sayıda westerni var, çoğu da iyi film. “Vera Cruz”u (İstiklal Kahramanları, 1954) seçmemin sebebi, onun “The Grin” (Sırıtış) adını verdiği ölümcül gülüşüyle özdeşleşen filmlerden biri olması. Hem favori yönetmenim Sergio Leone’nin de en sevdiği filmlerden biri buymuş. “Vera Cruz”un yönetmeni Robert Aldrich. İki büyük dev Gary Cooper ve Burt Lancaster karşı karşıya. Jack Elam, Charles Bronson ve Ernest Borgnine gibi isimler de cabası. Burt Lancaster’ın oyun stilindeki en büyük özelliklerden biri, bazı rollerde bunu rahatlıkla yapabilecek durumda olmasına rağmen karşısındaki aktörleri asla ezmeyen bir tarza sahip olmasıdır. Onun, birlikte oynadığı oyuncuları da yükselten bir oyun tarzı vardır. Bu sonucu, yıldızı olduğu filmlerde karşısında oynayan aktörlerin aday olduğu ödül sayısından rahatlıkla çıkartabiliyoruz. Yapımcı olduğunda dahi, herhangi birine müdahale ettiğine dair tek bir cümle okumadım bugüne kadar. Biz ne starlar gördük, kurguda yardımcı aktörlerinin/aktrislerinin sahnelerini kestiren. Mesela, başkası olsa “Vera Cruz”da Gary Cooper’ı oyunculuk anlamında rahatlıkla ezebilirdi ama Lancaster öyle biri değil. O, rol gerektirmiyorsa, büyük oynamaya çalışmaz. Rol çalmaya çalışmaz. Abartılı oynamaz. İşte, biraz da o nedenle filmografisi içinde başyapıt sayısı çoktur. Bu da onlardan biri.

TRAPEZE (TRAPEZ, 1956) ile ilgili görsel sonucuTRAPEZE (TRAPEZ, 1956)

Zaten Carol Reed hayranıyım, üstüne bir de kadroda Burt Lancaster, Tony Curtis ve Gina Lollobrigida var. Küçükken bu filmi televizyonda birkaç defa izlemişimdir, hepsinde de nefesimi tutarak. Bu filmdeki oyunculuğuyla Berlin’den Gümüş Ayı ödülü alan Lancaster geçmişinin köklerine iniyor ve (hem aktör, hem yapımcı olarak) muhteşem bir film ortaya koyuyor. Burt Lancaster, Lon Chaney’nin “The Unknown” (1927) filminin büyük bir hayranıymış. Bu filmde buna dair tematik bir emare var, belki de bu filmi çekmek istemesinin sebebi o. Neyse, “Trapeze” (Trapez, 1956) gösterime girdiği yılın en yüksek gişe geliri elde eden filmi olmuş. Lancaster çok tehlikeli bir hareket hariç (ki, onu da arkadaşı Nick Cravat yapmış) dublör kullanmamış. Filmdeki gösterilerde yapılan trapez numaralarının ne kadar tehlikeli olduğunu şöyle özetleyeyim: Gina Lollobrigada’nın bir dublörü burnunu kırmış, bir diğeri ölmüş!

SWEET SMELL OF SUCCESS (BAŞARININ TATLI KOKUSU, 1957)

Lancaster bir seferinde şöyle demiş. “Bir gün bir yıldız (star) olarak uyandım. Dehşet vericiydi. Sonra iyi bir aktör olmak için sıkı çalıştım.” Bu da o sıkı çalışmaların ilk büyük meyvesi. Burt Lancaster’ın “Sweet Smell of Success”de (Başarının Tatlı Kokusu, 1957) canlandırdığı J.J. Hunsucker karakteri, şahsi kanaatimce kariyerinin en iyi performansı. Tony Curtis de döktürüyor. Film zaten boğucu bir yaz gecesi gibi, size nefes aldırmıyor. Ama Lancaster’ın vücut diline, repliklerini verme hızına ve biçimine dikkat edin. Bir oyunculuk gövde gösterisi. Sadece Lancaster’ın değil sinema tarihinin en iyi performanslarından biri. Film mi? Milyon kere başyapıt!

“THE DEVIL’S DISCIPLE” (ŞEYTANIN TALEBESİ, 1959)

Aslında zannedildiği kadar sıkı fıkı olmayan Burt Lancaster ve Kirk Douglas ikilisinin birlikte oynadıkları yedi film var. “I Walk Alone” (1948), “Gunfight at the O.K. Corral” (Vahşi Mücadele, 1957), “The Devil’s Disciple” (Şeytanın Talebesi, 1959), “The List of Adrian Messenger” (Sonsuz Sokaklar, 1963), “Seven Days in May” (Heyecanlı Günler, 1964), “Victory at Entebbe” (1976) ve “Tough Guys” (Sert İkili, 1986). Bunun dışında da birlikte çeşitli projeleri ve eylemleri var hatta bir iki tanesi çok ilginç, ama aktör olarak yer aldıkları filmler bunlar.  “Gunfight at the O.K. Corral”ı Kirk Douglas yazısına saklıyorum, “Seven Days in May”i ise bir başka aktöre, o yüzden seçimim, George Bernard Shaw’un pek de beğenmediği bir oyunundan uyarlanan “The Devil’s Disciple” olacak çünkü bu filmde bir de Laurence Olivier var! Zaten Olivier’ı bir kostüm içinde gördüğünüz film, kötü olamaz.

ELMER GANTRY (1960)

“The Train” (1965) filmindeki rol arkadaşı Jean Moreau bir seferinde Burt Lancaster için şöyle demiş, “Bir kül tablasını bile kaldırmadan önce, bunun arkasında yatan gerekçeyi saatlerce tartışmak zorundaydı.” Lancaster’ın detaycı kişiliğini en iyi özetleyen tespit. Lancaster ve Brooks “Elmer Gantry”nin (1960) senaryosu üzerinde tam 7 ay çalışırlar. Evet, 7 ay! Lancaster, ana karakteri kişisel deneyimleriyle süsler. Şöyle der film hakkında Lancaster, “Bazı roller size bir eldiven gibi oturur. Elmer bir rol kesme değildi. O, bendim”. Bunu doğrulayan bir örnek de şu. Filmin gösterime girdiği dönemde, Elmer Gantry’yi izleyen (ve çok uzun zamandır temasta olmadığı) eski bir mahalle arkadaşı Lancaster’a bir mektup yazar ve şöyle der: “Çocukken, bize aşağı yukarı böyle davranıyordun.” Fazla söze gerek yok, Lancaster’ın en dehşet verici performanslarından biri.

BIRDMAN OF ALCATRAZ (ALCATRAZ KUŞÇUSU, 1962)

Burt Lancaster, şirketi Hecht-Hill-Lancaster finansal açıdan sıkıntılar çektiği için United Artists için normalde aldığı ücretin beşte biri olan 150.000 dolara dört filmde oynamak durumunda kalır. “The Young Savages” (Genç Serseriler, 1961), “Birdman of Alcatraz” (Alkatraz Kuşçusu, 1962), “The Train” (Tren, 1964) ve “The Hallelujah Trail” (Büyük Takip, 1965). Dördünü de beğenirim ama “Birdman of Alcatraz”ın yeri bir başkadır. Thelma Ritter, Karl Malden, Telly Savalas, hepsi formunda. Ama işe adeta ruhunu koyan Lancaster bir başka oynuyor ve Robert Stroud rolüyle Altın Küre, Oscar ve Bafta adaylığı kapıyor. Bafta’yı alıyor ama diğer iki ödülü arkadaşı Gregory Peck’e kaptırıyor. Kaçırılmaması gereken bir hapishane filmi.

IL GATTOPARDO (LEOPAR, 1963) ile ilgili görsel sonucuIL GATTAPARDO (LEOPAR, 1963)

Saçma bir şey yaptım ve vakt-i zamanında, bilmem ne kadar yıl modern Avrupa Sineması’nın dram başyapıtları hakkında bir yazı yayınlayamayacağıma dair kendi kendime bir söz verdim. İşte o süre zarfı dolduğu zaman, ilk kaleme alacağım incelemelerden biri Visconti’nin “Il gattapardo”su (Leopar, 1963) olacak. Lampedusa’nın romanını milim milim okudum, Visconti sinemasını santim santim inceledim. Ve bu filmin, çok önemli bir tarihsel olayı arkaplana alan politik sinema literatürünün Mona Lisa’sı olduğunu düşünüyorum. Bu başarının mimarlarından biri de Burt Lancaster. Bir kar tanesi kadar kusursuz olan filmlerden biri. Aynı zamanda, Giuseppe Tornatore ve Martin Scorsese’nin en sevdiği film. Daha ne olsun?

THE SWIMMER (AŞIKLAR, 1968)

Arkadaşı Sydney Pollack, Burt Lancaster’ın 1975 yılında bile, atletizm barında sıra dışı numaralar çektiğini, günde iki-üç paket sigara ve her akşam birkaç kadeh Martini içtiğini ve haftada üç gün koşu yaptığını söyler. Frank Perry çekimleri sonlarına doğru terk edince “The Swimmer”ı bitirmek Lancaster’ın mentorluğunu üstlendiği Pollack’a kalır. Lancaster çekimleri 1966 yılında yapılan “The Swimmer” (Aşıklar, 1968) filmi için çırılçıplak soyunduğunda 52 yaşındaydı ama formunun zirvesindeydi. Yalnız küçük bir sorun vardı, tüm dünyanın “From Here to Eternity”deki plaj sahnesiyle, denizci ve korsan filmleriyle hatırladığı Lancaster sudan korkuyordu ve dikkat buyurun, yüzme bilmiyordu! O nedenle, film için yüzme dersleri almış. Ve sonuç ortada. Şahsi kanaatimce, Amerikan rüyasını bir avuç suda boğan bir başyapıt. Ulan bu filmi bir tek ben mi seviyorum diye arşivimde şöyle bir tarama yaptım ama Allah’tan öyle değilmiş. Sinema yazarı Tunca Arslan’a göre, Lancaster bu filmde kariyerinin en kompleks, en zorlu ve en unutulmaz kişiliğini ortaya koymuş. Roger Ebert de bu filmdeki oyunculuğunun Lancaster’ın en iyi performansı olduğunu söylemiş. Bence en iyi performansı değil ama en iyilerden biri olduğu kesin. Kaçırmayın.

CONVERSATION PIECE (1974)

Lancaster, Quigley Publications’ın En Çok Gişe Getiren 10 Yıldız listesine 1956 ve 1963’te iki kez girdi. İlk 20’ye ise birçok kez. Belirli bir tarihten sonra amacı, iyi bir aktör olarak anılmak oldu ve bu amaçla, dramatik yönü ağırlıklı filmlere yöneldi. Bertolucci, Malle ve Visconti gibi önemli sinemacılarla çalıştı. “Conversation Piece” (Gruppo di famiglia in un interno, 1974), onun yakın dostu Visconti ile ikinci işbirliği. Ben bu filme yeterince kıymet verilmediğini düşünenlerdenim. Lancaster, kendi çocuklarının yaşadığı sarsıcı fiziksel ve ruhsal sıkıntılardan kaynaklanan deneyimini rolüne çaktırmadan enjekte ediyor ve ortaya usta işi bir yapım çıkıyor.

ATLANTIC CITY, USA (1980)

Burt Lancaster’ın oynadığı 8 film, En İyi Film Oscarı’na aday gösterildi. “From Here to Eternity” (İnsanlar Yaşadıkça, 1953), “The Rose Tattoo” (Kırmızı Gül, 1955), “Seperate Tables” (Ayrı Masalar, 1958), “Elmer Gantry” (1960), “Judgment of Nuremberg” (Nürenberg Duruşması, 1961), “Airport” (Havaalanı, 1970), “Atlantic City, USA” (1980) ve “Field of Dreams” (Düşler Tarlası, 1989). Sadece “From Here to Eternity” ödülü aldı. Ödül kazanamayanlar içinde ödülü alsaydı asla üzülmeyeceğim iki film var, biri “Judgment of Nuremberg”, diğeri de “Atlantic City, USA” (1980). Lancaster yaşına uygun muhteşem bir rolde. Sadece Susan Sarandon’ın arabaya binip gittiğinde, pencereden baktığı sahne yeter.

LOCAL HERO (1983) ile ilgili görsel sonucuLOCAL HERO (1983)

1980’lerde bir ara “Gregory’s Girl” (1980), “Local Hero” (1983), “Comfort and Joy” (1984) ve “Housekeeping” (1987) ile birlikte bir Bill Forsyth rüzgârı esmiş, lakin gerisi gelmemiş. Bence “Local Hero” (1983) Forsyth’in başyapıtı. Milyarder Happer karakterine can veren Burt Lancaster’ın çarpıcı ve sıra dışı olmasa da, güzel bir iş çıkardığını söylemek mümkün. Ama film asıl gücünü, onu yitik bir hazineye çeviren benzersiz hikâyesine borçlu. Aslında konu basit. Dev bir petrol şirketi küçük bir balıkçı kasabasını satın almaya çalışıyor ama olaylar birden benzersiz bir şekilde ilerlemeye başlayıp klasik doğa-ekoloji hassasiyeti filmlerinden sıyrılıyor. Finali de cabası. Belki bir daha bu filmi bir tavsiye listesine alma fırsatım olmaz diye ekledim. Filme dört üzerinden dört yıldız veren Roger Ebert’e göre, “Local Hero”, insan doğasına dair acımasız/şeytani bir inceleme.

KAYNAKLAR 

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Çok teşekkürler, ne kadar emek verilmiş bir yazıydı. Ben de ençok Yüzücü filmini severim. Alcatraz Kuşçusu ve çeşitli kovboy ve savaş filmlerini de. Ölmeden önce yatalak olduğunu bilmiyordum, 4 yıl da çekmiş üstelik, üzüldüm. Böyle atletik, sporcu birine hiç yakışmamış :( (Kimseye yakışmaz da yani ona özellikle çok üzüldüm)
    Filmlerinde yaşıyor ve yaşayacak. Ünlü yıldızlar ölmez diyorum.
    Elinize sağlık.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Klaus Kinski: Sanatçının Bir Şeytan Olarak Portresi

Klaus Kinski’yi yakından tanımak ve bu büyük aktörün ne manyak
blank

Şener Şen’i Neden Çok Seviyoruz?

Şener Şen ismi hiç de öyle sıradan bir isim değil.