Başrolde Sylvester Stallone, yardımcı rollerde Robert De Niro, Harvey Keitel ve Ray Liotta’nın olduğu, nitelikli karakter oyuncularından oluşan güçlü yan kadrosuyla Cop Land, gösterime çıktığında bütçesinin dört katı gişe elde etmesine rağmen yine de beklenenden az ilgi görmüş ve değeri yeterince bilinmemişti. Bunun başlıca nedenleri olarak, filmin yanlış zamanda gösterime girmesi, tanıtım kampanyasının hatalı yürütülmesi ve yapım şirketi Miramax’ın yüksek kazanç beklentisi gösterilebilir. Şirket, çoğunlukla sakin ilerleyen ve gerilimini insan dramları içinde yavaş yavaş oluşturarak zirveye taşıyan yapımı sanki gişe canavarı yaz filmlerinden biriymiş gibi düşlemişti.
Özellikle Stallone isminin çekeceği seyircilerden medet umulmuştu ama film bir aksiyon değil western iskeleti üzerine inşa edilmiş gerilimli ve melankolik bir polis dramasıydı. Üstelik Stallone filmde kimsenin pek umursamadığı, ezik ve biraz da saf, sağır bir şerifi, bu film için aldığı 18 kiloyla, kaçıp kovalamacalar şöyle dursun göbeği yüzünden eğilip kalkamayan birini canlandırıyordu.
COP LAND YÖNETMEN KURGUSU
Cop Land’in senaryosu Sundance’e kabul edildiğinde büyük stüdyolar onu hemen satın almak istemişlerdi ama James Mangold filmi kendisi yönetmek istediği için cazip teklifleri reddediyordu. Onun bu koşulunu kabul eden tek şirket Miramax oldu. O saatten sonra da büyük oyuncular filmle ilgilenmeye başladılar ve içinde yok yok bir kadro bir araya geldi.
Film çekilip bitti. Miramax yüksek ilgi bekliyordu ama deneme gösterimlerinde böyle bir şey olmayacağı anlaşılmıştı. Film, kadrosunun çağrıştırdığı tempolu ve sert bir suç ya da mafya macerası beklentisine girenleri hayal kırıklığına uğratıyordu. Hikaye, kayıp, hüzün ve kırgınlıklarla dolu baş karakterinin dışı parlak ama içi çürümüş bir ortamdaki dönüşümünü anlatıyor ve bunu da pek acele etmeden yapıyordu.
Miramax’ın patronları Weinstein kardeşler Mangold’dan filmi kısaltıp kurguda değişiklikler yapmasını, birkaç yeni sahne çekmesini istediler ve ABD’deki film gösterim takvimi anlayışına göre tam bir sonbahar filmi olan yapımı Ağustos’ta gösterime soktular. Ama film asıl ilgiyi ev sinemasında gördü. VHS ve DVD satış rakamlarının yüksekliği James Mangold’un kendi kurgusunun da yayınlanmasını sağladı. Bazı küçük sorunlarına karşın filmin asıl gücü bu versiyonda ortaya çıkar.
POLİS DİYARI
New York’ta çalışan polislerden oluşan bir grubun başındaki Ray Donlan, suç dünyasıyla ilişkiler kurarak New York’un karşı yakasında ucuza kapattığı arsalar üzerinde bir yaşam alanı kurulmasını sağlar. Suç örgütleri polis içindeki bu satılık kişiler aracılığıyla işlerini sorunsuz halleder, karşılığında Ray gözlerden ve denetimden uzak bir yerde oluşturduğu polis tarikatıyla kendi kirli faaliyetlerini yürütür. Görevi kötüye kullanma, suç örtbas etme, uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayet gibi suçlara batmış durumdadırlar. Tarikata mensup polisler aileleriyle hem ucuz hem de şehrin dibinde ama onun keşmekeşinden uzak bu güzel kasabadaki bahçeli iki katlı evlerde yaşamaktadırlar.
Bir gece Ray’in yine polis olan yeğeni Murray ”Superboy” Babitch, bir partiden alkollü şekilde dönerken bazı yanlış anlamalar sonucu iki siyahi gencin kendisine ateş ettiğini sanarak onların ölümüne yol açar. Ray, kendisini de etkileyecek olan bu skandalı üzerlerinden atabilmek için yeğenini intihar etmiş gibi göstererek olay yerinden kaçırır. Babitch’in güya haksız yere yargılanacağını bildiği için intihar ettiği izlenimi oluşturur. Ray’in yeğeni önceden bir olayda 3 siyahi bebeği kurtardığı için “superboy” lakaplı bir polistir ve intihar yalanı başta işe yarar. Ama yeğeni giderek Ray’in sırtında bir kambura dönüşmeye başlayınca acımasızca ondan kurtulmaya karar verir.
ŞERİF FREDDY
İşte bu ortam içinde polislerden oluşan kasaba nüfusuna fasulyeden şeriflik eden Freddy Heflin, sırf o pozisyon da boş kalmasın diye şerif yapılmış biridir. Aslında gençliğinde diğerleri gibi polis olmak isterken, bir gün nehre çakılan bir araçtaki Liz adlı kızı kurtaran Freddy bu olay sırasında bir kulağı sağır kalınca polislik hayali de ortadan kalkmıştır.
Liz’i kurtarıp kahraman olmuş ama bu sonradan unutulup gitmiştir. Dahası onlardan biri olmak istediği polislerin yanında ezilen, yasa dışı eylemlerine karışmayan, ses çıkarmayan, günlerini aman tadımız kaçmasın diye geçiren, akşamları barda onlarla içip tilt makinesinde polisçilik oynayan, atıllaşmış, tembelleşmiş biri haline gelmiştir. Hırsızlar da mahalleden olduğu için kimseye havlamayan uykucu bir bekçi köpeğinden farksızdır. Hala usanmadan New York Polis Teşkilatı’na girebilmek için başvurular yapsa da içten içe elinden uçup gitmiş ve gerçekleşmeyecek olan hayallere ağlar.
En düşük suç oranına sahip, gürültü ve çöpün yanlış yere konması gibi şikayetlerden başkasının duyulmadığı, cırcır böceği sesleri arasında görev aracı içinde uyuklayan şerifin hız sınırını aşanları bile tanıdık diye kovalamaya tenezzül etmediği bir vahşi batı kasabasında asıl suçlar sessizce işlenmektedir. Freddy, ona hiç olmazsa şeriflik bahşedenlerin yasa dışı işlerine diğer herkes gibi sessiz kalır. Kulağındaki hasar, çevrilen düzenbazlıkları duymazlıktan gelmesine dair bir sembol gibidir.
Filmin hemen başındaki sahnede tilt oyununu kaybedince, makineden, oynamaya devam edemeyeceğini belirten “Yetkiniz yok” diye tekrarlayan bir ses duyulur. Bu sahne Freddy’nin polis bölgesindeki yetkisizliğini haber verir en başta.
Freddy sarhoş halde eve dönerken bir geyiğe çarpmamak için yaptığı kaza sonrası filmde uzun süre burnunda bir yara bandıyla, ardından da o yara iziyle görülür. Tıpkı Chinatown’da (1974) Dedektif Gittes’ın burnu yaralanınca benzer bir bandajla görülmesi gibi karakterin mesleki zayıflığı, kırılganlığı yansıtılır. Aynı zamanda yaralı ruhu da bu şekilde görünür olur.
Freddy’nin sabah burnundaki bandajla, göbeğini devirerek, bitkin, mutsuz ve çökmüş halde uyandığı sahne, kahraman şerif klişesinden çok uzak birini tanıtır seyirciye. Bir şerif olarak sarhoş araba kullanıp kaza yaptığı için utanç içindedir. Liz yarasını sorduğunda, hız yapan bir aracı takip ederken kaza yaptığı yalanını söyler.
ERGENLİKTE TUTUKLU FREDDY
Freddy kanunu korumakla görevli biri olmasına karşın o da her gün bu kuralları ufak tefek de olsa deler. Tilt oynayabilmek için çocuk gibi parkmetreden bozuk para çalar, sarhoşken araba kullanır, hız sınırını aşanlara göz yumar ama cinayet suçlusunun saklanmasına tanık olduğunda diğer herkes gibi susması, deldiği kuralların en büyüğüdür. Henüz yanlışlara dur diyebilecek, “büyüklerine” karşı çıkabilecek, görevinin gereklerini yerine getirebilecek durumda değildir. Şerif yapılmış ama bu görevi hak etmemiştir.
Freddy, Liz’i nehirden kurtardığı günde kalmış bir oğlandır hala. O zamanki ergenlik romantizmi içinde yaşamaktadır. Kurtardığı ve aşık olduğu kız bir polisle evlenmiş, çocuğu olmuştur, Freddy yine de umutsuzca onu sevmeye devam eder. Hala ona yaranabilmek, ondan takdir ve sevgi görebilmek için bir uğraş içindedir. Bu uğraşı da asla agresif değildir, onu kazanmaya odaklanmamıştır, hayatının her alanı gibi bu da bir boşvermişlik içinde kendini zaman zaman gösteren bir kalp atışıdır o kadar.
Çocuğunun yolda düşen oyuncağını bulup Liz’e geri götürdüğünde evden içeri girer ve etrafa, ona yakın olmanın heyecanıyla salakça gülümseyerek bakarken ona ait olmayan ailenin alanına fazla yaklaştığını fark edince hemen kapıya doğru geri gider. Freddy’nin yaşamını değiştiren olayı, o yaşam içinde belki başardığı en önemli şey olan kahramanlığı şimdiki aklıyla olsa belki yapmayacağını söylemesi, uğradığı yıkımın büyüklüğünü gösterir.
Freddy’nin bir ergen olarak kalmış olması film içinde doğrudan da dile getirilir. Superboy Babitch’i adalete teslim etme ve olan bitenlerle hesaplaşma önerisini sunduğunda Ray onu “Senin planın bir oğlanın planı!” diye bağırarak aşağılar. Ray kasabanın patronu edasıyla onu ve yaptığı işi sürekli küçümser. İç Soruşturma Birimi dedektifi Moe Tilden da başta onu sersem bir çocuk gibi görmektedir. Freddy’nin kendi yardımcıları bile ona acırlar, bir zamanlar yaşamını kurtardığı ve sevdiği kadın Liz, onun umutsuz aşkına acımaktan başka bir yakınlık göstermez.
Ray’in öldürmeye çalıştığı ama elinden kaçırdığı yeğeni Babitch, çaresizlik içinde yalnızca Freddy’den yardım istemeye gelir çünkü polis tarikatından oluşan kasabada gidebileceği başka kimse yoktur. Freddy bunun üzerine, bu tarikatın eylemlerini araştırmakta olan İç Soruşturma dedektifi Moe Tilden’ın yönlendirmesi ve cesaretlendirmesiyle olaya yaralı burnunu sokmaya karar verir. Dosya Ray’in bağlantılarının olduğu üst mercilerce kapatılmasına rağmen Freddy, onu tehdit eden tarikat tetikçilerine aldırmadan Babitch’i kasabadan çıkarıp yetkililere teslim etmeye kalkar.
Freddy bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Artık oğlanlıktan erkekliğe adım atmanın zamanı gelmiştir. Suçlu büyükleriyle yüzleşmek zorundadır. Ona saygı duymayan, küçümseyen, itip kakan, otoritesini tanımayan, alay eden polis tarikatına günlerini gösterme vaktidir.
STALLONE ETKİSİ
Freddy’yi, Stallone deyince akla gelen sert aksiyon karakterleriyle bağdaştırmak gerçekten de kağıt üzerinde zor gözükür. James Mangold da hikayesini oluştururken başrolü pek tanınmamış bir oyuncuya vermeyi düşündüğünü ama proje büyüyünce birbirinden ünlü oyuncularla çalışmanın cazibesine kapıldığını belirtmişti. Mangold muhtemelen bu ikinci filminde de ilk filmi Heavy’deki başkarakteri canlandıran Pruitt Taylor Vince benzeri bir oyuncuyu kullanmayı düşünüyordu. Oysa Stallone’nin bu filmdeki varlığı, filmi olup olacağından daha da ilginç yapan asıl unsurdur.
Stallone’nin rolünde erimesi, baştan sona gerçekten yumuşak huylu ezik biri olarak görülmesi ve sondaki çatışma sahnesi dahil olmak üzere hiçbir karede genel sinema personasına yenilmemeyi başarması oldukça etkileyicidir.
Eğer Freddy’yi Pruitt Vince canlandırsaydı onun sonradan tüm kasabaya karşı durmaya çalışması ve varlığının elverdiğince bunu başarması başka türlü bir etkileyicilik taşıyacaktı mutlaka. Ama bunun daha önce görülen beklenmeyenin kahramanlaşması örneklerinden hiçbir farkı olmayacaktı. Ezildiğinde, hor görüldüğünde sonradan kükreyerek intikamlara girişen, kimse ondan başarı beklemezken boks maçlarında yücelen, herkes onu hırpalarken birden askeri yeteneklerini ortaya döküp ortalığı cehenneme çeviren karakterlerle bütünleşmiş bir oyuncunun bu roldeki varlığı ise bambaşka ve eşsiz bir etki ortaya koyar.
Bazı seyirciler belki onu bu filmde Rambo da amma kilo almış diyerek izlemiş, buna karşın film boyunca aşağılanan bu adamın bir noktada “ehh yettiniz be” diyerek yine bir ramboya dönüşeceğini beklemiş olabilir. Ama Freddy hiç de rambo haline gelmeden, yalnızca kendi varlığı, keskin nişancılık gibi tek tük yetenekleri ve insani sınırlılıkları içinde bir düelloya girişir. Ve kasabayı terk etmişken vicdanına yenilip ona yardım etmek için geri dönen arkadaşı Figgis sayesinde başarılı olabilir.
POLİS TARİKATI
Freddy yoz düzene çomak sokmaya kalktığında zaten tek tük olan çevresindeki herkes toz olur. Kahraman Şerif filminde (High Noon, 1952) azılı bir katili karşılamak için yardımcılar arayan şerif gibi yapayalnız bırakılır. Hatta şerif yardımcısı Bill’in ailesi ve çocuklarını düşünmesi gerektiğini söyleyerek Freddy’yi yalnız bırakması High Noon’daki benzer sahneyi doğrudan anıştırır.
Freddy, Kahraman Şerif’in aksine yardım aramaya bile tenezzül etmez, kimsenin Ray’e karşı çıkmayacağını, zaten bu tarikata üye oldukları için küçük cennetlerinde yaşayabildiklerini bilmektedir. Çünkü suç işleyen tarikat üyeleri asla ele verilmez, korunur, saklanır veya kanun elinden kaçırılırlar. Garrison, yoz ve ırkçı bir organize suç örgütünün menzil bölgesi olmuştur. Devlet içinde çeteleşmiş, yolsuzluk, uyuşturucu kaçakçılığı ve cinayetlere bulaşmış bir grubun tarikatlaşmasının örneğidir.
Superboy Babitch filmin başında iki gencin ölümüne neden olunca Ray suçu örtmek için, gençlerin arabasına silah yerleştirtir ve onları suçlu göstermeye çalışır. Ama olay yeri polislerinden biri sahte kanıt yerleştirmeyi kabullenmez ve buna engel olur. Sonradan ifade vermeyi beklerken yanındaki sehpaya kazınmış haldeki “Yellow Betrays Blue” (Sarı Maviye İhanet Eder) yazısına dikkat çekilir.
ABD’de polis teşkilatı mavi renkle ilişkilendirilmiştir. Polis içinde suçlu meslektaşları aleyhine ifade veren veya muhbir olan kişiler “mavi” kardeşliğine ihanet eden “sarı” olarak etiketlenir. Bu ifadeyle onun kardeşlik birliğini bozduğu söylenmiş olur ve gözdağı verilir. Kurumsal çürümüşlüğün ve korku kültürünün bir sonucu olan, tarikat içindeki “bizden olanı koru” anlayışını vurgulayan Yellow Betrays Blue detayı, mesleğini doğru ve dürüstçe yapmak ile suçlu kişilere ve gruplara koşulsuz ve körü körüne bağlanma ikilemini pekiştiren bir anlatımdır.
Tarikata dikkat çeken bir diğer ayrıntı, Freddy’nin en yakın arkadaşı Figgis’in bahsettiği Omerta yasasıdır. Omerta, İtalyan mafyası kaynaklı bir sessizlik kodudur. Bu kod, suç örgütlerine karşı yetkililerle işbirliği yapmamayı, adalete başvurmamayı ve herhangi bir suç veya yasadışı faaliyet hakkında bilgi vermemeyi şart koşar.
Polis tarikatı da bir tür mafya haline gelmiştir ve üyeleri mafya içindeki bireylerin işlenen suçlara karşı suskun kalmasını isteyen Omerta kurallarına uymak zorundadır. Bu yüzden iki yıl önce aralarından bir polis konuşmaya karar verdiğinde, tanıklık edemeden tarikatın bir üyesi tarafından hücrede öldürülmüştür. Babitch’i önce kurtarmışken sonra işine gelmeyince onu kendi elleriyle öldürmeye kalktığında Ray’e yardım etmeyeceğini açıkça ifade eden polislerden Joey de tarikata ihanet etmiş sayılır ve Ray onun da ortadan kalkmasını sağlar.
Tarikat bağlantılarıyla bir görevi ifa etme koşullarını yerine getirmeden de o göreve gelebilirsiniz. Freddy başta “usluyken” Ray onu Polis Sendikası Başkanı ile tanıştırarak sağır kulağına rağmen polis olabileceği umudu vermişken, çıkıntılık yapmaya kalkınca onun da kalemini kırar.
Garrison tarikatının mensupları mesaileri bitince kendilerinden olmayanın orda yaşamaya da pek hakkı olmadığı, onlara özel cennetlerine gelirler. Film, hizmet etmekle yükümlü oldukları topluluklardan uzakta yaşayan görevli ve yetkililer anlatımıyla, bunun sonucunda ortaya çıkan “biz ve onlar” zihniyetine de dikkat çeker. Dışarıdan ziyarete gelenler bile hoş karşılanmaz. Halktan kopmuş bir kardeşlik birliği birbirini kanunsuzca kollarken genel toplum birliğini bozmuş olur.
Dedektif Tilden, Superboy’un intihar ettiğine inanmayanlardandır ve olayı incelemek üzere Garrison kasabasına gelir. Bir kafede, daha önceden tanıdığı Ray ile karşılaşır. Sohbet sırasında Ray, Tilden’ın oradaki varlığından rahatsızlığını belli ederek şöyle der: “Şimdi biz Amish gibi mi olduk?”
Amish topluluğu, Amerika’da teknoloji, modern yaşam tarzı ve dış dünyayla ilişkiyi reddeden, son derece içe kapalı, kendi kurallarına göre yaşayan dindar bir Hristiyan tarikatıdır. Bu sahnede de tarikatının soruşturma altında olduğunu gören Ray, kasabasında kurduğu kendi içinde kapalı ve dokunulmaz yapıyı bozabilecek biri olarak gördüğü Tilden’a “Biz Amish gibi izole, kapalı bir topluluk muyuz ki gelip bizi inceliyorsun?” diye soruşturmanın güya anlamsız olduğunu söylemeye çalışır.
SAĞIR ŞERİFİN AÇILAN KULAĞI
Dedektif Moe Tilden, yetkisi bu kasabayı kapsamadığı için polis tarikatını denetleyememektedir ve tek umudu bunu Şerif Freddy yoluyla yapabilmektir. Freddy, nerdeyse tüm kasabanın bildiği halde sesini çıkarmadığı gerçeği kurcalamaya başlar. Öldü diye haberi yapılan, cenazesinde üniforması gömülen Babitch’in fütursuzca ortalıkta fink attığı açık bir parti verecek kadar küstahlaşmış olmalarını sorgular.
Ciddiye alınmamak artık iyice zoruna gitmeye başlamıştır ve korkmayı da bırakmıştır. Elinden Babitch’i alıp kaçırdıklarında, kafasının dibinde kurşun sıkarak duyan kulağını da sağır edip, daha da ileri giderse kurşunun bu kez beynini dağıtacağını ima ettiklerinde bile bir dakika duraksamadan arkalarından gider.
Yalnız bu kovboy filmi düellosu, benzer tip sonlardaki gibi kurgunun hızlandığı, tansiyonun yüksekliğine çekimlerin ve müziğin de katıldığı sahnelerle verilmez, tam tersine tüm sekans yavaş çekimde aktarılır. Müzik Freddy’nin artık sağlam kulağının da bir çınlamadan başka bir şey algılayamadığı durumu yansıtan bir müziktir.
Bu, algısı biraz yavaş çocuk adamın, sorunları görmezden gelerek hırgürsüz konfor alanını olabildiğince korumaya çalışan ezik oğlanın finaldeki uyanışı ve artık gerçek bir şerif olmaya karar verişinin işlenişi de aynı yavaşlıkta gerçekleşir. Ama bu yavaş çekimler, karakterin dönüşümü için hızlı bir kurguya göre çok daha etkilidir.
Ağır ve yankılı bir atmosfer yaratılarak, izleyici Freddy’nin hem fiziksel engelini hem de psikolojik gerginliğini paylaşır. Bir son kahramanlık gösterisinden çok çatışmanın ruhsal sancısı yansıtılır. Bu onun yaşamındaki ikinci kahramanlık anıdır ve bu kez bir refleksle değil bilinçli bir kararlılıkla, olduğundan uzunmuş gibi gelen gerilim ve doyumuyla gerçekleşmektedir.
Freddy, iki kulağı da işe yaramaz hale gelse de aslında artık tamamen duyar durumdadır. Son düşman Ray’i de hakladıktan sonra onun yerde kanlar içindeyken ettiği muhtemel küfürlere “Seni duyamıyorum Ray” diye karşılık verir. Hem onu tamamen sağır ettiğini yüzüne vurur hem de artık onun simgelediği yozlaşmış düzeni duyup dinlemeyeceğini, sesine ve çağrılarına kulak tıkayacağını, ondan korkmayacağını ilan eder.
Finalde ismi tüm haberlerde kutlanırken Freddy, tarikat yapısındaki zincirlerini kırmış olarak, yalnızca görevini doğru ve namusluca yerine getirmenin huzurunu yaşar zaferle çınlayan kulaklarında.

Bu filmin değeri hiç bilinmemiştir.. bana göre marvel bebesi olmadan önce yönetmenin açık ara en sağlam filmidir.. Belkide sadece stallone var diye gözardı edilmiş, doksanlar havasının her yerine sıçradığı dediğiniz gibi tam bir sonbahar filmidir..
Bu keyif veren aydınlatıcı yazı icin teşekkürler bir sonbahar günü yeniden izleme hissi uyandırdı