Film festivallerine film izlemek için gidiyorum. İzlediğim filmleri de yazıyorum. Bu kadar basit, bu kadar dürüst bir motivasyon… Ama artık safça görünüyor olmalı ki, organizasyonlarda eleştirmen varlığı giderek sınırlandırılıyor. Eleştirmenin akreditasyonu, konaklaması, hatta oturacağı sandalye bile sorgulanır hale geldi.
Eskiden festivallerin bir sinema ruhu vardı; şimdi o ruhun yerini “networking alanı”, “sponsorluk standı” ve “influencer misafir listesi” aldı. Film hâlâ var ama etrafında öyle bir gürültü var ki, sesi duyulmaz oldu.
Bir zamanlar eleştirmen festivalin omurgası sayılırdı; bugünse kalabalığı tamamlayan figüranlardan biri. Ve tuhaf olan şu: “Eleştirmenler çağ dışı kaldı” diyen aynı insanlar, ertesi gün kendi filmleri üzerine yazılmış övgü dolu yazıları gururla paylaşıyor.
Geçen bir yazımda iğneyi de çuvaldızı da kendimize batırmıştım. Çünkü bu işin içinde “ciddiyetle yazanlar” kadar, sırf davetiye kapmak için sahneye çıkanlar da var. Ama artık bu “herkesi aynı kefeye koyan” yaklaşım dayanılmaz boyutta. Film izleyip yazan, o filmi tartışan insanla; festivalde selfie çekip “açılıştayız” yazan insan aynı değil. Fakat organizasyonların gözünde hepsi birer “katılımcı”.
Son yıllarda festivaller, kendini fazlaca önemseyen, kuralcı ve steril yapılara dönüştü. Katılım talebi çok, biliyorum ama her yıl aynı döngü: eleştirmenliğimi ispat etmek için mail at, referans ver, “şu kadar yıldır yazıyorum” diye anlat. Yaptıklarım, yazdıklarım ortada, yıllardır bu işin içindeyim. Buna karşılık, sinema hakkında tek satır yazmamış insanların VIP takılıp pozlanmasını izliyorum.
Yarısına çağırıldığım son festivalde otel rezervasyonum yapılmamıştı. “Aaa siz geldiniz mi?” dediler, evet geldim, hem de kendi arabamla. Festival çantası yok, katalog yok, karşılama yok. Buna rağmen film izledim, not tuttum, yazdım.
Bir sonraki festival, “bütçemiz yok, sadece iki gün çağırabiliyoruz” dedi. İki günde ne göreceğim, ne yazacağım? Bu cümle aslında bir özür değil, bir uyarı: “Senin yerin bizim gözümüzde küçüldü.”
Bu eleştiriyi hiçbir festival özelinde yapmıyorum. Hepsi aynı. İtibarsızlaştıranlara karşı savunduklarım bile artık aynı kalıba girdi. Çünkü sistem eleştirmeni değil, “etkinlik insanını” seviyor. Kafası karışık, bağımsız düşünen, sorgulayan insanı değil, fotoğrafını paylaşan, sponsor etiketiyle “teşekkürler” yazan insanı alkışlıyor.
Artık hevesim söndü. Çünkü sinemanın kutsiyeti sadece filmlerde değil, o filmler üzerine konuşan, tartışan insanlarda gizliydi. O sesler susturulunca geriye sadece PR bültenleri ve kırmızı halı kalıyor.
Festival filmine yazdığım eleştirinin bir değeri varsa, festival beni bulsun. Yoksa da herkesin canı sağ olsun. Ben yine film izlerim, yine yazarım. Ama bundan sonra bunu bir akreditasyon kartına sığdırmak gibi bir derdim yok. Çünkü eleştirmenlik, otel rezervasyonu veya katalog çantasıyla ölçülmez.
Bir festival, filmlerle değil, o filmler hakkında konuşan insanlarla yaşar. Ve o insanlar kaybolduğunda, geriye sadece etkinlik takvimi kalır. Selam olsun.