Yazının başında savunmamı vermek isterim. Bu yazı, telifli içeriğe bedava ulaşmayı öven, bunu marifetmiş gibi anlatan bir yazı değil ama “korsandan film izlemenin” duygusunu da anlayalım istiyorum. Üçüncü dünyada bu neredeyse bir zarurete dönüşüyor. Bizler telifli içeriğe kolayca ulaşamayan, artık ülkesinde Blu-ray, DVD satılmayan, coğrafi kısıtlamalar ve tuhaf sinema yasaları yüzünden filmlere-dizilere ulaşamayan ya da çok geç ulaşanlarız. ABD’de yaşıyor olsaydım muhtemelen bu yazıyı yazmazdım ama burası Türkiye!

Bu yazının giriş kısmı Youtube’da izlediğim bir videodan yola çıkarak yazıldı. Sonra rotayı Türkiye’ye çevirince kendi fikirlerimi ekleyerek geliştirdim. O videoyu izlemenizi de şiddetle öneriyor ve paylaşıyorum.

Bir dönemin sesini hatırlayanlar vardır. O tiz, cızırtılı, uzaylı uğultusuna benzeyen 56k modem sesi. İnternete bağlanmak, bir sesin içinden geçmekti o zamanlar. O sesin sonunda karşımıza çıkan dünya, bugünkü gibi bir “hizmet” değil, bir umuttu. Her dosya, her bağlantı, her satır yeni bir olasılıktı. O ses, özgürlüğün sesiydi.

İnternetin ilk yılları, belki de insanlığın en saf paylaşım dönemiydi. İnsanlar sahip olduklarını satmak için değil, paylaşmak için yüklüyorlardı. Müziği, filmi, oyunu, yazılımı… Hepsi bir dayanışma biçimiydi. O dönemde kimse “abonelik” nedir bilmezdi. Her şeyin parayla alınmadığı bir dünyayı, kısa bir süreliğine de olsa yaşadık.


The record industry should erect a statue in honor of Shawn Fanning | by Enrique Dans | Enrique Dans | MediumNapster Kuşağı: Paylaşmanın Ayıbı Olmaz

1999’da bir üniversite yurdunda Shawn Fanning adında genç bir adam Napster’ı kurduğunda kimse bunun müzik endüstrisini sarsacağını tahmin etmedi. Napster, sadece bir uygulama değil insanların birbirine el uzattığı bir ağdı. Herkesin masasındaki şarkılar, bir başkasının hayatına karışıyordu. O yıllarda bir MP3 dosyasını paylaşmak, birine hediye vermek gibiydi.

Sonra bu iyimserlik sert bir duvara çarptı. Müzik şirketleri gelir kaybetmeye başlayınca savaş açtılar. Metallica’nın kendi dinleyicilerine dava açtığı günlerdi o günler. Sanatçıyla hayran arasındaki ilişki ticarete yenildi. Oysa insanlar müziği çalmak için değil ulaşabilmek için indiriyordu. Çünkü müzik şirketleri kültürü kısıtlamıştı.

Napster kapandı ama LimeWire ve Kazaa doğdu. Her yasak paylaşımı büyüttü. Birinin kapısını kapattılar ötekisi açıldı. Korsanlık denilen şey aslında dayanışmanın illegal biçimiydi.


Netflix Dönemi: Kolaylığın Ahlakı

2000’lerin sonunda Netflix sahneye çıktı. Önce internetten DVD kiralayarak Blockbuster mağazalarını bitirdi sonra işi dijitale döktü. Tam zamanında çünkü teknoloji yüksek görüntü kalitesine sahip filmleri yayınlamak için yeterince gelişmişti.

History | NETFLIX: THE FANDOM

O zamana kadar korsanlık hem suçlu hem kahramandı. Netflix bu gri bölgeyi yok etti. Ucuz, ,hızlı, kolay bir sistem kurdu. Abone oldun, tıkladın, izledin. Kimse artık torrent sitelerinden film yerine virüs indirmek zorunda kalmadı.

Netflix’in başarısının sırrı dürüst bir cümlede gizliydi: “İnsanlar kötü oldukları için korsanlık yapmıyor, kolay olduğu için yapıyor.” Kolaylık yeni ahlaktı. Yasal olan daha kolay hale geldiğinde korsanlık gereksizleşti. İnsanlar vicdan azabı duymadan izleyebildiler. O dönem dijital dünyanın refah çağıydı.

Bu huzur uzun sürmedi. Platformlar büyüdükçe açgözlüleşti. Her şirket kendi içeriklerini geri çekti. Disney, Warner, Paramount, Apple, Amazon… Hepsi kendi krallığını kurdu. Her biri ayrı üyelik, ayrı ücret, ayrı duvar. Bir zamanlar tek çatı altında olan filmler yeniden parçalara ayrıldı. Kültür tıpkı eski çağlardaki gibi derebeylik düzenine döndü.


Türkiye Gerçeği: Korsan Bitmedi Çünkü Hayat Pahalı!

Batı’da korsanlığın azaldığı yıllarda Türkiye’de durum başkaydı. Bizde korsan hiçbir zaman tam olarak bitmedi. Çünkü bu ülke hiçbir zaman herkesin eşit erişime sahip olduğu bir yer olmadı.

İnsanların alım gücü düşük, dolar kuru yüksek, asgari ücret platform aboneliğine yetmiyor. Kültürel erişim burada ekonomik bir mesele. O yüzden Hdfilmcehennemi, Dizipal gibi siteler hep varlar.

Bu siteler, resmi yollarla ulaşılamayan içeriği halka ulaştırıyor. Kimi için bu suç, kimi için adalet. Coğrafi kısıtlamalar nedeniyle biz bir filmi aylar sonra görebiliyoruz. Bazı diziler hiç gelmiyor. Bu durumda korsanlık bir hırsızlık değil bir hayatta kalma yöntemi haline geliyor.

Türkiye’de korsanlığı eleştirirken halkı suçlamak kolay. Zor olan, bu sistemin adaletsizliğini görmek. Çünkü burada yasal yoldan izlemek çoğu zaman yasal olmayan yoldan daha zor.


DivxPlanet: Bir Halk Üniversitesinin Hatırası

Bir de unutmamamız gereken bir dönem var. Benim de yıllarca parçası olduğum, “RaveN” nickiyle sinema kültürü bölümünü yönettiğim DivxPlanet dönemi.

Divxplanet bu ülkenin dijital belleğidir. Yüzlerce gönüllü çevirmen, binlerce izleyici hiçbir maddi karşılık beklemeden çalıştı. Filmler çevrildi, tartışıldı, paylaşıldı. O yıllarda altyazı çevirmek adeta kültürel bir görevdi. Divxplanet’ten çıkan ve şu an profesyonel olarak altyazı çevirmenliği yapan bir sürü arkadaşımız var.

Altyazi.org eski adıyla Divxplanet faaliyetlerini durdurdu - Webrazzi

DivxPlanet Türkiye’nin en eşitlikçi kültür projesiydi. Bir yanda liseli bir genç, öbür yanda akademisyen. Herkes aynı filmi aynı anda izleyip aynı kelimeler üzerinden konuşabiliyordu. O imece usulüyle hazırlanan altyazılar Türk seyircisinin sinema kültürünü şekillendirdi.

Bugün bu ülkede film eleştirmeni olabilmiş herkesin yolunun bir yerinde o topluluk vardır. Çünkü o yıllarda film izlemek sadece bir eylem değil, bir öğrenme biçimiydi.  Bir tür dijital komünizmdi bu. Bilginin ve emeğin herkesle eşit paylaşıldığı bir dönem. Kültürün parayla değil, tutkuyla dolaştığı o kısa zaman aralığı. DivxPlanet olmasaydı, bu ülkede sinema yazarlığı bugün bu kadar yaygın ve güçlü olmazdı. Bir kuşak, o sitede hem film izlemeyi hem düşünmeyi öğrendi.


Yerli Platform Hikayesi

Yıllar sonra yerli platformlar doğdu. BluTV ilk ciddi adımı attı. Türkiye’nin internet televizyonu olacaktı. Oldu da. Ta ki Hbo Max tarafından yutulana kadar. Gain hâlâ özgün işler çıkarıyor, Exxen izleyicisini futbol ve reality şovlarla tutmaya çalışıyor, TOD eski bir uydu yayıncısının uzantısı gibi.

Bizde de durum aynı. Bir film izleyebilmek için beş farklı üyeliğe sahip olmak gerekiyor. 2025 itibarıyla durum şöyle: Netflix 260 TL, Disney+ 250 TL, Amazon Prime 59 TL, Max 200 TL. Hepsine abone olmanın aylık bedeli 770 TL civarında.

Asgari ücretle yaşayan birinin bu sistemi sürdürmesi mümkün değil. Bu yüzden korsanlık burada ucuzluk değil mantık meselesi. Bir halk, kendi gelirine göre kültürel erişimini düzenliyor.


Korsanlığın Yeni Yüzü: Kalite ve Adalet

Bugünün korsan dünyası, 2000’lerin karanlık torrent siteleri gibi değil. Arayüzleri pırıl pırıl, 4K kalitede, reklamsız. Bazı korsan arşivler, resmi platformlardan bile düzenli. Ve bu, sistem için en rahatsız edici gerçek.

Korsanlık artık suç değil hizmet farkının sonucu. Bir yanda şifreli, yavaş, eksik kataloglu platformlar öte yanda daha hızlı, daha iyi çalışan “yasadışı” siteler. Kültürel üretim ekonomik çarkların arasında sıkıştıkça korsanlık bir karşı denge oluşturuyor. Bu, dijital çağın paradoksu: Yasayı koruyanlar sanatı sınırlıyor, yasayı delenler kültürü yayıyor. Netflix’in parola yasağından Disney’in reklam planına kadar her şey aynı sona çıkıyor. Yasal olan yine zorlaştı. Tarih kendi döngüsünü tamamladı.

Türkiye’de ise korsanlık bir eşitleme hareketi. Kültürün metalaştığı, sinemanın platform duvarları ardına gizlendiği bu çağda korsan siteler, sistemin susturduğu izleyicinin sesi. DivxPlanet’te alt yazı çeviren, forumda yorum yapan, torrentte paylaşım yapan herkesin emeğiyle kuruldu o ses. Şimdi hâlâ bir yerlerde, birileri bir filmi sabaha kadar çevirip altına “iyi seyirler” yazıyor. İşte o an bütün sistemin karşısındaki en büyük başkaldırı.

Korsanlık ölmedi. Çünkü bu ülkede insanlar hâlâ kültürü sevmeye devam ediyor. Ve kültürü seven hiçbir halk, sansüre, açgözlülüğe, eşitsizliğe uzun süre boyun eğmez.

O modem sesini hatırlayan herkes bilir: Bağlantı kurulduğu an, her şey mümkündü. Bugün o ses yeniden duyuluyor. Korsanlar yine denize açıldılar!

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusu ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı, "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanı ve "Agatha'da Cinayet" adlı tiyatro oyununun yazarıdır. Sinema yazılarına Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Türk Sinemasının Eleştirisine Katkı (1)

Ertan Tunç, Türk Sinemasının Eleştirisine Katkı yazı dizisinin ilk bölümünde
blank

Ankara’dan Çekilen Sinemacılar: Biz Bu Filmi Daha Önce Görmüştük!

Ankara'dan çekilen sinemacıların hesabı ne? Antalya'da yaşanan sansür skandalının alevi