Menekşe Gözler: Yanlış Anlamayanların Melodramı!

Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi; Yeşilçam sinemasında 1960’lar ve 70’lerde melodram türü altın çağını yaşamış, seyirciyi en kolay yoldan etkileme formülleri geliştirmişti.

Bu klasik melodramların belirgin özellikleri arasında iyiler ve kötüler arasındaki çatışma, ahlaki bir ders verme kaygısı, kalıplaşmış olay örgüleri ve “kötü adam” (ya da kötü kadın) tipinin varlığı sayılabilir. Genellikle masum ve fedakâr bir “iyi” karakter, şeytani planları olan bir “kötü” karakter tarafından acı çeker; hikâye sonunda kötü cezalandırılır veya yenilgiye uğratılırken iyiler kavuşur ve seyirci de bu adil çözüme duygusal bir rahatlama (katharsis) ile tepki verir. Bu formül, Yeşilçam yapımcılarının seyircinin duygularını harekete geçirmek için sıkça başvurduğu güvenli bir sığınaktı. Şimdilerde de dizi senaristlerinin aynen kopyaladığı bir şablondur.

Bu dönemde çekilen melodramlar, zengin-fakir aşkları, aile engelleri, hastalıklar veya kazalar gibi abartılı rastlantılarla dolu olup çoğu zaman bir “kötü” karakter tarafından körüklenen yanlış anlamalarla ilerlerdi. Örneğin, mirasyedi bir patron ya da kıskanç bir rakip, sevgilileri ayırmaya çalışır; yanlış bir mektup veya görülen bir manzara yanlış anlaşılır ve dram tırmanır. Yeşilçam’ın karakteristik “acıların çocuğu” hikâyelerinde, iyinin başına talihsizlikler geldikçe seyirci de onunla birlikte gözyaşı döker; finalde kötünün mağlubiyetiyle gelen kavuşma ise mutluluk gözyaşlarına dönüşürdü. Bu sebeple klişe formüller, melodram türünün vazgeçilmezi haline gelmiştir.

Menekşe Gözler: Klişelere Meydan Okuyan Bir Melodram

Atıf Yılmaz’ın yönettiği 1969 yapımı Menekşe Gözler, işte bu yerleşik Yeşilçam melodram kalıplarına bilinçli bir meydan okuma sergiler. Safa Önal’ın ödüllü senaryosuna sahip film, tipik bir “kötü adam” barındırmaz; hikâyede belirgin bir antagonist yoktur. Dahası, dramatik çatışma karakterlerin birbiriyle çatışmasından ziyade, kaderin cilveleri ve karakterlerin kendi özverili kararları sonucu gelişir. Filmdeki ana karakterler – tamburi (saz sanatçısı) Sadi, şarkıcı Erol ve dansöz Serap – birbirlerine düşman olmazlar. Aksine, olaylar boyunca birbirlerini doğru anlamaya çalışan ve nihayetinde karşılıklı fedakârlık yapabilen insanlardır. Bu yönüyle film, Yeşilçam’ın alışıldık yanlış anlaşılmalar ve suni çatışmalar üzerine kurulu melodram yapısını ters yüz eder.

blank

Klasik melodramdan sapma, özellikle filmin hiçbir karakteri şeytanileştirmemesinde görülür. Menekşe Gözler’de ne para hırsıyla dolu bir kötü zengin, ne fesat bir üçüncü kişi ne de “kötü kalpli üvey anne” gibi tipik bir figür vardır. Hikâyenin asıl “rakibi” adeta hayatın talihsizlikleridir: Karakterlerin geçmişten gelen duygusal yükleri, yollarına çıkan tesadüfler ve zamanlamadaki talihsizlikler. Bu sayede film, iyilik ve kötülük çatışmasından ziyade iyiler arasındaki trajediye odaklanır.

Tüm başkahramanlar özünde iyi niyetli ve sevgi doludur; izleyici, bir tarafı tutup diğerine öfkelenmek yerine hepsine empati duyar. Bu, melodramatik etkiyi azaltmak şöyle dursun, aksine daha derin ve insani bir trajedi algısı yaratır. Nitekim film, “mutsuz aşk, bahtsız aşk, yarım kalmış aşk” temasını işler; büyük bir aşk heyecanını kısa süre tadıp ardından altüst olan sevenlerin senfonisi gibidir. Kötü bir karakter olmadan da yürek burkan bir öykü kurulabileceğini kanıtlar.

blankAşkın Değil Fedakârlığın Öyküsü

Menekşe Gözler’in hikâyesi, iki yakın dostun farkında olmadan aynı kadına âşık olması etrafında gelişir. İstanbul’da bir gazinoda tambur çalan Sadi (Sadri Alışık) ile assolist şarkıcı Erol (Erol Büyükburç) çok yakın arkadaşlardır. Gazinoda dansöz olarak çalışan genç Serap (Fatma Girik), işten kovulduğu bir gece kendini sokakta bulur ve Sadi ona acıyarak evini açar. Kısa sürede Sadi ile Serap arasında güçlü bir bağ ve filizlenen bir aşk doğar. Ne var ki gazinoda sahne alan bir kadın şarkıcı (Pervin Par) uzun zamandır Sadi’ye ilgi duymaktadır. Serap, bu kadının Sadi’yi sevdiğini öğrenince aradan çekilmeye karar verir. İyi niyetli Serap, Sadi ile aralarında hiçbir şey olmadığını o kadına söyler ve Sadi’ye haber vermeden ortadan kaybolur. Klasik Yeşilçam’da sık görülen kötü niyetli entrikalar yerine burada Serap’ın ayrılığı, tamamen kendi fedakârlığı ve yanlış bir alçakgönüllülükten kaynaklanır – Sadi’yi sevmesine rağmen, onun “uzatmalı” bir ilişkisi olduğunu sanıp mutluluklarına engel olmamak için sessizce çekilir.

blank

Serap’ın aniden kayboluşu, Sadi’nin kalbini kırar. Sadi ilk kez gerçekten aşık olmuştur ve büyük bir ümitsizlikle İstanbul’da adım adım Serap’ı aramaya başlar. Bu arayışta en büyük desteği, kardeşi gibi sevdiği yakın dostu Erol verir. İki arkadaş, Serap’ı bulmak umuduyla tüm pavyonları dolaşırlar; ancak sonuç çıkmaz. Umudu tükenen Sadi eve dönerken, Erol aramaya devam eder. Tam da bu noktada, kaderin cilvesi devreye girer: Erol, gittiği son gazinoda karşılaştığı bir dansöz kıza ilk görüşte vurulur. Bu gizemli dansöz, Erol’u o kadar etkiler ki sarhoş olduğu gece onu evine kadar o götürür. Erol, ertesi gün bu genç kadını yeniden bulur; adını soran Erol’a kız kendisini “Mehtap” olarak tanıtır. Erol ve “Mehtap” arasında tutkulu bir aşk filizlenir, hatta kısa sürede evlenmeye karar verirler. İki sevgili sevinçten adeta bulutların üzerindeyken, talihsiz bir trafik kazası geçirir ve ikisi de hastaneye kaldırılır.

Kazayı duyan Sadi, dostu Erol’u hastanede görmek için koşar. Hastanede karşılaştığı manzara, Sadi’nin dünyasını sarsar: Erol’un nişanlısı Mehtap, aslında Sadi’nin delicesine sevdiği ve aylardır aradığı Serap’ın ta kendisidir. Bu beklenmedik karşılaşma, filmin en dramatik kırılma anıdır. Sadi, hayatta en değer verdiği iki insanın – dostu ve sevdiği kadının – birbirine aşık olduğunu öğrenince yıkılır. Yine de burada dikkat çekici olan, karakterlerin birbirine düşman kesilmemesidir. Sadi, büyük bir iç acısıyla Erol’dan uzak durmaya, kendi kalbini feda etmeye karar verir. Serap ise kaderin oyunu sonucu kendisini iki dostun arasında bulmanın ezikliği içindedir. Ne Sadi ne de Erol, Serap’ın bilerek böyle bir durum yaratmadığını bilir; kimse diğerine öfke duymaz, fakat çaresiz bir üçgen oluşmuştur.

Erol, Sadi’deki ani soğukluğun ve üzüntünün farkına varır ancak nedenini anlayamaz. Arkadaşının davranışındaki değişikliğin peşine düşen Erol, en sonunda gerçeği gazinodaki şarkıcı kadından öğrenir. Sevdiği kadın Mehtap’ın aslında Serap olduğunu ve Sadi’nin ona aşık olduğunu anlayan Erol, kendisini bir ikilemde bulur: Aşkı mı yoksa kardeşi gibi gördüğü dostluğu mu? İşte Menekşe Gözler, bu ikilemin herkesi yaraladığı ve asıl erdemin fedakârlıkta görüldüğü noktada, klasik melodramlardan tamamen ayrılır. Erol hiçbir dış baskı olmaksızın, yalnızca vicdanının sesini dinleyerek Serap’la evlenmekten vazgeçtiğini açıklar. Onun bu kararı, Yeşilçam’da pek alışık olmadığımız derecede olgun ve anlayışlı bir tutumdur.

Normalde benzer bir üçgende rekabet, hatta kavga görülürken burada Erol, arkadaşının aşkına saygı duyarak kendi mutluluğundan vazgeçer. Serap ise Erol tarafından terk edilince yine yapayalnız kalır; gidecek kimsesi, sığınacak yeri yoktur. Çaresizlik içinde sonunda Sadi’nin evine döner – bir zamanlar onu koruyan adama.

Filmin doruk noktası, Sadi ve Erol’un sonunda yüzleştiği fedakârlıkların buluşması sahnesidir. Sadi, kırık kalbine rağmen Serap’ı bağrına basmaya hazırlanır ve Erol’u arayarak evleneceğini, nikâh şahidi olarak onun da mutlaka orada olmasını istediğini söyler. Bu haber karşısında acılı ve çaresiz kalan Erol, gazinoya (onların ortak dünyasına) gider ve şaşırtıcı bir sürprizle karşılaşır. Filmin finalindeki bu sürpriz, izleyiciye unutulmaz bir fedakârlık dersi verir. (Sürprizin detayları, filmi izlememiş olan okuyucular için açıkça belirtilmemiştir; ancak ipuçları, herkesin kendi mutluluğunu feda ettiği acı-tatlı bir sonun yaşandığını gösterir.)

Menekşe Gözler, “dostluğun, fedakârlığın, çaresizliğin ve aşkın ilmek ilmek işlendiği” bir melodram başyapıtıdır. Hiçbir karakter tam anlamıyla muradına ermez; aşk bir bakıma karşılıksız kalır, ama dostluk imtihanı da başarıyla geçilir. Film boyunca dokunan bu tematik ilmik, finalde seyirciyi mendiline sarılmaya zorlayan bir desen oluşturur.

Filmin ana temaları büyük bir aşkın getirdiği mutluluk ve kaçınılmaz hüzün, karşılıksız sevgi, vefa ve fedakârlık olarak özetlenebilir. Nitekim film adını da aldığı klasik Türk sanat müziği şarkısıyla bu temayı dile getirir: “Menekşe gözlerde hiç vefa yokmuş, yalancı hepsi de, hiç sefâ yokmuş…” dizeleri, Sadi’nin gözünden sevdiği kadının (Serap’ın) vefasızlaştığını, hayallerinin yıkıldığını çınlatır. Elbette izleyici Serap’ın duygularının da samimi olduğunu, fakat şartların onu savurduğunu bilir; bu yüzden şarkı, dramatik ironi kazanır. Menekşe Gözler, bir erkeğin karşılıksız fakat bitip tükenmez sevgisinin filmi olarak hatırlanır. Kötü adam olmadan da hayatın getirdiği engellerin, yanlış zamanlamaların ve kişisel özverilerin ne denli güçlü bir dram yaratabildiğini kanıtlar. Film boyunca asıl trajedi, iyi insanların birbirini üzmek zorunda kalmasıdır. Bu yönüyle eser, klasik melodramlara taze ve cesur bir bakış açısı getirir.

Safa Önal’ın Kalemi, Atıf Yılmaz’ın Rejisi

Menekşe Gözler’in başarısının ardında, usta senarist Safa Önal ile usta yönetmen Atıf Yılmaz’ın uyumlu işbirliği vardır. Safa Önal, Yeşilçam’ın en üretken senaristlerinden biri olarak melodram dili ve entrikalarına hakimdi; ancak bu filmde klişelere yenik düşmeden duygusal derinliği yüksek bir hikâye yaratmıştır. Önal’ın senaryosu, basit iyi-kötü çatışmasına bel bağlamak yerine, “dostluk ve aşk arasında sıkışmış” karakterlerin iç dünyasını başarıyla yansıtır. Diyaloglar ölçülü ve karakterlere sadıktır; örneğin Sadi’nin utangaç, kırılgan aşkı ve Erol’un neşeli ama yüreği temiz yapısı konuşmalarına ve davranışlarına yansır.

blank

Hatta filmin bir sahnesinde, Sadi’nin sevdiği kadının adını bile doğru düzgün öğrenmediğini fark ederiz – Serap’tan bahsederken “adı Serap’tı galiba…” diyerek aslında aşkının ne denli karşılıksız ve masum olduğunu gösterir. Buna karşılık Erol, Serap’la (Mehtap adıyla) ilk tanıştığında hemen ismini sorar; bu küçük detay, Sadi’nin aşkında ismin bile önemsiz kaldığı, Erol’un ise gerçeği bilmeden daha yüzeysel bir etkileşim yaşadığının göstergesidir. Önal’ın incelikle yazdığı bu gibi sahneler, filmin akademik açıdan incelenebilecek katmanlarını oluşturur.

Atıf Yılmaz’ın yönetmenliği ise filmi bir melodram klasiği seviyesine çıkaran en önemli unsurlardan biridir. Yeşilçam’ın en saygın yönetmenlerinden olan Yılmaz, Menekşe Gözler’de abartılı duygu sömürüsüne kaçmadan, sahici bir duygusal atmosfer kurmayı başarmıştır. Klasik melodramlarda görülen karikatürize “kötü” karakter sahneleri yerine, Yılmaz bu filmde kamerayı karakterlerin yüz ifadelerine, jestlerine ve birbirleriyle olan incelikli etkileşimlerine odaklar.

Özellikle Sadi’nin meyhane sahnelerinde, masada içki içerken söylediği hüzünlü şarkılarda veya hastane koridorunda kalakaldığı anda, Atıf Yılmaz’ın mizanseni seyirciyi adeta karakterlerin yanına oturtur. Yakın plan çekimler, loş ışıklar ve İstanbul gecelerinin arka plan olarak kullanıldığı sahneler, filmin duygusunu yükselten görsel unsurlardır. Mizansen (sahne düzeni) öylesine özenlidir ki, bir bakış ya da duraksamayla karakterlerin iç dünyası anlatılabilir hale gelir. Örneğin, hastanedeki karşılaşma sahnesinde Sadi, Erol ve Serap’ın bakışları arasındaki çapraz kurgu, hiçbir söz olmaksızın aralarındaki acı gerçeği ve hüznü aktarır. Yılmaz, melodram sanatının en iyi yaptığı gibi, seyircinin duygudaşlık kurmasını sağlayacak görsel bir dil yaratır.

Filmin teknik ekibine baktığımızda da bu duygusal etkinin bilinçli tercihleri görüyoruz. Metin Bükey’in müzikleri ve seçilen Türk Sanat Müziği eserleri, filmin atmosferini belirleyen temel unsurlardandır. Görüntü yönetmeni Çetin Tunca’nın renkli 35mm filmde yakaladığı kareler, 1960’ların sonu İstanbul gece hayatını ve sahne ışıklarını başarıyla yansıtır. Gazino (pavyon) sahnelerinde sahnenin renkli ve canlı görüntüsü ile karakterlerin iç dünyasındaki fırtınalar tezat oluşturur; eğlence dünyasının parıltısı altında hüznü hissettirir.

Yine bir pavyon sahnesinde, Erol Büyükburç’un modern sayılabilecek bir “diskotek” şarkısı söylediği sekansta, Atıf Yılmaz bilinçli bir biçimsel risk alır: Dönemin popüler dans figürleri ve müzikleri filme dahil edilmiştir. Bu sahne, Sadi’nin klasik tambur taksimi ve Türk sanat müziği icrasıyla yan yana gelince, toplumun değişen eğlence kültürünün de altı çizilir. Bir yanda Sadri Alışık’ın sesinden gelen hüzzam makamındaki “Menekşe Gözler” şarkısı seyirciye dokunaklı anlar yaşatırken, başka bir sahnede Erol Büyükburç’un seslendirdiği hareketli parça modernlik iddiasıyla dikkat çeker. Yönetmen Yılmaz, bu zıtlıkları da mizansenine yedirerek filmin temasına hizmet ettirir: Geleneksel ve modern, saf aşk ile eğlence arayışı iç içe geçer. Böylece filmin arka planında, 1960’ların sonundaki kültürel değişim rüzgârları da sezdirilir.

Safa Önal’ın kaleme aldığı senaryo, dönemin ilk Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Senaryo ödülüne layık görülmüştür. Bu da senaryonun özgün yapısının ve duygusal derinliğinin takdir edildiğini gösterir. İlginç bir şekilde, film oyunculuk veya yönetmenlik dallarında o dönem büyük bir ödül kazanamamıştır. Bunun bir nedeni, belki de filmin dönemin popüler formüllerine uymayan yapısı nedeniyle ilk anda yeterince anlaşılamaması olabilir. Yine de zaman içinde Menekşe Gözler bir kült melodram olarak değerini kanıtlamış; Safa Önal – Atıf Yılmaz işbirliği, Yeşilçam’ın en dokunaklı işlerinden birini sinemamıza armağan etmiştir.

Oyunculuklar ve Müzikal Dokunuşlar

Filmin duygusal etkisini unutulmaz kılan bir diğer boyut, usta oyuncuların güçlü performanslarıdır. Sadri Alışık, Türk sinemasında daha çok Turist Ömer gibi güldüren rolleriyle bilinse de, Menekşe Gözler’de sergilediği dramatik oyunculuk tam anlamıyla bir ustalık tezahürüdür. Sadi karakterine hayat veren Alışık, aşk acısı içindeki efkârlı adamın hüznünü o kadar içten yansıtır ki, “bu filmde kimi ağlatamamıştır ki?” dedirtir. Nitekim birçok sinemasevere göre Sadri Alışık’ın bu filmdeki performansı, kendi kariyerinin ve hatta Yeşilçam erkek oyuncularının en iyi performanslarından biridir. Yalnızca yüz mimikleriyle değil, film boyunca bizzat seslendirdiği şarkılarla da karakterin duygularını hissettirir. Alışık’ın titreyen sesiyle “Hicran… yine hicran mı bu aşkın sonu?” gibi dizeleri söyleyişi, en “sağlam” izleyicinin bile gözlerini dolduracak güçtedir. Onun canlandırdığı Sadi, Yeşilçam’ın en hüznü derinden hissettiren karakterlerinden biri olarak hafızalara kazınmıştır.

Fatma Girik, Serap rolünde adeta masumiyetin cisimleşmiş halidir. Dönemin çok genç bir yıldızı olan Girik, canlandırdığı “yabancı dansöz kız” karakterine hem naiflik hem gizem katmayı başarmıştır. Diyaloglarından ziyade bakışları ve duruşuyla Serap’ın duygularını ileten Girik, yabancı ve kimsesiz kalmış bir genç kadının saflığını izleyiciye geçirir – tıpkı filmin içinde Sadi’ye geçirdiği gibi. Onun menekşe rengi gözleri (!) film boyunca hem iki dostu birbirine düşüren cazibe unsuru, hem de seyircinin merhametini kazanan masumiyet simgesidir.

Filmin seslendirme kadrosunda Fatma Girik’i usta dublaj sanatçısı Jeyan Mahfi Tözüm’ün seslendirmesi, karakterin duygusal tonunu güçlendirmiştir. Girik’in beden dili ve Tözüm’ün sesinin birleşimi, Serap karakterini unutulmaz kılar.

Filmin bir diğer sürprizi, Erol Büyükburç’un oyunculuğunun beklenenden başarılı çıkmasıdır. Aslen popüler bir şarkıcı olan ve bu filmde de kendisini (Erol adlı bir şarkıcıyı) oynayan Büyükburç, rolünün gerektirdiği enerjiyi ve içtenliği perdeye yansıtır. Özellikle Sadi ile Erol’un dostluk kimyası ikna edicidir; gerçek hayatta da müzisyen olan Erol Büyükburç, bir gazino şarkıcısının sahne dışındaki arkadaşlığını doğal bir sıcaklıkla canlandırır. Filmde söylediği hareketli şarkılar, onun müzikal kimliğini vurgularken, dramatik sahnelerde Sadri Alışık’la uyum içinde olduğunu görüyoruz. Nitekim bazı eleştirmenler, Menekşe Gözler’i Erol Büyükburç’un sinema kariyerindeki en iyi performans olarak değerlendirir.

Yardımcı rollerde, özellikle Sadi’ye platonik aşkla bağlı şarkıcı kadın rolündeki Pervin Par dikkat çeker. Pervin Par, kısa sahnelerinde dahi güçlü bir ekran varlığı sergileyerek hikâyeye yön veren karakterlerden birini canlandırır. Onun canlandırdığı “uzatmalı sevgili” prototipi, tipik bir kötü kadın figürüne dönüşmez; aksine sevecen ve kırılgan bir portre çizer. Böylece film, bu karakter üzerinden de klişeleri kırmış olur. Pervin Par’ın sesi ve tavrıyla kattığı duygu, Sadi–Serap aşkının önünde bilinçli bir engel olmaktan ziyade, talihsiz bir engel olarak hissedilir. Bu rol, yardımcı bir karakterin filme ne denli katkı sunabileceğinin göstergesi olarak övülmüştür.

Müzikal dokunuşlar açısından Menekşe Gözler, Yeşilçam melodram geleneğinin zenginliğini yansıtan bir yapıya sahiptir. Film bir yönüyle müzikal melodramdır; içinde pek çok şarkı ve performans barındırır. Sadri Alışık’ın sesiyle ölümsüzleşen “Menekşe Gözler” ve “Menekşe Gözler Hülyalı Bakışların” gibi Türk Sanat Müziği parçaları, filmin hikâyesini adeta şarkılar üzerinden anlatır. Ayrıca Sadri Alışık ve Belkıs Özener’in sesinden duyduğumuz “Huysuz ve Tatlı Kadın”, “Yalan Gözler” gibi dönemin popüler parçaları da gazino atmosferini pekiştirir.

Erol Büyükburç cephesinde ise onun kendi stiline uygun olarak seslendirdiği *“İnleyen Nağmeler”*in batı enstrümanlarıyla düzenlenmiş bir cover’ı dikkat çeker. Bu şarkı, aslında klasik bir Türk sanat müziği eserinin modern yorumudur ve filmde iki dünya arasındaki geçişin bir sembolü gibidir: Sadi’nin geleneksel tambur taksimi sonrası, Erol’un orkestrasıyla bu parçayı söylemesi, eski ile yeninin buluşmasını gösterir.

Müzikler hem eğlendirir hem de karakterlerin ruh halini yansıtan bir fon işlevi görür. Örneğin; Sadi’nin aşk acısıyla meyhanede söylediği “Şarkılar Seni Söyler” gazelde, sözler doğrudan onun Serap’a özlemini dile getirir. Aynı şekilde, Erol ve Serap’ın mutluluklarının doruğunda sokakta dans ettikleri sahnede çalan neşeli şarkı, seyirciye o anın coşkusunu geçirir – hatta yönetmen bunu abartılı bir şekilde bir taksi şoförünün bile dansa katılması gibi mizahi bir ayrıntıyla sunarak Yeşilçam’ın naif komedi yanına selam çakar. Bu tür anlar, filmin genel hüznünü dengeleyen küçük tebessümler yaratır.

Genel olarak, Menekşe Gözler’de oyunculuk ve müzikal öğeler birbirini tamamlayarak ilerler. Özellikle Sadri Alışık’ın sesiyle hayat verdiği şarkılar, sadece birer müzik arası değil, karakterin iç sesinin dışavurumları gibidir. Atıf Yılmaz, bu sahneleri uzun tutarak melodramatik duygunun seyirciye geçmesine izin verir. Böylece film, izleyiciyi sadece olay örgüsüyle değil, müzikle de duygusal olarak etkiler. Bu yönüyle bakıldığında, Menekşe Gözler tam bir “mendil ıslatan film” olmayı başarır – hem de bunu lüzumsuz kötüler veya karanlık komplolar olmadan, saf insanî duygularla başarır.

Ve Sonrası: Gölge Oyunu ile Paralellikler

Menekşe Gözler, vizyona girdiği dönemde gişede çok büyük sansasyon yaratmamış olsa da, zamanla Yeşilçam melodramları arasında özgün bir konum edinmiştir. Kötü karakter olmadan da seyirciyi ağlatabilen bu film, adeta türün kalıplarına karşı yapılmış cesur bir deney gibidir. O dönemde izleyiciler belki alıştıkları kalıpların dışında bir melodramla karşılaşmanın şaşkınlığını yaşamış olabilir; nitekim film, popüler ödüllerde hak ettiği ilgiyi görmemiştir. Yine de Safa Önal’ın senaryosuna verilen Altın Koza ödülü, sektörün ileri gelenlerinin bu yenilikçi yaklaşıma değer verdiğini gösterir. Sonraki yıllarda televizyonda sıkça gösterilen film, Sadri Alışık’ın unutulmaz performansının da katkısıyla, her kuşaktan seyirciyi gözyaşlarına boğmaya devam etmiştir.

Eleştirmenler bugün Menekşe Gözler’i “Yeşilçam’ın kult melodramları” arasında anmakta, hatta Sadri Alışık’ın canlandırdığı Sadi karakterini Türk sinema tarihinin en dokunaklı figürlerinden biri olarak değerlendirmektedir. Film aynı zamanda Fatma Girik’in kariyerinde de özel bir yerde durur; saf ve masum kadın imajını pekiştiren rolleri arasında parıldar.

Daha geniş bir perspektifte, Menekşe Gözler klasik Yeşilçam melodram geleneğine alternatif bir anlatım sunduğu için sinemamızda bir köşe taşı sayılabilir. Bu filmden yıllar sonra, 1990’larda Türk sineması olgunlaşma dönemine girerken, usta senarist-yönetmen Yavuz Turgul’un Gölge Oyunu (1992) filminde Menekşe Gözler’in anlatı geleneğinden izler görmek mümkündür. Turgul’un Gölge Oyunu filmi, tıpkı Menekşe Gözler gibi iki yakın dostun ve hayatlarına giren gizemli bir kadının hikâyesini konu alır.

Başrollerde Şener Şen ve Şevket Altuğ’un oynadığı bu filmde, Mahmut ve Abidin adında iki komedyen, pavyonlarda küçük gösteriler yaparak yaşamlarını sürdürürken günün birinde dilsiz ve güzeller güzeli Kumru adlı bir kadınla karşılaşırlar. Kumru’nun varlığı, iki arkadaşın hayatında devrim etkisi yapar; fakat orada da ne gelen kadın ne de iki arkadaş bir kötü karakter özellikleri gösterir.

blank

Tam tersine, Gölge Oyunu masalsı ve alegorik bir anlatımla dostluk, aşk ve değişim temalarını işler. Kumru karakteri adeta hayatlarına giren bir melek ya da bir değişim vesilesidir; Mahmut ve Abidin’in iç dünyalarını dönüştürür. Film boyunca çatışma yine insanlar arasında kötülükten değil, hayatın sürprizlerinden ve karakterlerin iç hesaplaşmalarından doğar. Yavuz Turgul, bu özgün senaryosuyla 1990’lar Türkiye sinemasında farklı bir soluk getirmiş ve Gölge Oyunu gişede mütevazı kalsa bile eleştirmenlerce takdir edilmiştir. Bir bakıma, Menekşe Gözler’de denenen formülün modern bir versiyonu olarak değerlendirilebilir.

Elbette Menekşe Gözler ile Gölge Oyunu birebir aynı hikâye değildir; ancak iki film arasındaki ruh akrabalığı belirgindir. Her ikisi de dostluk olgusunu merkezine alır, her ikisinde de masum bir üçüncü kişi (Serap ve Kumru) dramatik katalizör rolü görür ve hiçbirinde somut bir “kötü karakter” bulunmaz. İki film de sonunda seyirciyi duygusal bir sorgulamaya iter: “Acaba bu yaşananlar gerçek miydi, yoksa bir rüya mıydı?” sorusu dahi Gölge Oyunu finalinde vurgulanır.

Bu yönüyle Yavuz Turgul, Atıf Yılmaz ve Safa Önal’ın yıllar önce attığı o yenilikçi adımı farklı bir janr (fantezi ve drama karışımı) içinde tekrarlar ve başarıyla izleyiciye aktarır. Gölge Oyunu, 1990’ların başında Türk sinemasında kült statüsüne yükselirken, belki de Menekşe Gözler’in 60’larda sessizce başlattığı “melodramda kötüsüz de olur” geleneğinin geç meyvesidir denebilir.

Menekşe Gözler (1969), Yeşilçam melodram tarihinin hem içinde hem de dışında duran özel bir yapıtıdır. İçindedir, çünkü aşk, acı, gözyaşı, müzik gibi melodramın tüm öğelerini barındırır; dışındadır, çünkü bunu yaparken çoğu melodramın tutunduğu klişe çatışmalara ihtiyaç duymaz. Filmde ne zengin-kötü bir adam ne de entrikacı bir kadın vardır; trajedi tamamen “iyi insanlar” arasındaki talihsiz durumdan doğar. Bu, belki de gerçek hayata melodramdan daha yakın bir durumdur: Bazen en büyük dramları, kimse bilerek kötülük yapmadığı halde kaderin cilvesi yaratır. Menekşe Gözler, işte bu hayatın cilvesini perdeye aktaran, sıcak ve insanî bir melodramdır.

Akademik bir bakışla değerlendirildiğinde film, melodram türünün sınırlarını zorlayan ve karakter derinliği ile duygusal doğruluğu ön plana çıkaran bir anlatı yapısı sunar. Safa Önal’ın metni ve Atıf Yılmaz’ın rejisi sayesinde, izleyici olarak bizler karakterlerle özdeşleşirken onları ahlaken yargılamak yerine anlamaya çalışırız. Böylece film, melodramın didaktik ve keskin ahlaki ayrımlarını yumuşatarak daha insancıl bir deneyim sunar. Seyirci, “iyinin yanındayım, kötünün karşısındayım” gibi net bir konum almak yerine, üç karakterin acısını da yüreğinde hisseder. Bu, Yeşilçam için önemli bir anlatı deneyidir ve türün evrimi açısından değer taşır.

Menekşe Gözler salt mendil ıslatan bir aşk filmi olmanın ötesine geçerek, dostluk ve fedakârlık üzerine de dokunaklı bir hikâye anlatır. “Menekşe gözlü” o masum bakışların ardında belki vefa yoktur, ama film boyunca görülen insanlık ve sevgi, izleyicide derin bir iz bırakır. Öteki Sinema okuyucuları için, hem Yeşilçam nostaljisini hem de alışılagelmiş kalıpların dışında bir film deneyimini bir arada sunan Menekşe Gözler, yeniden keşfedilmeyi hak eden bir eser. Klasik melodram yapısına aykırı duruşuyla, Yeşilçam’ın gözyaşı damlaları arasından parıldayan bu film, mendillerinizi hazırlayıp samimi bir insan hikâyesine tanık olmanız için sizi bekliyor.

Kaynakça: 


  • Öznur Yemez, Menekşe Gözler (1969) Sinematik Anlatısının Psikonalitik Analizi, NALANS Konferans Bildirisi, 2023.
  • Çağrı Gırlangıç, “Menekşe Gözler (1969)” – Sinemaya Dair blogu, 2011.
  • Winpohu’ca Blog, “Menekşe Gözler,” 2012.
  • Onur Keşaplı, “Melodramın Yeşilçam’a Sirayeti” – SosyalBilimler.org, 2017.
blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusu ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı, "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanı ve "Agatha'da Cinayet" adlı tiyatro oyununun yazarıdır. Sinema yazılarına Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Madene İnecek Cesur Sinemacılar Aranıyor!

Türk sineması neden maden işçisinin sorunlarını film yapmıyor? Yeni sinemacılar
blank

Video Günleri…

Memleket, video denen çılgın aletle sıkıyönetim günlerinde tanışmıştı. Erken 80’lerde