Meseleye alışıldık panik başlıklarından değil, soğukkanlı bir yerden bakalım. Bana sorarsanız, Netflix’in Warner Bros.’u satın alma hamlesi bir güç gösterisi değil, bir mecburiyet. Almasa, batan tarafın kendisi olacağı çok açık. Bu, bir “büyüme” kararı değil, gecikmiş bir hayatta kalma refleksi.
Dijital yayıncılık sektörü, son on yılda mantar gibi çoğalan platformlarla hızla bir aşırı doygunluk evresine girdi. Başlangıçta bu bolluk eğlenceliydi. Seyirci için bir cennet gibi pazarlanmıştı: Herkesin elinde bir cennet anahtarı, her kapının ardında başka bir dizi… Derken faturalar kabardı. Abonelik ücretleri arttı, platform sayısı arttı, içerik arttı ama tuhaf bir şekilde izlenebilirlik azaldı. Bunca paraya rağmen “arayınca bulamama” hissi çağın yeni sinir bozukluğuna dönüştü.

2025’e geldiğimizde tablo çok net: Kullanıcıların her platform için ayrı ayrı ödeme yapma sabrı kalmadı. Bu ekonomik yük sürdürülebilir olmaktan çıktı. Platformlar arasında dolanmak eğlenceli bir keşif değil, bezdirici bir labirent oyununa dönüştü. Sonuç olarak büyük bir kitle, bu abonelik karmaşasından kaçıp Stremio gibi ücretsiz (ve yasal olmayan) alternatiflere geri dönmeye başladı. Netflix kadar şık bir arayüzde tüm filmler-diziler bir arada ve bedava! Yani korsan, dijital çağın ahlak vaazlarını aşarak yeniden denize açıldı. Bunu daha önce “Film Korsanları Yeniden Denizlere Açılıyor” yazımda anlatmıştım.
Netflix bir zamanlar gerçekten de “korsanı bitiren platform” gibi çalışıyordu. Vaadi basitti ve güçlüydü: Her şey tek bir çatı altında, makul bir fiyatla, virüs kapmadan, tıklayıp izleyebilecektiniz. Bir süre bu vaat işledi. Ta ki medya holdingleri kendi kalelerini kurana kadar… O noktada oyunun kuralları değişti. Stüdyolar, kütüphanelerini birer birer Netflix’ten çekti ve kendi duvarlarla çevrili bahçelerini inşa etmeye başladı.
Netflix bu kuşatmaya “hızlı içerik üretimi” stratejisiyle karşılık verdi. Matematik basit: Ne kadar çok yeni iş, o kadar çok elde tutulan abone ama köklü stüdyoların on yıllara yayılan üretim kültürüyle “hız” üzerinden rekabet edemezsiniz. Sonuç ortada: Netflix kataloğu nicelik olarak şişti, fakat nitelik olarak büyük ölçüde çöktü. Arada parlayan işler oldu elbette ama kıvam tutmadı.
Tam bu noktada sektör kaçınılmaz olarak konsolidasyon evresine girdi. Yani düşeni yutup büyüme dönemi başladı. Artık güçlü olan, zayıflayanı satın alarak ayakta kalmak zorunda. Bu sadece pazar payı meselesi değil; bir tür ekonomik Darwinizm. Ne yazık ki bu süreç yaratıcı çeşitliliği daraltıyor, risk alma iştahını azaltıyor ve hikâye evrenlerini tekelleştiriyor. Oyunun yeni sahipleri artık açıkça dijital platformlar ve kuralları da onlar yazıyor.
Burada sinema ile müzik arasındaki temel farkı da belirtelim. Aynı albümü Spotify’da da buluyorsunuz, Apple Music’te de, Deezer’da da, Qobuz’da da. Tercihi belirleyen şey içerik değil, ses kalitesi, arayüz, algoritma konforu. Film işi böyle değil çünkü burada iş, şarkılarla değil, marka evrenleriyle dönüyor.
Yazının bundan sonrası daha da acıklı çünkü asıl mesele henüz tam olarak konuşulmuyor. Ben oraya işaret edeyim: Yapay zekâ.
Yapay zekâ teknolojisi baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Yakın bir gelecekte herkesin evinde kendi “Batman filmini” üretebilmesi teknik olarak mümkün olacak. Ama kritik soru şu: O Batman kimin? İşte Netflix’in, Hollywood’un yüksek sesle söylemeye cesaret edemediği gerçeği burada yatıyor: Yapay zekâ içerik üretebildiği anda aşılması gereken tek dağ fikrî mülkiyettir.
DC evreni: Batman, Superman, Wonder Woman, Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Game of Thrones, Mortal Kombat…
Bunlar film ya da marka değil. Bunlar sonsuz çoğaltılabilir mitolojiler. Netflix’in satın almak istediği şey arşiv değil; üretken yapay zekânın üzerine bindirileceği dünya ve karakter hakları. El Eternauta dizisi örneği bunun ilk işaret fişeğiydi. Netflix’in üretken yapay zekâ kullanarak bina çöküş sahnesi ürettiği Arjantin yapımı bilimkurgu dizisi, sektör için küçük ama kritik bir eşiğin geçildiğini gösterdi. Bu yöntemle sahne üretimi, geleneksel görsel efektlere göre 10 kata kadar daha hızlı, katbekat daha ucuz ve en önemlisi bütçeyle daha önce “imkânsız” sayılan sahneleri mümkün kılıyor.
Ve işin en rahatsız edici tarafına geliyoruz: Üretim metalaşıyor. Fikri mülkiyet ise sonsuza kadar kilitleniyor. Gelecek artık hikâye anlatıcılarının değil, hikâye evrenlerine sahip olanların olacak. Yönetmen, yazılımcı, efekt geçici ama Batman, Harry Potter, Westeros kalıcı. Netflix bunu çok erken gördü. Warner’ı keyfinden değil, bu yüzden almak zorunda çünkü olur da başkası (Paramount mesela) alırsa önümüzdeki 5-10 yıl içinde Netflix satılığa çıkacak!
Sinemanın yakın geleceği artık estetik bir mesele değil, doğrudan telif hukuku ve algoritma mühendisliği meselesi ve bu oyunda kazananın sanat değil, mülkiyet olacağını düşünüyorum.
Netflix doğru hamleler yapıyor daha başka platformları da satın alacak gibi tek platform olma yolun da ilerliyor.