Perdede Solan Renkler: Sinema Salonlarından Kaçışın Anatomisi

2010’ların ortasında Türk sinema sektörü altın çağını yaşıyordu. 2015’te sinema salonları toplam 60,2 milyon biletli seyirciyi ağırladı. 2017 yılı, 71,2 milyon seyirciyle tüm zamanların rekorunu kırdı fakat bu zirveden sonra başlayan gerileme, 2019’a gelindiğinde belirginleşti. Seyirci sayısı 59,6 milyona gerileyerek günümüzde de devam edecek şekilde düşüşe geçti.

Aşağıdaki tabloda 2015’ten 2024’e Türkiye’de sinema gişe verileri (yıllık toplam seyirci sayısı, toplam hasılat ve ortalama bilet fiyatı) görülebilir:

Yıl

Toplam Seyirci Sayısı

Toplam Hasılat (TL)

Ortalama Bilet Fiyatı (TL)

2015

60.228.409

678.557.824

11,27

2016

58.287.772

691.704.828

11,87

2017

71.188.594

870.773.224

12,23

2018

70.409.779

896.780.475

12,74

2019

59.556.020

980.410.567

16,46

2020

17.415.304

299.726.220

17,21

2021

12.488.382

285.571.443

22,87

2022

36.198.982

1.350.268.364

37,30

2023

31.542.707

2.828.132.324

89,66

2024

33.149.053

4.993.702.968

150,64

Kaynak: Box Office Türkiye gişe istatistikleri.

Tablo, Türkiye’de sinema salonlarına ilginin nasıl dramatik biçimde azaldığını açıkça ortaya koyuyor. 2015–2017 arası yükselen bir ivmeyle rekor düzeye çıkan seyirci sayısı, 2018’den itibaren düşüş trendine girmiş. 2019’da toplam izleyici sayısı önceki yıla göre %15 civarında azalarak 59,5 milyona düşmüş.

Bu gerilemede, o yıl yaşanan “mısır krizi” gibi sektör içi anlaşmazlıkların ve içerik kıtlığının etkili olduğu biliniyor. Asıl çöküş ise 2020’de gelmiş: COVID-19 pandemisi nedeniyle salonlar kapandı ve seyirci sayısı 17,4 milyona kadar indi (bir önceki yıla göre –%70). 2021’de kısıtlamaların etkisiyle 12,5 milyon seyirciyle dip noktası görüldü. Her iki yılın seyirci toplamı, 2017 yılının tek başına yarısına bile ulaşamadı. 2022’de kısıtlamaların kalkmasıyla 36,2 milyon seyirciye kısmi bir toparlanma yaşandıysa da, 2023’te ekonomik kriz ve değişen alışkanlıklar nedeniyle rakam yeniden gerileyerek 31,5 milyona indi. 2024 sonunda ise toplam seyirci ancak 33 milyon dolayında gerçekleşti; bu, 2019’daki seviyenin neredeyse yarısı demek.

Gözlerden kaçmayacak bir diğer detay, ortalama bilet fiyatının 2015’te 11 TL civarından 2024’te 150 TL’ye fırlaması – enflasyon ve maliyet artışları yüzünden 13 katı bir artış. Fiyatlar yükselip alım gücü düşerken, salonların seyirci çekmesi iyice zorlaştı.

Evdeki Ses, Evdeki Ses Bam! – Dijital Platformlar ve Ev Sinemasının Yükselişi

İstatistik buraya kadar ama sorunu ve çözümlerini güncelleyerek yazmaya devam edelim. 2019 sonrasında sinema izleyicisinin önemli bir kısmı salonlardan dijital platformlara ve ev ekranlarına kaymaya başladı.

Özellikle 2020 pandemi süreci, zorunlu kapanmalar nedeniyle bu dönüşümü hızlandırdı. Salona gidemeyen milyonlar, Netflix, BluTV, Amazon Prime, Disney+ gibi platformlara akın etti; evde film/dizi izleme alışkanlığı pekişti. Pandemi bitip salonlar yeniden açıldığında bile izleyici davranışı kalıcı olarak değişmişti. 2022’de kısmi bir geri dönüş görülse de 2023 verileri gösteriyor ki sinema seyircisi sayısı 2010’lardaki seviyelere geriledi. Üstelik haftasonu seyircisinin önemli kısmını oluşturan genç nesil için de platformlar sinemanın pabucunu dama atmış durumda. Ev konforunda istenilen içeriğe anında erişebilme rahatlığı, sinema salonlarına olan ilgiyi azaltıyor. Pek çok izleyici için büyük ekranda film deneyimi, salonda değil oturma odasında yaşanıyor. Platformlardaki içerik bolluğu, “gitmesek de olur” düşüncesini besliyor.

Dijital platformların Türk yapımlarına yatırım yapması ve dünya çapında izleyiciye ulaştırması, sinemaya gitme motivasyonunu da etkiliyor. Yerli bir filmi sinemada izlemek yerine birkaç ay içinde platformda (ya da bahis reklamlı korsan sitelerde) bulacağını bilen seyirci, salon biletine para vermeyi erteliyor.

Bu süreçte ev sineması teknolojileri de büyük rol oynadı. Bugün orta halli bir evde bile 4K UHD büyük ekran TV’ler görmek mümkün. OLED ve QLED televizyonlar, sinema salonlarındaki projektörlerden daha keskin ve parlak görüntüler sunabiliyor. Üstelik HDR destekli bu ekranlar, karanlık sahnelerde dahi detayları kaçırmıyor – oysa kimi sinema salonlarında karartılmış projeksiyon yüzünden filmin karanlık sahnelerinde “ne oluyor anlayamadan” çıkan seyirciler var.

Yüksek kaliteli surround ses sistemleri ve soundbar’lar da evleri adeta küçük sinema salonlarına dönüştürdü. Blu-ray ve 4K akış sayesinde görüntü ve ses kalitesi bakımından ev ile sinema arasındaki fark iyice kapandı. Hatta birçok sinefil, “Evde 4K OLED ekranda film izlemek, pek çok sinema salonundan daha konforlu” düşüncesinde birleşiyor. Salonlarda boğuk ses, loş görüntü, bitmek bilmeyen reklamlar ve diğer aksiliklerle uğraşmaktansa evinde koltuğuna gömülüp dilediği filmi açmak, günümüzün normali haline geldi.

Salonlar Bindiği Dalı Kesiyor: Soluk Projeksiyon – Pahalı Büfe!

Sinema salonları ne yazık ki teknik kalite konusunda da sınıfta kalıyor. 2021’de vizyona giren Dune filminin gösterimi sonrasında, yönetmen Alper Çağlar başta olmak üzere pek çok sinemasever projeksiyon parlaklığının kasıtlı olarak kısılmasını sert şekilde eleştirmişti.

ResimBu tartışma 2024’te yeniden alevlendi: Gelin Takımı filminin yurt dışı gösterimlerinde capcanlı görünen renklerinin, Türkiye’de bazı salonlarda karanlık ve soluk olması tepki çekti. Filmin yapımcısı Emre Oskay, “Aylarca emek verip özenle seçilen detayların karanlık perdede izlenmesi bizde hayal kırıklığı yarattı” diyerek salonların projeksiyon ışığını kısmasına isyan etti. Oskay’ın vurguladığı üzere, ekonomik krizle birlikte sinemalar projektörlerin lamba ömrünü uzatmak ve elektrikten tasarruf etmek için parlaklığı düşürüyor, fakat bu tasarruf anlayışı seyirci deneyimini ve filmin görsel bütünlüğünü olumsuz etkiliyor.

Teknik problemler, sinema salonu deneyimini izleyici için bir eziyete dönüştürebiliyor. Film öncesi 30-40 dakikayı bulan reklam ve tanıtım gösterimleri de cabası – biletine dünya kadar para ödeyen seyirciye bu kadar uzun reklam dayatılması ayrı bir şikâyet konusu. Sonuçta, salona gidenler teknik aksaklıklarla, konfor eksikliğiyle, bitmeyen reklamlara ve yüksek ücretlere maruz kalırken; evde film/dizi izleyenler çok daha rahat bir deneyim yaşıyorlar. Bu tablo, sinema salonlarının kendi kendine seyirciyi kaçırmasına zemin hazırlıyor.

Yerli Gişe Filmlerinde Kalite Düşüşü: Tekrarlayan Senaryolar ve İçeriksel Zayıflıklar

Gişe sinemamız artık tutmuş ama modası geçmiş formüller üzerinden çalışmaya devam ediyor. Pek çok yerli film, kendini kanıtlamış eski bir yapımın devamı veya benzer bir uyarlaması olarak karşımıza çıkıyor. Sürekli aynı tiplemeler ve hikâye kalıpları kullanılıyor. Derinlikli hikâye ve senaryo açısından zayıf kalan, kolaycı esprilere veya klişe korku unsurlarına dayanan filmler çoğaldı.

Gişede başarı garanti olsun diye üretilen ortalama komediler ile peş peşe çekilen düşük bütçeli “cin” korku filmleri salonları dolduruyor. Bunların bir kısmı o kadar özensiz ki “neden çekildiğine dair en ufak bir izahatı olmayan” işler olarak nitelendiriliyor. Ankara’da yıllardır tüm filmleri izleyen deneyimli eleştirmen Hasan Nadir Derin de son 2-3 yılın vizyon takvimi için “daha önce hiç bu kadar kötüsüne şahit olmadığını” belirterek kalite düşüşünü doğruluyor.

Sektörde özgün fikir üretiminin azalması önemli bir sorun. Sürekli aynı güldürü tarzına yaslanmak, benzer karakterlere dayalı seriler çekmek, yaratıcı ekipleri kısır bir döngüye soktu.

Sinema izleyicisi arasında “artık iyi film gelmiyor” söylemi giderek yaygınlaştı. Son yıllarda pek çok izleyici, gişede karşılaştığı yapımlardan memnun kalmadığını dile getiriyor. Aslında her hafta vizyona giren film sayısına bakılırsa nicelik olarak bir “bolluk” var; 2000’lere kıyasla haftada ortalama 8 film vizyon görüyor, bazı haftalar bu sayı 11-12’yi bulabiliyor.

Ne var ki bu filmlerin büyük kısmı birbirine benzeyen yerli komedi ve korku yapımları olduğu için, seyircinin aradığı kalitede film bulması samanlıkta iğne aramaya dönüyor. İzleyiciler, her gittiğinde benzer yapay espriler, klişe korku sahneleri veya özenilmemiş senaryolarla karşılaşmaktan bıktıklarını belirtiyorlar. Bu durum medyada da yankı buluyor; bazı köşe yazarları “iyi film gelmiyor” siteminin altını doldurarak, günümüz vizyon filmlerinin eskiye nazaran izleyicide heyecan uyandırmadığını vurguluyor.

Öte yandan “iyi film” tanımı da izleyicinin beklentisine göre değişiyor. Bazı sinemaseverler 1990’lar ve 2000’lerde izledikleri, güçlü senaryolu, büyük prodüksiyonlu ve sevilen oyuncuların yer aldığı filmleri özlüyor. Günümüzde onların yerine vizyona giren yüksek efekt bütçeli süper kahraman filmleri ya da tam tersi ağır arthouse filmler, geniş kitlelerin beklentisini karşılamakta zorlanıyor. Nitelikli bağımsız filmler yeterince tanıtım ve salon bulamadan hızla vizyondan kalkıyor. Böylece ana akım izleyici, “eskisi gibi iyi film yok” algısında pek de haksız olmadığını düşünüyor. Son birkaç yılda gişede rekor kıran çok az yerli film çıkması ve genel memnuniyetsizlik, bu algıyı iyice pekiştirmiş durumda.

Türk sinemasında gişe rekorları kırmış bazı yıldız isimler de son yıllarda ağırlıklı olarak dijital platformlara yönelmeyi tercih etti. Özellikle komedi alanında büyük kitleleri salonlara çekebilen Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan, Şahan Gökbakar ve Tolga Çevik gibi sanatçılar, yeni işlerini beyaz perdede göstermek yerine Netflix, Disney+ gibi platformlarda yayınlamaya başladılar. 2020’lerle birlikte iyice belirginleşen bu geçişin sebepleri ve sonuçları dikkat çekici:

  • Sektörel Anlaşmazlıklar: 2019 başında patlak veren ve kamuoyunda “mısır krizi” olarak bilinen yapımcı-salon işletmecisi anlaşmazlığı, pek çok ünlü yapımcıyı sinema salonlarına küstürdü. Bilet gelirinin paylaşımı ve promosyonlu satışlar konusundaki tartışmalar sırasında Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar gibi isimler filmlerini o yıl vizyona sokmayı ertelemişti. Yılmaz Erdoğan’ın Organize İşler 2 filmini daha vizyondayken Netflix’e satması bu tartışmaların en çarpıcı hamlesi oldu ve sektörde sarsıntı yarattı. Dağıtım tekelleriyle yaşanan bu gerginlik, dijital platformları bir alternatif kurtarıcı olarak gündeme getirdi.
  • Pandemi ve Ekonomik Koşullar: 2020’de başlayan Covid-19 pandemisi sinema salonlarını uzun süre kapattı ve film sektörünü durma noktasına getirdi. Bu dönemde dijital platformlar hem yapımcılara hem de izleyicilere nefes aldıran bir mecra oldu. Büyük stüdyolar filmlerini ertelemek veya çevrimiçi sunmak zorunda kalırken, Türk yapımcılar da zarar etmemek için dijitale yöneldi. Pandemiyle ivmelenen ekonomik kriz ve enflasyon da seyircinin sinema alışkanlığını etkiledi: Yükselen bilet fiyatları nedeniyle pek çok izleyici, film bütçesini salon yerine dijital platform aboneliklerine kaydırmaya başladı. Bu koşullar, yıldız isimlerin yeni projelerini sinemada risk etmeden doğrudan platformlarda yayınlamasını teşvik etti.
  • Platformların Cazip Teklifleri: Netflix, Disney+ gibi küresel platformlar Türkiye pazarına hızlı bir giriş yaparak yerli içerik üreticilerine yüksek bütçeli anlaşmalar sundu. Gişede büyük kazanç elde eden popüler komedyenler de bu tekliflere kayıtsız kalmadı. Örneğin Şahan Gökbakar, fenomen karakteri Recep İvedik serisinin 7. filmini sinemalara hiç uğramadan Disney+’a sattı. Bu anlaşmadan pandemi döneminde “oturduğu yerden 7 milyon dolar” kazandığını kendi ifadesiyle dile getiren Gökbakar, dijital platformların maddi cazibesini açıkça ortaya koydu. Benzer şekilde Yılmaz Erdoğan’ın da Organize İşler 2 filmini Netflix’e yaklaşık 1 milyon dolar karşılığında sattığı basına yansıdı.Yüksek meblağlı bu anlaşmalar, yıldız isimlerin salon gelirini beklemek yerine peşin garanti ücreti tercih etmesine yol açıyor. Platformlar da Cem Yılmaz gibi ülkenin en çok güldüren isimleriyle uzun soluklu işbirliklerine imza atarak içeriklerini güçlendirmeyi hedefliyor. Nitekim Cem Yılmaz’ın Netflix için yaptığı Erşan Kuneri dizisi yayınlandığı ilk ay platformun Türkiye’de en çok izlenen yerli içeriği oldu ve Netflix usta komedyenle birden fazla yeni proje için anlaşma tazeledi.
  • İzleyici Eğilimlerindeki Değişim: Dijital çağda seyircinin içerik tüketim alışkanlıkları da dönüşüyor. Büyük yıldızlar, kitlelerinin artık geleneksel medya yerine çevrimiçi platformlarda vakit geçirdiğinin farkında. Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan veya Şahan Gökbakar gibi isimlerin projelerini dijitalde yayınlaması, onların geniş hayran kitlesine çok daha hızlı ve yaygın erişim sağlıyor. Üstelik dijital yayın, içeriklerin daha uzun ömürlü olmasına imkân tanıyor; bir film vizyonda birkaç hafta kalıp kalkacağına, platformda sürekli erişilebilir durumda kalarak zaman içinde daha fazla izleyiciye ulaşabiliyor.İzleyici tarafında da, ev konforunda istedikleri zaman izleme imkânı, salonlara gitmeye kıyasla büyük rahatlık. Şahan Gökbakar da bir röportajında dört kişilik bir ailenin sinemaya gidip tek seferlik film izlediğinde 300 TL’yi aşkın harcama yaptığını, o paraya neredeyse bir yıllık dijital platform aboneliği alınıp onlarca film-dizi izlenebildiğini söyleyerek bu yeni alışkanlığı savundu. Gerçekten de ekonomik gerekçeler ve pratiklik düşüncesi, izleyiciyi yıldızların dijitaldeki içeriklerine yöneltiyor.

Bu gelişmeler sonucunda, 2022 yılında Bodrum Türk Filmleri Haftası’nda sembolik bir veda sahnesi yaşandı. Etkinlikte “Beyazperde’den Uğurladıklarımız” başlığı altında, beyaz perdeden ayrılıp dijital platformlara geçen Cem Yılmaz, Yılmaz Erdoğan ve Şahan Gökbakar’ın videoları gösterilerek bu isimler alkışlarla uğurlandı. Sektör temsilcileri resmen ilan ettiler ki, bir dönemin gişe kahramanları artık dijital dünyanın oyuncuları haline gelmiş durumda.

Yıldız yapımcı ve oyuncuların salonlardan çekilmesi, Türk sinemasının gişe dengelerini ve kalite algısını derinden etkiledi. Öncelikle, bu isimlerin yokluğunda sinema salonlarında büyük prodüksiyonlu yerli film sayısı belirgin biçimde azaldı. Gişede milyonlarca seyirci toplayan komedi serileri veya aile filmleri artık vizyon takviminde yer almayınca, salonlar yerli yapım tarafında ciddi bir içerik boşluğu yaşamaya başladı. 2022 ve 2023 yıllarında vizyona giren birkaç başarılı istisna dışında (örneğin Bergen gibi biyografik dramlar), genel tablo zayıf kaldı. Bir zamanlar her yıl yeni bir Cem Yılmaz veya Şahan Gökbakar filmi bekleyen kitle, artık bu içerikleri salonda bulamıyor. Bunun yerine bu yapımların dijital platformda yayınlanmasını evlerinde takip ediyorlar.

Bu durum sinema salonlarının gişesine de yansıdı. Recep İvedik gibi rekor kıran bir serinin yeni filminin sinemalarda oynamaması, yüz binlerce belki milyonlarca potansiyel bilet satışının gerçekleşmemesi demekti. Nitekim sektör gözlemcileri, Şahan Gökbakar’ın Recep İvedik 7 filmini Disney+’a vererek pandemi sonrası zor günler geçiren salonlara büyük darbe vurduğunu dile getirdiler.

Bir köşe yazarı, Gökbakar’ın bu tercihiyle “sinemanın kahramanı olmak varken, dijital platformların kucağına atlayıp paranın kurbanı oldu” diye ağır bir eleştiri getirdi. Hatta aynı yazıda Yılmaz Erdoğan’ın da 2019’da Netflix’e film satması hatırlatılarak “satılan sadece bir film değil, sinema sektörüydü” denildi. Görüldüğü gibi, büyük yapımcıların dijital platforma geçişi bazı çevrelerce sektöre ihanet olarak bile yorumlanıyor. Bu denli sert tepkiler, yaşanan değişimin Türk sinema ekosistemini sarstığını gösteriyor.

Öte yandan, izleyicilerin alışkanlıkları da kalıcı şekilde dönüşüyor. Pandemiyle birlikte evde film izleme deneyimine iyice alışan kitle, artık sadece gerçekten özel bulduğu filmler için sinema salonuna gitmeye meyilli. Bilet fiyatlarının yüksekliği de göz önüne alındığında, seyirci parasının karşılığını verecek kaliteyi bulamadığında hayal kırıklığına uğruyor. Son yıllardaki ortalama altı yapımlar bu hayal kırıklığını artırarak “sinemada izlemeye değecek film yok” algısını yaygınlaştırdı. Böylece bir kısır döngü oluşuyor: Kaliteli içerik eksikliği yüzünden seyirci salona gitmiyor, salonlar boş kaldıkça büyük yapımlar için motivasyon ve gelir düşüyor, bu da yine kaliteli film üretimini zorlaştırıyor.

Dijital platformlara kayan büyük projeler, sektörde kalite algısını da ikiye bölmüş durumda. Bir yanda Netflix, Disney+ gibi platformlarda gösterilen yüksek prodüksiyonlu diziler, filmler var; diğer yanda vizyonda çoğunlukla sınırlı bütçeli veya vasat yapımlar. İzleyiciler kaliteli yerli içeriği artık sinemada değil, evlerindeki ekranda görmeye alışıyor. Bu da salonların prestijini zedeliyor. Geçmişte “yeni Cem Yılmaz filmi geliyor” diye heyecanlanan seyirci, şimdi bu haberi aldığında hangi platformda yayınlanacağını soruyor. Salonlar ise büyük starların yokluğunda çoğunlukla Hollywood filmleri veya düşük profilli yerli filmlerle idare etmeye çalışıyor.

Uzmanlar, eğer sektörde yeni bir atılım olmazsa Türk sinema izleyicisinin dijitale kayış trendinin kalıcı olabileceği konusunda uyarıyor. Sonuç olarak hem içerik üreticileri hem de salon işletmecileri için bir adaptasyon dönemi yaşanıyor; kaliteli ve özgün yapımlarla izleyiciyi yeniden beyazperdeye çekmek en büyük meydan okuma haline gelmiş durumda.

Sinemada kaliteli içerik eksikliği ve yıldız oyuncuların salonlardan çekilmesiyle oluşan tablo ne yazık ki karamsar bir görünüm sunuyor. Bir zamanlar salonları tıklım tıklım dolduran yerli yapımların yerini, şimdi çoğunlukla birbirini tekrarlayan sıradan filmler aldı. Seyirciler her yeni vizyon haftasında “iyi bir film çıkar mı?” diye umutla bakıyor ancak çoğunlukla düş kırıklığı yaşıyorlar. Büyük ustaların dijitale yönelmesi, sinema salonlarını adeta öksüz bıraktı; beyazperdede alkışlanacak yeni bir içerik bulmak zorlaştı.

Tüm bunlar, Türk sinemasının geleceği için ciddi bir sorgulama gerektiriyor: Nerede yanlış yapıldı ve seyircinin tekrar “iyi film” diyebileceği yapımlar için nasıl bir dönüşüm gerekli? Şu anki manzara, cevabı belirsiz bu sorular eşliğinde, sektörü uzun bir tünele sokmuş gibi görünüyor.

2015’te milyonlarca insan için vazgeçilmez bir sosyal etkinlik olan sinemaya gitmek, 2024’e gelindiğinde birçokları için nostaljik bir anı haline geldi. Gişe rakamlarındaki sert düşüş ve salonların yarı boş kalması, yalnızca pandeminin değil dijitalleşmenin ve salon işletmecilerinin hatalarının ortak eseri. Bir yanda ekonomik zorluklar yüzünden projeksiyon ampulünden kısmaya çalışan, temel teknik kaliteyi sağlayamayan salonlar; diğer yanda ev konforunda yüksek kaliteli görüntü ve ses sunan modern televizyonlar, projektörler… Bu denklemde izleyicinin tercihi evden yana ağır basıyor.

Perdeler kararıyor, koltuklar boşalıyor. Sinema salonları, bir zamanlar büyülü birer kaçış mekânıyken bugün kendi hataları ve rakip medyanın yükselişiyle gölgede kaldılar. Dijital platformlar her geçen gün daha da güçlenirken, salonlar eski cazibesini yitiriyor. Tabii ki dev perdede film izlemenin hazzı bambaşka ancak bozuk projeksiyon, kötü ses, yüksek bilet ücreti, patlamış mısır krizleri derken bu hazzın üzerini toz kapladı. Yeni nesil izleyici, en sevdikleri filmi oturma odasının karanlığında 4K izlemeyi, salonun loş ve sorunlu perdesine tercih ediyor.

Türkiye’de sinema salonlarına ilginin 2015’ten 2024’e uzanan dönemde dramatik biçimde azalmasının ardında hem sayısal verilerle kanıtlanmış bir seyirci kaybı, hem de deneyim kalitesine dair ciddi problemler yatıyor. Bu gidişatı tersine çevirmek salon işletmecileri için kolay olmayacak. Belki IMAX, 4DX gibi teknolojik yenilikler ve konfor odaklı VIP salonlar bir nebze çekicilik katabilir; ama dijital çağın konforuna alışan izleyiciyi geri kazanmak her geçen gün daha da zorlaşıyor.

Uzun lafın kısası; perdeler eskisi gibi parlak ışıldamıyor – hem mecazi hem gerçek anlamda… Türkiye’de sinemanın geleceği, karanlık salonlarda değil, evlerin aydınlık ekranlarında şekilleniyor gibi görünüyor.

MTŞ

Kaynaklar:

  1. Box Office Türkiye gişe istatistikleri (2015–2024)
  2. HepsiVeri – “Sinema İzleyici Sayısında Değişim: Daha az insan sinemaya gidiyor”
  3. Gazete Duvar – “Sinema salonlarının parlaklığı kısması tekrar gündem oldu: ‘Renklerimizi çaldılar’” (29 Ekim 2024)
  4. Ekşi Sözlük kullanıcı deneyimi – Paribu Cineverse (Şubat 2024)
  5. Şikayetvar kullanıcı şikayeti – Podium AVM sineması (2023)
  6. COVID-19 döneminde dijital platformlara yöneliş – HepsiVeri
Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusu ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı, "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanı ve "Agatha'da Cinayet" adlı tiyatro oyununun yazarıdır. Sinema yazılarına Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

FPS ya da POV Filmler: Grace ve Hotel Inferno

FPS ya da POV filmler melez yapılanmasının buluntu film gibi
blank

Dexter: Vampir Kahraman ve Yasak Aşkı

Dexter’ın yaşamı kanla iç içedir. Miami Polis Teşkilatında olay yeri