Eylül geldi, yeni dizilerimiz başladı. Sosyal medya hesapları, “çok iyi başladı” falan diyerek reyting sonuçlarını paylaşıyor. Reklamveren de bu sonuçlara göre mevzileniyor ama bu yalan dolandan sıkılmadınız mı! Şu reyting meselesini bir açalım.
Kendi adıma söyleyeyim, televizyonu (ulusal kanalları) açmıyorum bile. İzleyici alışkanlıklarım reyting cihazında yok. Aslında benim gibi milyonlarca kişi görünmez kılınıyor. Sistem, sanki sadece cihazı olan evler gerçek izleyiciymiş gibi davranıyor.
90’ların sonu ve 2000’lerin başında AGB Nielsen Türkiye’de reyting ölçümünü yapıyordu. O dönemlerde evlere yerleştirilen kutuların sayısı daha azdı ve “hangi evlerin seçildiği” gizli tutulsa da dedikodular hep vardı. Bazı yapım şirketlerinin, reyting cihazı bulunan ailelerle gizlice iletişime geçtiği, hatta hediyeler gönderdiği iddiaları ayyuka çıktı, 2000’lerin sonunda bu dedikodular büyüdü, gazeteler “reyting mafyası” manşetleri attı. Ekşi Sözlük’te bir kullanıcının itirafı bu durumu fazlasıyla özetliyor:
“Sıradan bir aile değiliz. Evimizde reyting ölçüm cihazı vardı 3 yıl boyunca. Hemen hemen Allah’ın günü ya kapı çalar ya telefon çalar türlü türlü teklifler gelirdi. Mini mini etekli hanımlar sanki bizde reyting cihazı olduğunu bilmiyormuşçasına(!) kapımıza gelip ‘Biz bilmem ne araştırma şirketinden geliyoruz, şu TV dizisini beraber izleyip sizin yorumlarını almak istiyoruz’ diyorlardı, ellerinde hediyelerle.”
Bu anekdot, sistemin ne kadar manipülasyona açık olduğunu ortaya koyuyor. Cihazı olan birkaç bin hanenin tercihleri, milyonların ne izleyeceğini belirliyor; doğal olarak herkes o hanenin gönlünü kazanmaya çalışıyor, iş adeta “reyting avcılığı”na dönüşüyordu.
Sonunda AGB’nin sözleşmesi feshedildi, yerine Kantar Media geçti. Kantar Media, cihaz sayısını artırdı, metodolojiyi yeniledi ama işin içinde TİAK (Televizyon İzleme Araştırmaları Komitesi) ve onun yöneticileri vardı. TİAK başkanlığını bir dönem Hidayet Karaca üstlenmişti. Aynı Karaca, yeni sistemin kurulmasında da rol oynadı. Peki sonra ne oldu? Yeni sistem devreye girdikten sonra Samanyolu TV’nin reytingleri ciddi şekilde arttı.
Kulislerde dolaşan iddia şuydu: Denek seçimi sırasında cemaate bağlı ailelere ağırlık verildi, böylece Samanyolu doğal olmayan bir yükseliş yaşadı. Bu söylentiler hiçbir zaman resmen kanıtlanmadı ama medyada geniş yankı buldu. Çünkü işin özü şu: Sistemin kime yaradığını görmeden “objektif ölçüm” demek zor.
İdeal bir ortam olduğunu düşünsek bile, Türkiye’de televizyon izleme alışkanlıkları şehir-şehir, hatta mahalle-mahalle değişiyor.
5 bin hanenin ölçümü, İstanbul’un bir mahallesinde tuttuğun diziyi, Anadolu’nun kasabasında kimsenin duymamış olmasını hesaba katmakta zorlanıyor. Üstelik cihazlar hâlâ sadece televizyonu ölçüyor, dijital platformlar veya YouTube dahil değil. Yani gençlerin ekran başındaki vakti reytinglerde görünmüyor.
Reyting, doğrudan reklam gelirini belirlediği için kanalların ve yapımcıların gözü sürekli ölçümlerde.
Birinci bölüm reyting alamazsa, dizi hemen yayından kaldırılabiliyor. Bu da içerik üretimini tamamen “reyting kaygısına” göre şekillendiriyor: Uzun süreli diziler, belli formüllere hapsolmuş hikâyeler, sürekli tekrar eden dramlar. Diziler aslında seyirciden çok “reklam verenin gözüne girmek” için hazırlanıyor.
Reyting – Siyaset – Sansür Üçgeni
Televizyon sadece eğlence değil, aynı zamanda siyasetin ve ideolojinin alanı. Reyting ölçümleri, kimin daha çok izlendiğini gösterdiği için siyasi tartışmalara da malzeme oldu. Bazı iktidar yanlısı programların reytingde düşük çıkması, “reytingler manipüle ediliyor” iddialarına yol açtı. Muhalif kanallar ise düşük reyting bahanesiyle reklam pastasından daha az pay aldı; bu da ekonomik baskının bir yolu oldu.
Dijital Platform Darbesi
Bugün geldiğimiz noktada, Netflix, BluTV, Gain gibi platformlar büyük bir izleyici kitlesini çalıyor. Ama bu izleyiciler reyting cihazına takılmıyor. Özellikle genç izleyici zaten TV açmıyor. Dolayısıyla reytingler hâlâ yaşlı, evde çok vakit geçiren, televizyonu başköşeye koyan kitleyi ölçüyor. Bu da “gerçekçi ama eksik” dediğim nokta işte: Evet, ölçüyor ama artık toplumun tamamını temsil etmiyor.
Bugün elimizde çok daha kesin veriler var. Kablo TV, Digiturk, Tivibu, TV+, D-Smart gibi platformlar hangi kanalın ne kadar izlendiğini zaten kayıt altına alıyor. BluTV, Netflix, Gain gibi platformlar izlenme süresini, hangi bölümde bırakıldığını bile anbean ölçüyor. Yani izleyiciyi ölçmek aslında hiç de zor değil. Ama hâlâ birkaç bin eve sıkışmış kutularla uğraşıyoruz. Çünkü bu eski yöntem, kimilerine sis perdesi sağlıyor. Dijital veriler işin içine girse, kimin gerçekten izlendiği, kimin sadece “balon” olduğu çok net görünecek.
Reyting sistemi hâlâ sektörün tek pusulası. Ama bu pusula çoktan manyetik alanını kaybetti. Dijital çağda, milyonların izleyici alışkanlıklarını birkaç bin kutuya indirgemek, gerçeği değil, bir illüzyonu ölçmektir.