Woody Strode: Tarihe Geçen Siyahi Bir Aktör

10 Mart 2016

Telly Savalas hakkındaki yazımda Hollywood’un meşhur kelleri hakkında birer yazı yazacağımın ve bunlardan birinin de, o çok sevdiğim Woody Strode olacağının müjdesini vermiştim. Yoksa Spike Lee arayıp –malum nedenlerle- yazılarımı protesto edeceğini söylemedi. Aklınıza bişey gelmesin. Ben kendim yazayım dedim. Siyahi bir aktör hakkında yazı yazmayı çok uzun zamandır istiyordum ve bunun hem sevdiğim hem sinemasına az çok hakim olduğum hem de sinemada siyahi algısını değiştiren bir oyuncu olması gerekiyordu. İlk etapta radarımda iki önemli isim vardı, Sidney Poitier ve Harry Belafonte. Fakat Allah uzun ömür versin, ikisi de henüz hayattaymış, o zaman, öncelikle bir Woody Strode yazısı patlatayım dedim. Bir gün Poitier ve Belafonte yazıları da yazacağım hatta birer Brock Peters, Sammy Davis Jr. ve Richard Pryor yazısı da. Söz. Hadi başlayalım.

Roma’da karanlık bir sinema salonundayız. 1968 yılının Aralık ayı. Bir filmin galasındayız. Film başlıyor. En önde yaşlıca bir çift sıkıca elele tutuşuyorlar, ikisi de filmde birer küçük rol almışlar, heyecanla bekliyorlar. Muazzam bir açılış sekansıyla başlıyor film. Sözsüz, saf bir sinema adeta tüm perdeyi kaplıyor ve seyircileri esir alıyor. Salonda çıt yok. Açılış sahnesinde hem kadının hem de kocasının küçücük rolü bitiyor. İlgili sahnede; yüzü sadece birkaç saniye gözüken kadın rol icabı ardına bile bakmadan koşarak kaçıyor, epi topu 2-3 dakika ekranda gözükebilen adam da öldürülüyor. Adam arkasına yaslanıyor, usulca ve sadece karısının duyabileceği şekilde “İşte bu!” diyor. Ardından ekliyor, “Tanrı’ya şükürler olsun“. Karısı adama usulca yaklaşıp, “niye bu kadar çok seviniyorsun ki, minicik bir rolün vardı ve filmin başında da öldün” diyor. “Bu benim için yeterli” diye cevap veriyor adam. Ve kendi kendine mırıldanıyor, “Tarihe geçtik, şu an tarihe geçtik…”. Filmin açılışında bir yerliyi oynayan kadın Luukialuana Kalaeloa (Luana Strode). Tarihe geçen aktör ise, kocası, Woody Strode. Film, şahsi kanaatimce tüm zamanların en iyi açılış sekansına sahip olan Sergio Leone şaheseri “C’era una volta il West” (Batıda Kan Var, 1968).

Woody Strode once upon a time in the west

Woody Strode, ‘Woodrow Wilson Woolwine Strode’ adıyla 25 Temmuz 1914’te Los Angeles’ta doğmuş. Baba tarafından Afrika kökenli ama anne tarafından bir Cherokee (bir Amerikan yerli ırkı). Aslında Strode bir sporcu hem de dört dörtlük bir sporcu. Strode, zamanında, Amerika Birleşik Devletleri’nin en iyi dekatloncularından biri kabul ediliyormuş. Dekatlon; uzun atlama, gülle atma, cirit atma, yüksek atlama, disk atma, sırıkla yüksek atlama, 100, 400 ve 1500 metre koşuları ile 110 metre engelli koşusundan oluşan bir atletizm yarışması. Strode’un zamanında en iyi dekatloncu Glen Morris’tir, aslında Berlin’de yapılan 1936 Olimpiyatları’na Amerika Birleşik Devletleri adına Woody Strode da katılacaktır ama UCLA’da (University of California, Los Angeles) ders eksiği olduğu için ekibe alınmamıştır (ırkçılık kokusu alıyorum). 1936 yılındaki Berlin Olimpiyatları’nda dekatlonu Glenn Morris kazanmış, altın madalya almıştır. Bronz ve Gümüş madalya da Amerikalı sporculara gitmiş, Strode gitseydi, o da madalyayla dönerdi emin olun. Kusursuz bir vücuda sahip olan Strode, Nazilerin düzenlediği Berlin Olimpiyatları’nda büyük ve kapsamlı bir Atletizm Sergisi açacak olan Hubert Stowitts’e çıplak poz verir, tıpkı birçok diğer atlet gibi. Hani şu, aslında içinde Yahudi ve Zenci sporcular olduğu için, Goebbels’in “tükürürüm böyle sanatın içine”, Hitler’in de “sanat değil, ucube bu ucube” diye bağırıp anında kapattırdığı o meşhur sergidir bu. Yarattığı sansasyon nedeniyle dünya çapında ses getirdiği için Olimpiyatlar tarihinin en önemli sergisi de bu olmuştur. Strode, yine tarihe geçmiştir yani. Sene 1936’dır. Strode henüz 22 yaşında bile değildir. Devam ediyoruz.

Woody Strode, efsanevi Amerikan futbolcuları Kenny Washington ve Jackie Robinson ile birlikte 1939 yılında UCLA Bruins’e girer (“University of California, Los Angeles”ın Amerikan Futbolu Takımı). İleride Amerika Birleşik Devletleri’nin adlarını sık sık duyacağı bu siyahi üçlünün üçü de bek oynamaktadır. Ray Bartlett ile beraber aynı takımda 4 siyahi oyuncu vardır artık. Bu, o dönemler için ülke çapında bir sansasyona sebep olur. UCLA Bruins protesto edilir, yürüyüşler düzenlenir. Çünkü o zamanlar siyahilerin herhangi bir yerde beyazlarla beraber olmalarına bile pek sıcak bakılmıyordur. Sadece şu kadarını söyleyeyim, koskoca ülkenin tamamındaki tüm Amerikan futbolu takımlarında toplam birkaç düzine siyahi oyuncu vardır. Bazı takımlara siyahlar alınmamakta, bazılarına ise sadece bir tek kişilik kontenjan ayrılmaktadır. Siyahilerin forvet hattında oynaması hemen hepsinde yasaktır. UCLA Bruins, yavaş yavaş şampiyonluğa yürürken, bütün ülke Woody Strode ve arkadaşlarını konuşmaktadır. Batı Konferansından rakipleri USC (University of Southern California) olur. Tarihi UCLA Bruins-USC Trojans rekabetinin başlangıç yılı da bu yıl olur. Bütün ülkenin gözü bu maçtadır. Güneyli oyuncuların siyahilere karşı oynamayı reddedebildiği ve bu konuda federasyona yazılı dilekçe verebildiği bir zamanda Yarı-final maçı da diyebileceğimiz Batı Konferansı maçında stadı (Los Angeles Memorial Coliseum) 103,303 biletli seyirci doldurur, bu Amerikan kolej/üniversite futbolu tarihinin halâ en kalabalık ikinci seyirci grubudur. Maç beraberlikle biter ve hakem kararıyla diğer takımın, USC’nin kazandığı ilan edilir. Oakland Tribune’nün spor yazarı Art Cohn, kararın alınmasında ırkçı sebeplerin rol almış olabileceğini kayda geçirir. 1.93’lük bu siyahi delikanlı bir kez daha tarih yazmıştır. Strode’un yaşı henüz 25 bile değildir.

UCLA’dan sonra “Hollywood Bears” ile yollarına devam eden Woody Strode, “İkinci Dünya Savaşı”nın patlak vermesiyle orduya katılır. Görev yeri Hava Kuvvetleri’dir. Bir yandan Guam ve Mariana’ya sorti yapan bombardıman uçaklarında görev yaparken bir yandan da Ordu’nun futbol takımında görev yapar. Savaşın bitiminden sonra bir ara lokasyon transferleri sırasında mahkumlara refakat eder ve gardiyanlık yapar. Strode bir yandan da gece gündüz spor yapmaya devam eder, vücudu çelik gibidir. 1946 yılında “Los Angeles Rams” takımında UCLA’dan arkadaşı Kenny Washington’la beraber oynamaya başlar. Artık NFL’dedirler (Amerikan Ulusal Futbol Ligi). Yine bir mucize gerçekleşmiştir. 1920’de kurulan NFL’de 1933-1946 yılları arasında tek bir siyahi oyuncu dahi oynamamıştır. Profesyonel liglerde bile siyahilere tek tük rastlanmaktadır. Tıpkı kolej liginde olduğu gibi zirveye oynayan bir takımda yer alıp bir ilki başarırlar ve savaş sonrasında değişen değerlerin öncülüğünü yaparlar ve maalesef ceremesini çekerler. UCLA’dan takım arkadaşı Jack Robinson da aynı tarihlerde Ulusal Beyzbol Ligi’nin yazılı olmayan ‘siyahi oyuncu oynayamaz’ ilkesini tarumar etmekle meşguldür. 32 yaşındaki Strode (ve arkadaşları), yine tarih yazmıştır.

Woody Strode, “Goal Dust” adını verdiği ve daha çok futbol oynadığı döneme odaklanan otobiyografisinde, ilk kez NFL’de oynarken kendilerine bariz bir şekilde ırkçılık yapıldığına şahit olduğunu belirtecektir. Strode; Kanada Ulusal Futbol Ligi’nde “Calgary Stampeders” ile şampiyonluk da tadar. 1949 yılında yaşadığı ağır bir sakatlık nedeniyle Amerikan futbolunu bırakır. 1962 yılına kadar profesyonel olarak güreş yapar, sinemada ufak tefek rollerde gözükse de asıl gelirini güreş müsabakalarından elde etmektedir. Güreşte de ülkenin en iyileri arasına girer ve “Pasifik Kıyısı Ağırsıklet Güreş Şampiyonluğu”na kadar yükselir.

Woody Strode sergeant routledge

Gelelim, Woody Strode’un sinema yolculuğuna. Strode bir Los Angeles’lı, bir süre Hollywood’ta da yaşamış biri. Üstelik iyi eğitimli ve az çok başarılarıyla adından söz ettiren genç bir yetenek. 1.93’lük boyu ve mükemmel fiziğiyle sinemada boy göstermesi kaçınılmaz oluyor ve figürasyondan başlıyor. İlk filmi John Ford’un unutulmaz westerni “Stagecoach” (Posta Arabası, 1939) olur. 1941 yılında Henry Hathaway’in “Sundown”unda boy gösterir. 1950’lilerde ve hatta 60’larda Afrika filmleri, hazine filmleri, aslan-kaplan-tarzan-orman filmleri furyası çıkınca bu Afrika asıllı Amerikalı oyuncuya da birçok rol düşer. Ama itiraf etmek gerekir ki, bu filmlerin çoğu kötüdür. Ve bazılarında Woody Strode’un adı bile geçmez, hafiften yüz aşinalığı yaratır, hepsi o.

1956 yılı Woody Strode’un sinema kariyerinde şahsi kanaatimce bir dönüm noktası teşkil eder. Cecil B. DeMille’in şatafatlı “The Ten Commandments”ındaki (On Emir, 1956) ‘Etiyopya Kralı’ rolü ona uğur getirecek ve “Spartacus”deki Draba rolüne giden yolu açacaktır. Woody Strode, “Pork Chop Hill”de (Mücadele Cephesi, 1959) devamlı bir tedirginlik ve korku içindeki ‘Er Franklin’ rolüyle yavaş yavaş dikkatleri üzerine çeker. Ve onu tüm dünyanın tanımasını sağlayacak olan yıla geliriz. 1960’a.

1960 yılında Woody Strode ilkin “The Last Voyage”da (Son Yolculuk, 1960), Sidney Poitier için düşünülen bir rolle izleyici karşısına çıkar. Filmdeki ‘Hank Lawson’ rolü, Poitier için yazıldığından dolayı ekran süresi bir hayli uzundur. Ardından bir mucize gerçekleşir, iki muazzam yönetmenin iki müthiş filminde önemli birer rolle adını sinema tarihine altın harflerle yazdırır. Yakın arkadaşı John Ford’un “Sergeant Rutledge”ında (1960) Braxton Rutledge karakterine hayat verir. Bu şimdiye kadarki en önemli rolüdür. Ve aynı yıl, Kubrick’in (oynadığı sahnelerin çekimleri “Sergeant Rutledge”tan daha önce tamamlanan) “Spartacus”ünde Kirk Douglas’la dövüşen gladyatör Draba rolünde beyazperdeleri şereflendirir ve kısa süre içinde küçük çaplı bir efsane yaratır. Bugün bile onun en çok hatırlanan rolü Draba rolüdür. Draba rolündeki başarılı performansıyla rol arkadaşı Peter Ustinov ile beraber “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” dalında Altın Küre’ye aday olur. Ödülü kazanamaz ama izleyiciler onun o kaslı vücudundan, benzersiz fiziğinden, sert mimiklerinden ve merhamet dolu gözlerinden etkilenir ve bir anda dünya çapında bir şöhret olur. Artık onu tanımayan yoktur. 46 yaşından sonra, asla hız kesmeden sürecek olan oyunculuk kariyeri start alır.

Woody Strode; Stanley Kubrick’in “Spartacus”ü (Spartaküs, 1960) ile 1995 yılında gösterime giren eksantrik Sam Raimi westerni “The Quick and the Dead” (Hızlı ve Ölü, 1995) arasında 40’tan fazla uzun metraj sinema filminde rol alır. Bir o kadar da TV filmi ve dizi rolü vardır. 1960’lı yıllarda yakın arkadaşı John Ford’un “Two Rode Together”ında (Kanlı Mücadele, 1961), “The Man Who Shot Liberty Valance”ında (1962) ve son filmi “7 Women”da (1966) da rol alır. Evet, kulağa garip geldiğini biliyorum ama siyahi aktör/sporcu Woody Strode, efsanevi kovboy filmleri yönetmeni John Ford’un en iyi dostudur hatta ağır hastayken (ölüm döşeğindeyken), yanında bulunmasını özel olarak arzu ettiği tek arkadaşıdır. Günlerini, haftalarını, aylarını, yıllarını beraber geçirdiği John Ford, kendisini ırkçılıkla itham edenlere sıklıkla şu cevabı verirmiş: “Fakat nasıl olur, benim en iyi dostum Woody Strode”.

1960’lı yıllarda Woody Strode, tıpkı hayatının geri kalanında olduğu gibi etnik rollerden kurtulamaz ama bir dizi müthiş filmde fırtına gibi esmeye devam eder. En önemli filmlerinden biri Richard Brooks’un büyük gişe yapan kovboy filmi “The Professionals”dır (Profesyoneller, 1966). Bu filmde Burt Lancaster, Lee Marvin, Robert Ryan ve Jack Palance ile bir araya gelir. Strode’un arkadaşı Lee Marvin sayesinde aldığı bu genişçe rol ile “The Man Who Shot Liberty Valance”da öne çıkarmayı başardığı kovboy kimliği üzerine cuk oturmuş, yeni westernlere kapı açmıştır, bilhassa da ‘spagetti western’ adı da verilen İtalyan usülü westernlere. Bu arada “The Professionals”da Woody Strode’a ok ve yay kullanmasını öğreten dublör ve eğitmen Richard Farnsworth’muş yani David Lynch’in “The Straight Story”sindeki (1999) ihtiyar. Strode yıllar sonra spagetti western şaheseri “Keoma”da (1976) ok ve yay kullanacaktır, bunu da not düşelim. “The Professionals” ile ilgili de güzel bir anektod keşfettim, onu paylaşayım. Şimdi, kendisini henüz yazma fırsatım olmadı ama Burt Lancaster Hollywood tarihinin fiziksel açıdan en güçlü birkaç aktörü arasındadır. Hergün spor yapan, yediğine içtiğine dikkat eden disiplinli biridir Lancaster. Mesela “The Professionals”da 53 yaşındadır ama dublör mublör kullanmaz. Lancaster anormal derecede güçlüdür ve bu gücünü de sık sık rol arkadaşları üzerinde denemeye bayılır, hele “güçlü” olduğuna dair methini duyduğu birileri varsa. Mesela metot oyuncusu (eski boksör) Jack Palance ona rol icabı sahte bir tane atması gerekirken inandırıcı olsun diye sahici bir yumruk mu attı, 10 misli bir yumrukla Jack Palance’ı kusturur (bu arada, bu gerçek bir hikaye). Woody Strode’un da ne denli güçlü olduğunu duymuş, ona meydan okumuş. Her seferinde Woody Strode onu madara etmiş, Lancaster da sinirden küplere binmiş, kimseyle konuşmamış. Yani şimdiye kadar okuduğum onca kaynağa bakılırsa, Hollywood’ta Burt Lancaster’ı fiziksel açıdan rahatlıkla altedebilen tek kişi Woody Strode’muş. Lancaster’ın oyunculuk anlamında dizlerini tir tir titreten tek kişi de Montgomery Clift’miş. Durun ben ilk fırsatta size bir Burt Lancaster yazısı patlatayım, bu büyük aktörü daha yakından tanıyın.

Woody Strode, 1968 yılında Sean Connery ile beraber Edward Dmytryk’in “Shalako” (1968) adlı westerninde oynar. Ardından Sergio Leone’nin “C’era una volta il West”i (Batıda Kan Var, 1968) gelir. Bu rolü ona diğer spagetti westernler furyasında yeni fırsatlar doğurur ve 1969’da Bud Spencer ve Terence Hill ile beraber “La collina degli stivali” (Batının 4 Devi Dönüyor), 1970’de bir başka harika spagetti western olan “Ciakmull – L’uomo della vendetta”da oynar.

Woody Strode keoma

1970’lerde yaşı hayli ilerlemiş olmasına rağmen formunu korumakla kalmaz, dövüş sanatlarına ağırlık verir ve Frank Landers eğitiminde ‘SeishinDo Kenpo’ stilinde ustalık mertebesine yükselir. Bu arada Woody Strode 1970’lerde sinemada eli yüzü düzgün işlere imza atmaya devam eder. “The Gatling Gun” (1971), “The Revengers” (İntikamcılar, 1972), “La mala ordina” (Gangsterler Çarpışıyor, 1972) ve son büyük İtalyan usulü westernlerden “Keoma” (1976) bu dönem öne çıkan filmleri olur.

Woody Strode 1980’lerle beraber iyice yan rollere çekilir, sahne süreleri dramatik bir şekilde azalır ve daha çok “cameo”larla (meşhur bir aktörün misafir oyuncu olarak kısaca gözükmesi) idare eder. Bu dönem gözüktüğü filmler içinde benim beğendiklerim, “Scream” (1981) ve Francis Ford Coppola’nın “The Cotton Club”ı (Gangsterler Kulübü, 1984) olur. Son iki veda filmi, ona yakışan bir şekilde düzgün westernler olur. Mario Van Peebles’ın “Posse”si (1993) ve Sam Raimi’nin Gene Hackman’lı “The Quick and the Dead”i (Hızlı ve Ölü, 1995). 31 Aralık 1994’te yani bir yılbaşı gecesi Woody Strode, geride birkaç önemli rol ve tarihe geçmesine vesile olan görkemli bir kariyer bırakarak hayata veda eder.

Şimdi size Woody Strode’un görkemli kariyerinden sayısını çok da abartmadan birkaç film seçeceğim. Bu filmlerin daha çok başka isimler hakkındaki yazılarımda değinmediğim filmler olmasına gayret edeceğim. Burada önerdiğim filmler, bizzat kendim izlediğim ve önemli bulduğum filmler olacak. O nedenle “Seduto alla sua destra” (Black Jesus, 1968) ve “La mala ordina” (Gangsterler Çarpışıyor, 1972) gibi maalesef henüz seyretme fırsatı yakalayamadığım ama hakkında çok olumlu eleştiriler okuduğum birkaç filmini listeye dahil edemiyor olacağım, şimdiden özür dilerim.

Son olarak; filmlere geçmeden önce, bu ‘Woody Strode’ yazısını sinema yazarı Sadi Çilingir abimize ithaf ettiğimi belirtmek isterim. İyi ki varsın abi.

[box type=”shadow” align=”aligncenter” class=”” width=””]

SERGEANT RUTLEDGE (1960)

SERGEANT RUTLEDGE (1960)John Ford’un “Sergeant Rutledge”ını (1960) günah çıkarma filmi olarak kabul edip horgörenler çoktur ama ben öyle düşünmüyorum. Karşımızda politik bir duruşu olan, ırkçılık ve ayrımcılık karşıtı dokunaklı bir hikayeye sahip, eli yüzü düzgün bir film var. Woody Strode, filme de adını veren başrolde gayet güzel bir performans veriyor. Gerçekten etkileyici bir film, bir klasik.

SPARTACUS (SPARTAKÜS, 1960)

SPARTACUS (1960)“Ben-Hur”daki (1959) başrolü son anda Charlton Heston’a kaptıran Kirk Douglas fena halde sinirleniyor ve kolları sıvayıp, malını mülkünü riske edip, sinema tarihine dört dörtlük bir klasik hediye ediyor. Douglas, Trumbo ve Kubrick, Laughton, Ustinov ve Olivier ve daha nice dev isim birarada. “Ben-Hur”un zirvesi yarış sahnesiyse, “Spartacus”ünki de Gladyatör dövüşü sahnesidir. Woody Strode “Spartacus”deki (Spartaküs, 1960) Draba rolüyle bir anda tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor. Başyapıt!

THE PROFESSIONALS (PROFESYONELLER, 1966)

THE PROFESSIONALS (1966)Woody Strode “The Man Who Shot Liberty Valance”da (1962) John Wayne’in adamını oynar, o filmi de alabilirdim ama bir adet John Ford filmi yeterli diye düşünüp “The Professionals”ı (Profesyoneller, 1966) yeğledim. Kadro muazzam; dört baba isim, Lancaster, Marvin, Ryan ve Palance birarada. Ee, Woody Strode da var. Senaryo ve görüntü çalışması harika. Film o yılın en büyük “hit”lerinden biri oluyor ve henüz daha sinemalarda oynarken klasik Amerikan westernleri arasına girmeyi garantiliyor.

C’ERA UNA VOLTA IL WEST (BATIDA KAN VAR, 1968)

C’ERA UNA VOLTA IL WEST (1968)Ülkemizde daha çok “Batıda Kan Var” ya da “Bir Zamanlar Batı’da” adıyla bilinen “C’era una volta il West” (Once Upon a Time in the West, 1968) tam anlamıyla kusursuz bir western. Dünya çapında gişe yapmış bir klasik. Eğer “Il buono, il brutto, il cattivo” (İyi, Kötü ve Çirkin, 1966) olmasaydı bu filme gelmiş geçmiş en iyi western diyebilirdim. Filmi ne kadar övsem az, hakkında ileride detaylı bir yazı yazacağım için şimdilik geçiyorum. İşte bu filmin olağanüstü bir açılış sahnesi vardır (ki açılış sahnesinde Sergio Leone’nin küçük kızlarının istasyonda oyun oynamaları gibi birçok plan kesilmiştir, bunları da tek tek yazıcam, hepsini öğreneceksiniz). Bu açılış sekansında Woody Strode’un “yukarıdan şıp şıp damlayan su damlalarıyla” ilgili unutulmaz bir sahnesi vardır, işte o sahne Strode’un Leone’ye önerdiği, tamamen doğaçlama bir sahnedir. İstasyondaki kızıldereli kadın, -hani şu Strode’un eteğinden çekiştirdiği- Strode’un gerçek hayattaki karısıdır. Strode’un silahı Steve McQueen’in “Wanted: Dead or Alive”ındaki silahtır. Strode, filmde Charles Bronson’un canlandırdığı usta silahşör “Armonika”yı vurmayı başaran tek kişi olur. Jill McBain’in kucağında bir tüfekle sandalyede uyuyakaldığı sahne Woody Strode’un “Sergeant Rutledge”ındaki (1960) benzer bir sahneye yapılmış bir atıf, bir saygı duruşudur. Woody Strode haklıydı, “C’era una volta il West”deki (Once Upon a Time in the West, 1968) küçücük rolüyle bir kez daha tarihe geçmişti.

LA COLLINA DEGLI STIVALI (BATININ 4 DEVİ DÖNÜYOR, 1969)

LA COLLINA DEGLI STIVALI (1969)Woody Strode’un “C’era una volta il West”in (Once Upon a Time in the West, 1968) olağandışı başarısı ardından peşpeşe oynadığı birkaç İtalyan usülü westernden “Ciakmull”u (Ciakmull – L’uomo della vendetta, 1970) da listeye alabilirdim, ki o daha iyi bir filmdir ama “La collina degli stivali”yi (Batının 4 Devi Dönüyor, 1969) tercih ettim. Niye? Çünkü bu filmde Bud Spencer ve Terence Hill var. Yönetmen de genç yaşta hayata veda etmeden evvel yarım düzine süper aventür film çeken Giuseppe Colizzi. Aslında bu bir üçlemenin son filmi. İleride daha detaylı değineceğim. Woody Strode’un da rol aldığı filmi İtalyan usülü western meraklıları kaçırmasın.

THE REVENGERS (İNTİKAMCILAR, 1972)

THE REVENGERS (1972)Şahsi bir seçim. Evet, “The Revengers” (İntikamcılar, 1972) büyük bir fiyaskoyla gişede battı ve evet, iyi bir film değil ama ben bir sürü filmden bir sürü sahne araklayan bu klişe dolu filmin hastasıyım. Birkaç defa izlemişimdir. William Holden, Ernest Borgnine ve Woody Strode birarada. Benim için bu bile yeter. Başka sözüm yok.

KEOMA (1976)

“Keoma” (1976), “Mannaja” (1977) ile beraber son büyük klasik spagetti westernlerden. Benzersiz flashback’leri, olağanüstü ses ve görüntü kurgusu, Franco Nero’nun müthiş performansı, sıradışı müzikleri, çarpıcı hikayesi ve metafizik dokunuşlarıyla, “Keoma”nın, diğer tüm westernlerden ayrı bir yerde durmasını sağlayan bambaşka bir anlatısı var. 62 yaşındaki Woody Strode da kariyerinin özetini verdiği bir yanrolde adeta parlıyor. Enzo G. Castellari’nin “Keoma”sı, İtalyan usülü westernler furyasında Sergio Leone filmleriyle aynı mertebeye eriştiğini kabul ettiğim birkaç filmden biri. Tek kelimeyle: Başyapıt! [/box]

[box type=”info” align=”aligncenter” class=”” width=””]

KAYNAKLAR

Frayling, Christopher. “Sergio Leone: Something To Do With Death”, 2000, ABD.

Frayling, Christopher. “Spaghetti Westerns: Cowboys and Europeans from Karl May to Sergio Leone”, ABD.

Gallagher, Tag. “John Ford: The Man and His Movies”, ABD.

McBride, Joseph. “Searching for John Ford”, 2011. ABD

Studlar, Gaylyn ve Matthew Bernstein. “John Ford Made Westerns: Filming The Legend In The Sound Era”, 2001, ABD.

www.imdb.com

https://en.wikipedia.org/wiki/Woody_Strode

https://en.wikipedia.org/wiki/Once_Upon_a_Time_in_the_West

www.tdk.gov.tr

http://www.nytimes.com/1996/06/30/sports/l-a-footnote-in-the-decathlon-053872.html

https://en.wikipedia.org/wiki/1940_Rose_Bowl [/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Efsane: Charles Bronson ve Suç Filmleri

''Murphy's Law '' (1986) benim VHS formatında sahip olduğum ve
blank

Bir Devin Ardından: Donald Sutherland (1934-2024)

Sıkıntılı başlayan ama 1967’den itibaren gümbür gümbür ilerleyen ve son