Yönetmen Adaylarına Tavsiyeler: Ön Yargılarınızdan Kurtulun 1 – Hitchcock

Yönetmen Adaylarına Tavsiyeler: Ön Yargılarınızdan Kurtulun

5 Nisan 2014

Geçenlerde Kansersiz Yaşam Derneği’nin düzenlediği bir söyleşide konuşmacı olarak yer aldım. Söyleşinin konusu “Bir film hayatınızı değiştirdi mi?” idi.

Öteki Sinema için yazan: Kerem Topuz

Katılımcılar arasında sinema-TV okuyan genç arkadaşların yanı sıra sinemayla izleyici olarak yakın bir ilişki kuran yine genç arkadaşlar vardı. Filmlerin hayatımızın bir parçası olduğu, bakış açımızı şekillendiren, dünyayı anlamlandırmamızda güçlü etkiler yaratan ve derin izler bırakan bir sanat olduğu üzerine konuşuyorduk. Bu söyleşide gözlemlediğim ve katıldığım diğer panellerde gözlemlediğim şey üç aşağı beş yukarı aynıydı: hep aynı kalıp sorular ve hep aynı ön yargılar.

Kendilerine fırsat verilmediğinden yakınanlar, okulda hiçbir şey öğrenemediklerinden şikayet edenler, devlet bize yardımcı olsuncular, yüksek sanat – değersiz sanat safsataları, sapla samanı birbirine karıştıranlar vs…

Öğrencilik yıllarımdayken ne konuşuyorsak, aradan geçen neredeyse 20 yıldan beri hiçbir şey değişmemiş. Ne yazık ki, dönüp dolaşıp hala aynı şeyleri konuşuyoruz. İşte bende bir şeyler söyleme isteği yaratan sıkıntı bu! At gözlükleriyle yetişen nesiller, at gözlükleriyle güdümleyen öğretmenler, at gözlükleriyle yönetilen filmler, at gözlükleriyle flörtleşen sektör!

Genel görüntü: bir şekilde değirmen dönüyor, çorba kaynıyor rahatlığı…

Eğer ki, 20 yıldır hala aynı şeyleri konuşmamıza sebep olan vahim gerçekler ortadan kaldırılmamışsa, bunun için ciddi bir çaba gösterilmemişse, kimse poposunu kaldırıp rahatını bozmamışsa, yolun başındaki bu genç arkadaşlardan büyük keşifler beklemek fazlasıyla saflık olur.

Bu söylediklerimden, kendimi belli bir yere konumlandırmış olduğumu sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Ben sadece sesli düşünüyorum ve fikirlerimi sizinle paylaşıyorum. Sizin geçeceğiniz yollardan geçmiş biri olarak gözlemlerimi ve karşılaştığım tuhaflıkları anlatıyorum. Çünkü, bana bunları kimse anlatmamıştı! Bu arada, bu sözleri etmek için farkına varmaya ve hala anlamaya çalışmakla meşgulüm. Bir yandan da bu keşfimi, bu uyanışı sizinle paylaşmak ve zararın neresinden dönsek kardır anlayışındayım. Ön yargılara maruz kalmış, ön yargılarla yoğrulmuş dimağlarla mücadele etmek zorunda bırakılmış biri olduğum ve sizin de aynı şeyleri yaşayacağınızı tahmin ettiğim için yazıyorum. Bunun için fikirlerimi yüksek sesle ve yer yer altını kalın kalemle işaretlediğim kışkırtıcı kelimelerle yapmaya çalışıyorum. Çünkü 20 yıldır hiçbir şey değişmedi ve hala kral çıplak!

Sadece tek bildikleri gerçeği sanat formu sanan sığ, bilgisiz ama mağrur bir çevrenin güdümlediği, kendilerini bağımsız sinemanın sahipleri sanan toplulukla ciddi bir sorunum var. Bu topluluğun içinde sinema yazarları, yapımcılar ve akademisyenler var. Benim sorunum kimin hangi filmi yaptığı veya nasıl yaptığı hiçbir zaman olmadı ve olmayacak. Benim sorunum bu bahsettiğim; kendilerini sinemanın Türkiye’deki otoritesi veya koşulsuz, alternatifsiz sahibi sananların zihniyetiyledir. Bu zihniyetin yarattığı sonuçları bire bir yaşamış ve gözlemlemiş olmamdan kaynaklanan bir başkaldırıdır.

Türkiye’de sinemaya kendi biçtikleri giysiyi uygun gören bu zihniyet, bütün kaynakları ve enerjilerini bu sentetik formun peşinde harcamaktalar. Uluslararası bir kaç festivalde sadece ödül almış olmayı da başarı sanıyorlar. Oysa üzerimize giydirmeye çalıştıkları bu giysinin dikişleri tutmadığı oldukça açık. Ayaktayken iyiymiş gibi gözüken bu form yerde oturup bağdaş kurmaya kalkınca her yerinden patlıyor. Sonra da bu patlağı gizlemek için sadece kendilerine değil, hepimize yalan söylemek zorunda kalıyorlar.

Göz boyamasının geldiği noktayı anlamlandırabilmek açısından size bir gerçeği itiraf etmek istiyorum: Yere göğe sığdıramadığımız overrated* filmlerimizin uluslararası ölçekte gösterim şansı sizce nedir? Burada baş tacı ettiklerimiz, sandığımız gibi dışarıda da baş tacı ediliyor mu? Cevap iki soru için de hayır! Bahsettiğim filmler sadece yerelde değil uluslararası arenada da yoklar ve gösterim şansları neredeyse sıfır. Yani mesele, ‘biz yüksek sanatsal değerler peşindeyiz, o yüzden burada anlaşılmıyoruz’ değil, biz bu işi bu yöntemle beceremiyoruz meselesidir. “Filanca festivalinde ödül aldık dünyaları fethettik” gevrekliğinin içi boştur ve maalesef karşılığı yoktur. Ne izleyici için ne de yarattığı anlam itibari ile… Uluslar arası ölçekte Türk Sineması’nın marka değeri, 10 üzerinden bir değerlendirme yaparsak 2’dir. İran Sineması’nı 5 kabul edersek gözünüzdeki perde belki aralanır. (Bu puanlama tamamen bir tarafımdan uydurduğum bir derecelendirmedir.) Bunu söylemekten, yazmaktan, sürekli gündeme getirmekten keyif almıyorum. Gizli bir kıskançlık içinde falan da değilim. Aksine utanıyorum. Ben bu utancı üzerime alırken ve kendime dert edinirken, çorbası kaynayanların aynı umursamazlıkla ve aynı yolda kürek çektiklerini gördükçe, yol kestiklerini, adam kayırdıklarını, kendilerini farklı bir konuma yerleştirmeye kalktıklarını fark edince söylediklerim konusunda ne kadar da haklı olduğumu görüyorum.

 Bu çıkarımı yapmak için profesör olmaya da gerek yok. Görünen köy kılavuz istemez.

Dediğim gibi ben suçlu aramıyorum ve bu uğurda emek harcayanları karalamaya asla çalışmıyorum. Durum tespiti yapıyorum ve peşine takınılan dikişleri tutmayan sentetik film formlarını ve yöntemlerini eleştiriyorum. Çoğunluğun yaptığı gibi üstünü örtmeye veya farklı göstermeye çalışmıyorum, ‘suya sabuna dokunmayan mütevazilik’ peşinde koşmuyorum. Sadece, yanıltıcı ve taraflı davranan kesimlere uyarılarda bulunuyorum. Yönetmen adaylarına, ön yargılarından kurtulmaları için gerçeğin sandıkları gibi olmadığını göstermeye çalışıyorum.

Çünkü bu ülkede harika filmler çekecek olduğunu düşündüğüm çok yetenekli adamlar/kadınlar olduğunu biliyorum. Yanlış yönlendirildiklerini, engellendiklerini ve belli bir yönde güdümlendiklerini fark ediyorum. Benim de bütün mücadelem işte bu; bütün ön yargıları yıkıp, bütün engellemelere, yol kesmelere rağmen sadece kendi bildiğim doğruların peşinden koşmak. Sizin gibi yolun başındayım, belki bir adım ötenizde… Ama ben o adımı attım siz hala bekliyorsunuz! Aramızdaki fark bu.

Sahi neyi bekliyorsunuz?

Bütün söyleşilerde karşılaştığım gibi her zaman bir bahaneniz var. Engellendiğinizden ve size fırsat verilmediğinden yakınıyorsunuz. Fırsat verilse de, önünüze konulan seçeneklerden birini seçmeniz gerektiğine inandırılmışsınız. Durum öyle olsa bile gerçek öyle değil. Mevcut durumu değiştirebiliriz. Bahaneler, sadece kendinizi kandırmaya yarar. Size sunulanları seçmek zorunda değilsiniz. Size bunu her kim ya da kimler söylüyor ise durumun sorumlusu da onlardır. Eğer söylenenlere uyuyorsanız, bahanelerinizle birlikte siz de asıl sorumlulardansınız. Her şey hemen olsun istiyorsunuz ama hemen olmuyor. Böyle davranmaya devam ederseniz de hiç olmayacak. Size güzel bir örnek vereyim; yukarıda bahsettiğim söyleşide sinema yazarı arkadaşım Murat Tolga Şen, “Bir film hayatınızı değiştirdi mi?” sorusu için kendi hayatıyla özdeşleştirdiği bir tanımdan yola çıkarak The Shawshank Redemption (1994) (Esaretin Bedeli), filmini örnek gösterdi. Bir mahkumun (Tim Robbins) özgürlüğü için elindeki basit bir aletle yıllarca ve müthiş bir sabırla hücresinin duvarını nasıl kazıdığını anlattı. Masum olduğunu iddia etmesine rağmen karısını ve sevgilisini öldürdüğü gerekçesiyle Shawshank Devlet Cezaevi’nde yaklaşık 20 yılını geçiren bankacı Andy Dufresne’in gösterdiği müthiş sabrı…

Evet, Andy Dufresne’in sabrı; kimsenin kaçmayı aklından bile geçirmediği Shawshank Hapisanesi’nden kurtuluşuna sebep oldu. Oysa filmin ismi Türkçe’ye ‘Esaretin Bedeli’ olarak çevrilmişti. Çeviri bile sanki tutsaklığı över nitelikte. Oysa kurtuluş elimizde!

Benim sizlerde gördüğüm ve bizzat şahit olduğum negatif şey, hiçbir şey yapmadan, her şeyin size gelmesini beklemeniz. Hem de hemen. İşin kötüsü buna hakkınız olduğunu sanmanız… Bir de bana ‘ne yapmam gerek?’ diye soruyorsunuz. Bana ya da bir başkasına değil, bu soruyu sadece kendinize soracaksınız! ‘Ne yapmam gerek?’

Ben yine de bir şeyler söyleyeyim; siz kendi doğrularınızı ortaya koyun, beklentilerle hareket etmeyin ve yarattıkları balon dünyanın peşine düşmeyin. Bunları başarmak için kimsenin yardımına ihtiyacınız yok.

Unutmayın yol bilen kervana katılmaz!

* overrated: (İng. s.) gereğinden fazla değer verilmiş.

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Aydemir Akbaş Nasıl Seks Sembolü Oldu? 2 – iuuq NV 00vdvodvbebn SL gjmft SL xpseqsftt SL dpn031220210gvucpmjzf SL kqh

Aydemir Akbaş Nasıl Seks Sembolü Oldu?

Aydemir Akbaş, görüntü itibariyle seksi olmaktan çok uzaktır. Komik bir
Top 10: Afişlerdeki En Sıkı Popolar 3 – The Unborn 2009 film images 7ec0d1b1 42ef 43d6 a290 70fe0da5c32 1

Top 10: Afişlerdeki En Sıkı Popolar

Öteki Sinema'nın femme fatale yazarı Semra Doll, bu kez film