Hollywood eski şarabı yeni şişeye koymayı sever. Hele ki o şişe gişede milyar dolarları deviriyorsa, üzümünün hangi bağdan geldiğini kimse sormaz. Bundan yıllar önce James Cameron’ın sinema teknolojisinde bir devrim yaratan “Avatar”ı vizyona girdiğinde herkes aynı şeyleri konuştu: “Bu film Pocahontas’ın uzayda geçen hali!” ya da “Kevin Costner’ın Kurtlarla Dans’ını (Dances with Wolves) alıp maviye boyamışlar!”
Doğru, ama eksik.
Sinema tarihinin tozlu raflarını biraz karıştırırsanız, Cameron’ın asıl ilham kaynağının (kibarca öyle diyelim) Arthur Penn’in 1970 yapımı revizyonist western klasiği “Küçük Dev Adam” (Little Big Man) olduğunu görürsünüz. Üçüncü Avatar filmi için gün sayarken, gelin bu görsel şölenin altındaki iskeleti bir röntgenleyelim. Zira Dustin Hoffman’ın 121 yaşındaki haliyle anlattığı destansı hikaye, Jake Sully’nin Pandora macerasının karbon kopyası.
Beyaz Kurtarıcı: Jack Crabb’den Jake Sully’e
Her iki filmin kalbinde de meşhur, biraz da artık tadı kaçmış “Beyaz Kurtarıcı” (White Savior) şablonu yatar ama Little Big Man bunu yaparken daha derin, ironik bir dil kullanır. Filmde Dustin Hoffman’ın hayat verdiği Jack Crabb, ailesi katledildikten sonra Cheyenne yerlileri tarafından büyütülür. O artık ne tam bir beyazdır ne de tam bir yerli. İki dünya arasında sıkışmış, “küçük” ama yüreği “dev” bir adamdır.

Peki Avatar’da ne izledik? Eski bir deniz piyadesi olan Jake Sully, felçli bedeninden kurtulup “Avatar” bedeniyle Na’vi halkının arasına sızar. Tıpkı Jack gibi o da başta bir yabancı, bir “casus”tur. Ancak zamanla “yerlileşir”, onların yaşam tarzını benimser ve finalde kabilenin en büyük savaşçısı olup onları kurtarır. Jack Crabb at biner, Jake Sully uçan kertenkeleleri (Ikran) ehlileştirir. Dekor değişir, ruh aynı kalır: Üstün teknolojiye sahip, yok edici bir kültürden gelen birey, doğayla barışık “ilkel” kültüre hayran kalır ve saf değiştirir.
Custer’ın Ruhu, Albay Quaritch’in Bedeninde
Senaryo matematiğindeki benzerlikler sadece kahramanla sınırlı değil, kötülerimiz de ikiz kardeş gibi. Little Big Man, Amerikan tarihinin en tartışmalı figürlerinden General Custer’ı alır; onu kibirli, şöhret budalası ve yerlileri insan yerine koymayan narsisist bir manyak olarak resmeder. Custer, “medeniyet götürme” kılıfı altında bir soykırım makinesidir.

Şimdi Avatar’ın kötü adamı Albay Miles Quaritch’i düşünün. Elinde kahve kupasıyla operasyon yöneten, “Bu vahşileri temizleyeceğiz” diyen militarist kafa, General Custer’ın 22. yüzyıla ışınlanmış halinden başka bir şey değil. İkisi de empatiden yoksun, ikisi de doğayı ve yerli halkı sadece yok edilmesi gereken bir engel, bir istatistik olarak görür. Cameron, Custer figürünü alıp üzerine biraz bilim kurgu zırhı giydirir.
Doğa Ana mı, Unobtainium mu?
Little Big Man’in en etkileyici yanlarından biri, Cheyenne şefi “Old Lodge Skins” (Yaşlı Deri Barınak) karakteridir. Şef, dünyanın ruhunu anlayan, rüyalarla ve vizyonlarla konuşan, doğanın döngüsüne derin bir saygı duyan bilge bir figürdür. Beyaz adamın dünyayı “tüketilecek bir mal” olarak görmesinin aksine, o dünyanın bir parçası olduğuna inanır.

Avatar’daki Na’vi halkı ve onların “Eywa” inancı, bu felsefenin yüksek bütçeli CGI versiyonudur. Na’viler gezegensel bir sinir ağına bağlıdır, ağaçlarla ve hayvanlarla USB kablosu takar gibi bağ kurarlar. Mesaj aynıdır: Bir tarafta doğayla bütünleşen spiritüel bir yaşam, diğer tarafta “unobtainium” madeni (ki adı bile ‘elde edilemez’ anlamında bir şakadır) için gezegeni oyan kapitalist hırs.
Bardağı Taşıran Son Damla
İki filmde de kahramanın tarafını kesin olarak seçtiği, geri dönüşü olmayan “vahşet anı” ortaktır. Little Big Man’de Washita Nehri Katliamı sahnesini izleyip de içinin parçalanmaması imkansızdır. Amerikan ordusu kadın, çocuk demeden kampı yok ederken Jack Crabb’in (ve seyircinin) gözündeki perde kalkar.
Cameron da aynı dramatik yapıyı kullanır. Albay Quaritch’in emriyle Na’vilerin Hayat Ağacının bombalandığı ve yerle bir olduğu o sahne, Washita Katliamı’nın uzay operası versiyonudur. Masumiyetin katledildiği o an, kahramanın eline silahı alıp “kendi ırkına” namlu çevirdiği andır.

James Cameron büyük bir yönetmen, evet. Ama Avatar, özünde “kovboylar ve kızılderililer” hikayesinin efektlerle süslenmiş, milyar dolarlık makyaj yapılmış modern bir uyarlaması.
Avatar serisinin yeni halkasını beklerken size bir kıyak yapayım: Gidin ve Little Big Man’i izleyin. Hem Dustin Hoffman’ın oyunculuk dersi verdiği o performansa şahit olun, hem de bugün “orijinal” sandığınız gişe canavarlarının atasıyla tanışın. Bazen bir filmin ruhunu anlamak için, efektlerin gürültüsünü kısıp hikayenin köküne inmek gerekir. Ve kök, Pandora’nın ormanlarında değil, Vahşi Batı’nın tozlu ovalarında yatıyor. İyi seyirler.