Cumhuriyet, Devletçilik ve Sümerbank: Başka Tren Gıdı Gıdı (2018)

Küçüklüğümden beri trenler ile ilgili her şey çekici geldi bana. Buharlı lokomotifler, su kuleleri, kocaman hangarlar, lokomotiflerin yönünü çeviren döner platformlar, drezinler ve hatta yolcu vagonlarında bulunan kendine has küçük aksesuarlar hep ilgimi çekti, görkemli ve büyüleyici göründü bu dünya bana. Bilim ve tekniğin ete kemiğe bürünüp iş görmesinin büyüsüydü bu. Nazilli tren garının karşı sırasında, Hürriyet Caddesi’nin üstündeki demiryolu köprüsünün hemen bitişiğinde tek sundurma altına sıkışmış bir yazıhane ve birkaç tahta banktan ibaret bir istasyon ve günde birkaç defa buraya gelip giden tuhaf bir tren, en az buharlı lokomotifler kadar ilgimi çekerdi. Bu küçük istasyon sabahları mavi boyalı tahta kapılardan sokağa atılan telaşlı adımların birleşme noktasıydı. Ilık bahar akşamlarında ise bu adımlar yorgun bir biçimde, her biri turunç çiçeği kokan başka başka sokaklara dağılıp sabah çıktığı kapıdan içeri girerdi.

İstasyona gelip giden tuhaf tren kovboy filmlerindeki kocaman pencereli ahşap vagonları andıran birkaç yolcu vagonunu çeken 88 beygirlik diesel bir manevra lokomotifinden ibaret idi. Sümerbank işçilerini şehir içinden fabrikaya taşıyan, son seferlerinden birkaçına binme şansını bulduğum “Gıdı Gıdı” treniydi bu. İsmini rampada iyice ahesteleşen 35 beygirlik eski emektar lokomotifin metal tekerlerinin rayların birleşim yerlerine temas ederken çıkardığı mekanik tıkırtılardan almıştı. Ege şivesine “Gıdı Gıdı” olarak tercüme edilmişti bu tıkırtılar. Küçük istasyonundan çıktıktan sonra tatlı bir kavis ile Aşağı Nazilli yönüne dönerek TCDD hattından ayrılırdı bu Gıdı Gıdı. Denizli-Aydın karayolunun trafiğini bir süreliğine kesen kısa yolculuğu Sümerbank Basma Fabrikası’nın tahta çitli istasyonunda son bulurdu.

Nazilli’nin Sümerbank Basma Fabrikası’na ev sahipliği yapan mahallesine Sümer Mahallesi dendiği gibi Denizli-Aydın karayolunun aşağısında kaldığı için “Aşağı Nazilli” de denirdi ama bana hep öyle gelirdi ki bu sıfat ona Nazilli’nin aşağı kısmında olduğu için değil, aşağıda Sümerbank Fabrikası’nın çevresinde şekillenen, yaşayan ve nefes alan bir başka Nazilli olduğu için verilmişti.

blank

Nazilli’de yaşayanlar içinde bir yakını, akrabası, arkadaşı Sümerbank’ta çalışmamış, Sümerbank balolarına gitmemiş, Sümerbank’ın sinema salonunda film izlememiş, velhasıl hayatına Sümerbank’ın değmediği bir insan evladı bulmak zordu. Yakınlarım Sümerbank’ta çalışmamış olsa da babam Sümerbank’ın hemen karşısındaki Sümer İlkokulu’nda öğretmenlik yapmıştı. Öğrencilerinin çoğu Sümerbank çalışanlarının çocukları olan bu okulda çalışırken babam veliler arasından sağlam dostlar edinmişti. Nazillili olmamasına rağmen dedelerimden ikisi gençliğinde Sümerbank Lojmanları’nın inşaatında çalışmıştı.

YARI SÖMÜRGE BİR İMPARATORLUK BATARKEN…

Türkiye’yi Sümerbank işletmelerini kurmaya yönelten hikaye biraz da Cumhuriyet’in ilk yıllarının hikayesi idi. Cumhuriyet Osmanlı’dan askeri ihtiyaçları karşılamak amacıyla kurulmuş Feshane, Beykoz Kundura gibi birkaç devlet işletmesi ile birkaç cılız özel sektör işletmesi dışında kötü bir miras devralmıştı. Kapitülasyonlar yüzünden Osmanlı’nın son dönemindeki ticaret hayatına tüm sömürücülüğü ile ağırlığını koyan uluslararası şirketler, sebepleri gayet kolay anlaşılabilir bir şekilde üretim işine asla ve kat’a el atmamıştı. Yabancıların ağırlığı demiryolu yapım ve işletme işlerinde de hissediliyordu. Demiryolu gibi gelişmenin yolunu açan stratejik yatırımlarda yabancıları görmek ise ilk başta çelişkili gibi görünse de basit bir başka mantığa dayanıyordu: Demiryolunu yapan şirketler yapım masraflarını karşılamak üzere inşaat bölgesindeki aşar vergisi gelirlerine doğrudan el koyabiliyordu. Bir nevi “Duyun-u Umumiye Öncesi Duyun-u Umumiye” diyebileceğimiz garantiler söz konusu idi. Yabancıların ilgisinin bir başka nedeni ise özellikle Batı ve Kuzeybatı Anadolu tarım ürünlerinin ve hammadde kaynaklarının birim taşıma maliyetlerinin deve ve yük hayvanı taşımacılığına kıyasla demiryolu sayesinde oldukça ucuzlayacak olması idi. Cumhuriyet’in mirasçısı olduğu son dönem Osmanlı Milliyetçi, Halkçı ve Modernist aydınları bu yüzden gözünü önce ekonomik bağımsızlığa, kalkınmaya dikti. Bunu da yabancı sermayenin boyunduruğundan kurtulup “Hayriye Tüccarı” adı verilen Müslüman ve Türk tüccar ve sanayici  sınıfı yaratarak yapmayı umuyorlardı. Bu konuda en ileriye giden ve başarılı olan İttihat ve Terakki oldu. Birinci Dünya Savaşı ortamından yararlanarak 1914 yılında Kapitülasyonları kaldırdı. Fakat bir ufak pürüz vardı: Kapitülasyonları kısa bir süreliğine kaldırmanız yetmiyordu. Savaşı kazanmak da gerekiyordu ama olmadı. İttihat ve Terakki, Hayriye Tüccarı yetiştirmek yerine bir avuç savaş zengini yarattı ki bunların öykülerini Yakup Kadri ve Hüseyin Rahmi’nin romanlarında bol bol okuduk.

LİBERAL YILLAR

Cumhuriyet işte bu maddi ve düşünsel mirası devraldı, gözden geçirdi, kimini muhafaza etti, kimini de ayıklayarak dışarıda bıraktı. Nasıl ki İttihatçılık Tanzimat ideolojisinin bir eleştirisi ise Cumhuriyet de İttihatçılığın eleştirisi üstüne kurdu kendini. Cumhuriyet’in kurucu düşüncesinin İttihatçılıktan ciddi olarak ayrılışı Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçişi ile oldu. Aklındakı “tasavvuratı”, Osmanlı modernist aydınlarının kendine yakın bir Saltanat ailesi üyesinin arkasına saklanarak gerçekleştirme alışkanlığı ve zihniyetinden,  yani bir Tosun Paşa imal ederek Yeşil Vadi’ye sahip olma hülyasından kurtularak Anadolu’da önce Kongre İktidarları, sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti aracılığı ile saltanata karşı fiili bir iktidar ikiliği yarattı. İkiliği, Kurtuluş Savaşı’nın başarısının rüzgarını da arkasına alarak asimetrik bir hale getirdi ve en sonunda Saltanatı kaldırarak “tasavvuratı” gerçekleştirebileceği Cumhuriyet yönetimini kurdu. Bu, kurucu düşüncenin tarihin doğru tarafına akışını ivmelendirecek ilk ciddi evrimi idi. Hafife alınmaması gerekir.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Hayriye Tüccarı yetiştirmek” ve “ekonomik bağımsızlığı elde etmek” şeklinde ifade edilebilecek düşünce mirası muhafaza edildi. Çünkü Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere kurucu kadro ve çevresindekiler liberal ekonomiden yanaydı. Gerek kurucu kadronun gerekse çevresindekilerin sınıfsal kökenleri, bağımlılıkları bunu zorunlu kılıyordu. Ayrıca ekonomik bağımsızlık ve kalkınma gibi ideallere gözlerini diken kurucu kadronun bu idealleri gerçekleştirebilmesi için gözünün önünde başka alternatif yoktu. Tek alternatif gelişmiş Batılı kapitalist ülkelerdi. Peki 1917’deki Rus Devrimi bir alternatif oluşturmuyor muydu? Cumhuriyet kurulduğu zaman Sovyetler Birliği, iç savaşını henüz 2 yıl önce bitirmiş, tarımda özel sektörlü NEP programı ile zaruri ihtiyaçlarını karşılamaya yönelmiş ve kalkınma evresine henüz geçememiş bir ekonomi idi. En azından herhangi bir Batılı devlet kadar göz alıcı örnek oluşturamayacağı kesindi. 1927 yılında ise NEP ile zaruri ihtiyaç ekonomisini sağlamlaştırdıktan sonra Kolektif Ekonomi evresine geçen, hatta 1930’lu yılların sonunda, ürettiği 20 bin tankın yarısını Hitler’i durdurmak için Avrupalı devletlere önerebilecek seviyede bir üretim gücüne ulaşan Sovyetler Birliği dikkat çekici bir alternatif olarak öne çıktı. Buna da sonra değineceğiz.

Kurucu kadronun çevresindeki iş dünyası ve sermaye kesimleri sanayi ve madencilik sektörüne yönelik kredi ve planlama desteği vermeye yönelik Sanayi ve Maadin (Sanayi ve Madenler) Bankası’nın kuruluşuna 2 yıl karşı çıkmış ve banka ancak 1925 yılında kurulabilmişti. Çünkü ilk yıllarda liberal kesim böyle bir bankanın kuruluşuna, devletin ekonomiye müdahalesi olduğu için şiddetle karşı çıkıyordu. Fakat 1920’li yılların sonuna yaklaşıldığında ekonomi genç Cumhuriyet için sıkıntılı bir cepheye dönüşmeye başladı. İçeride işler iyi gitmiyordu. Liberal politikalar ile istenen kalkınma hızı sağlanamamıştı. Sanayi ve Maadin Bankası’na olan yükümlülüklerini yerine getiremeyen özel sektör kuruluşları bir bir devlete devrediliyordu. Devletin elindeki az sayıda sanayi kuruluşu da buna eklenince serbest piyasa diye başlayan serüvenin zoraki bir devlet sektörü oluşturduğunu görmek zor değildi. Ardından dünyada 1929 ekonomik bunalımı başladı.

Türkiye’de liberal kalkınma çabalarından beklenen verimin alınamaması ve dünyadaki genel buhran durumu yeni rejime olan hoşnutsuzluğu besliyordu. Huzursuzluğun farkında olan Mustafa Kemal Paşa 1930 yılında dış borçların banknot veya altın ile ödenmesi seçenekleri üstünde başbakan İsmet (İnönü) Bey ile anlaşmazlığa düşmüş olan Fethi (Okyar) Bey’i yeni bir parti kurması konusunda teşvik etti. Tabi ki bu sadece bir muhalefet partisinin kurulması şeklinde anlaşılmamalıydı. Yeni partinin kuruluşu, hem Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılmasından sonra meşru temsiliyet zeminini kaybeden muhalefeti gözlemlemek için bir laboratuvar görevi görecek, hem de başbakan İsmet Bey’e rakipsiz olmadığını hatırlatacaktı.  Fethi Bey tarafından “ferdi hürriyetleri savunacağı için solda yer alacak” diye tarif edilen Serbest Cumhuriyet  Fırkası (SCF) gerçekte liberal-sağ bir partiydi. Cumhuriyet Halk Fırkası da muhalefetteki rakibine nazaran daha devletçi-sol bir konuma yerleşecekti. Gazi Paşa da Cumhurbaşkanı vasfı ile iki parti arasında arabulucu olacaktı.

Yeni partinin 5 Eylül’de İzmir’de düzenleyeceği miting halk ile ilk ciddi buluşması olacaktı. 5 Eylül’deki İzmir mitinginde büyük olaylar çıktı ve olaylar 6 Eylül’de de devam etti. Polisin açtığı ateş sonucu 14-15 yaşlarında bir öğrenci vurularak öldü. İzmir mitinginde çıkan olaylar ve halkın Fethi Bey ve partisine gösterdiği olağanüstü ilgi SCF’nin kaderini belirlemişti. Cumhuriyet karşıtı İslamcı muhalefetin de SCF’nin meşru zeminini kullanmaya çalışması Fethi Bey’i iyice çaresiz bırakıp SCF’yi köşeye sıkıştırıyordu. Parti 17 Kasım 1930’da kurucuları tarafından feshedildi. 23 Aralık 1930’da Menemen’de tarikat kökenli eylemcilerin yeşil sancak çıkararak halkı sancağın altından geçmeye zorlaması, olaylara müdahale etmek isteyen yedek subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın başını kesmesi ve Bekçi Hasan ve Bekçi Şevki’yi öldürmesi tüm ülkede şok etkisi yarattı.

DEVLETÇİLİK VE SÜMERBANK

Ülkede 1920’li yılların 2. yarısında etkisini artırmaya başlayan ve 1929 yılında buhrana dönüşen ekonomik sorunlar, Serbest Cumhuriyet Fırkası’na olan büyük ilgi ve Menemen’deki ayaklanma girişimi, şu mesajı iletiyordu: Cumhuriyet’in ve devrimlerin zemini hızla kaymaktaydı. Cumhuriyet ve devrimler halkçı-devletçi bir ekonomik temel üzerine oturtulmazsa halk nezdindeki meşruiyetini hızla kaybedebilirdi. Kurucu kadro bu mesajı almakta gecikmedi. Bu amaca yönelik üç cepheli bir mücadele başladı. Birinci cephede özel sektörü dışlamayan kısmi bir devletçiliğe geçilerek devletin lokomotifliğini yaptığı bir kalkınma hamlesi başlatılacak ve tuz, un ve kahve gibi bazı çok gerekli gıda maddelerinin bile yokluğunun çekildiği Anadolu’da halkın zaruri ihtiyaçlarının karşılanması için savaşılacaktı. İkinci cephede muhafazakar taşra ve köylülüğün dönüştürülmesi için bir eğitim ve kültür seferberliği düzenlenmesi ve Batı/Doğu klasiklerinin tercüme bürolarınca dilimize kazandırılmasının savaşımı verilecekti. Üçüncü cephede ise kurucu kadronun toplumu, yetiştiği çağ itibarı ile ümmetçilikten daha modern bir fikir olarak gördüğü ulus/ulusçuluk temelinde yeniden yapılandırılması için uğraşılacaktı. Böylece Atatürk’ün düşüncesinin geçirdiği 2. evrim de gerekçelerini bulmuş oluyordu.

blank

1932 yılında Sanayi ve Maadin Bankası (SMB) yeniden yapılanmaya giderek ortadan lağvedildi ve yerini iki yeni kuruluşa bıraktı: Sanayi Ofisi, SMB’nin işlettiği fabrika ve işletmeleri devir alırken SMB’nin kredi işlevleri Sanayi Kredi Bankası’na verildi. Bu ikili yapı yerini 1933 yılında Cumhuriyet ve Devletçilik ile özdeşleşerek uzun yıllar kalkınmanın belkemiği olacak Sümerbank’a bıraktı. Sümerbank sanayi kesimine kredi sağlayacak, maden ve sanayi işletmelerini devlet adına işletecek, yeni kurulacak fabrikaların planlama, finansman ve personel eğitimi işlerini de üstlenecekti. 30’lu yılların sonunda bu görevlerine halkın ihtiyaç duyduğu zaruri ihtiyaç maddelerini üretmek ve satmak da eklendi. Sümerbank’ın genel müdürlüğüne çeşitli banka ve devlet kuruluşlarında çeşitli görevlerde bulunmuş olan tecrübeli bürokrat Nurullah Esat (Sumer) Bey getirildi. Sumer Almanya’da eğitim görmüş, Spartakistlere yakın olduğu için İttihat ve Terakki’ye şikayet edilmiş ve sonraki yıllarda ise eğitimini tamamlayarak ülkeye dönmüştü. İlk yıllarda Aydınlık gazetesinde yazıları yayınlanmıştı. Sonraki yıllarda ise “iş hayatına” yoğunlaşarak sol dünya görüşü ile ilişiğini kesmiş görünüyordu. Nurullah Esat Bey’e Sumer (Ü ile değil U ile yazılıyor-Y.N.) soyadını bizzat Atatürk verecekti.

Ülke ekonomisinde dümen zorunlu olarak liberalizmden devletçiliğe kırılırken pek çok eski TKP’linin veya sol görüşlü kişinin devlet kadrolarında görev aldığı görülebiliyordu. Bu arada devletçiliğinin teorik altyapısının oluşturulması için çeşitli iktisatçı ve yazarlardan yardım alınıyordu. Örneğin Ahmet Hamdi (Başar) Bey, 1932 yılında ekonomi yazılarını İktisadi Devletçilik adı altında altı ciltlik bir seride yayınlamaya başladı. Cumhuriyete ve devletçiliğe sol kanattan teorik çerçeve belirlemek isteyen Kadro dergisi de aynı yıl içinde yayınlanmaya başladı. Yakup Kadri (Karaosmanoğlu), Şevket Süreyya (Aydemir), Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf (Belge) ve İsmail Hüsrev (Tökin) gibi TKP kökenli yazarların katılımıyla Kadro dergisi özellikle İş Bankası çevresinden gelen “komünistlik” ve sol cenahtan gelen “döneklik ve faşistlik” suçlamaları arasında 3 yıla yakın yayın hayatını sürdürdü. Başyazar Yakup Kadri’nin her sayının basılmasından önce düzenli bir şekilde Atatürk ile görüştüğü ve onay almadan hiçbir sayıyı yayınlanmadığı biliniyordu. Hatta 1933 yılında Başbakan İsmet (İnönü) Bey “Fırkamızın Devletçilik Vasfı” adlı makalesini Kadro dergisinde  yayınlayarak destek vermişti. Kadro dergisinin yayın hayatı CHP’nin sağ kanadının ve İş Bankası çevresinin baskısı ile 1935 yılında sonlandı. Yakup Kadri’ye ise zoraki bürokrat olarak Tiran yollarına koyulmak düştü.

SÜMERBANK NAZİLLİ BASMA FABRİKASI

1934 yılında Birinci 5 Yıllık Kalkınma Planı yürürlüğe girdi. Plana göre devlet, ithal ikameci bir anlayışla imalat ve maden sektörlerinde öncü olacaktı. Önce dışarıdan alınan hammaddeler yerli üretimle elde edilecek, sonra da mümkünse dışarıdan alınan yarı mamul ve mamullerin yurt içinde üretimi sağlanarak dışa bağımlılık azaltılacaktı. Planın hazırlanması konusunda Sovyet ve Amerikan uzmanlarından yardım alındı. Kurulması planlanan işletmeler arasında Nazilli Basma Fabrikası da vardı. Nazilli ve Kayseri Sümerbank fabrikaları için yabancı kredi arayışına giren devlet bu ihtiyacını en uygun koşullarda kredi sağlayan Sovyetler Birliği’nden karşıladı.

blank

Nazilli Basma Fabrikası’nın temelleri 1935 yılında atıldı. İnşaatta Sovyet mühendislerle yerli ve Macar işçiler birlikte çalıştı. Fabrika inşaatı 2 yıldan biraz fazla sürdü. Nazilli Basma Fabrikası 9 Ekim 1937’de Atatürk ve Celal Bayar’ın katıldığı büyük bir törenle hizmete açıldı. Tören boyunca yorgun, hasta ve solgun görünen Atatürk’ün ruh hali fabrikanın içine girdiği zaman bir anda değişmiş, uzmanların verdiği bilgileri can kulağıyla dinlemiş ve çalışan makinelerin sesini duyunca heyecana kapılarak “İşte bu bir musikidir” demişti. Kulağı Türk Sanat Müziği makamlarını ayırt edebilecek kadar eğitimli olan Atatürk müzikten aldığı zevk ve heyecanı böyle büyük bir fabrikanın açılışında da yaşamıştı.

Yaklaşık 4000 kişinin çalıştığı fabrika, sinema ve balo salonu, korosu, orkestrası, okulu, hastanesi, alışveriş kooperatifi (Ekonoma), futbol sahası ve spor kulübü, yılda bir çıkan mizah dergisi ve tabi ki meşhur Gıdı Gıdı’sı ile Nazilli’nin çehresini değiştirdi. Dahası, Sümerbank ve diğer iktisadi devlet girişimleri koca bir ülkenin çehresini değiştirdi. İnsanların kafasında Sümerbank ve Devletçilik, Cumhuriyet ve Atatürk ile özdeşleşti. Burada şunu tekrar vurgulamak lazım: Cumhuriyetin kurucu kadrosu ekonomik açıdan Sosyalist / Sol / Devletçi bir yönelime sahip değildi. Devletçiliği ideolojik bir tercih sonucu olarak uygulamaya koymadılar. Hayattan öğrendiler, zorunluluk sonucu uygulamaya koydular. Çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi liberal kalkınma hülyası daha 1920’li yılların sonuna gelmeden hüsrana dönüşmüştü. Atatürk bir yurt gezisinde (o sırada henüz İktisadi Devletçilik kitaplarını yayınlamaya başlamamış olan) Ahmet Hamdi (Başar) Bey’e halkın Serbest Fırka’ya olan büyük ilgisinin nedenini sorduğunda Ahmet Hamdi Bey şu cevabı verecekti: “Çünkü halk dışarıda kaldı.” Bunun çok önemli bir anekdot olduğunu düşünüyorum.

1929-1930 döneminden çıkarılan derslerden sonra kurucu kadro devletçiliğe meyletmeye başladı. Devletçiliğe muhafazakar köylülüğü dönüştürmek üzere eğitim/kültür hamlesi ve “köycülük” denilen politika da eşlik etti.  Atatürk’ün ömrü vefa etmediği için devletçiliğin sonuçlarını tam olarak göremedi. Cumhuriyetin eğitim kurumları, özellikle de Köy Enstitüleri akılcılığı ve hümanizmi rehber edinen yeni bir kuşak yetiştirdi. Bu kuşak eşitlik ve sosyal adalet istiyordu ve sonraki yıllarda kaçınılmaz olarak sola açıldı. Lakin CHP’nin zaten var olan ideolojik muğlaklığı Atatürk sonrasında artmaya başladı. Netliğin kaybı yüzünden muhafazakar köylülüğün dönüştürülmesi, amacından saparak  devletin kendinin de muhafazakarlaşması ile sonuçlandı. Sonrasında ise 2. Dünya Savaşı’nın kötü etkilerinin atlatılması ile ekonomide liberal rüzgarlar yeniden esmeye başladı. Bizzat Nurullah Esat Sumer “Sanayileşmenin yükü sadece devletin sırtına yüklenemez” tarzı demeçler vermeye başlamıştı. Sonrasında ise Demokrat Parti özel sektörcülüğü, 1960 ihtilali sonrası planlı özel sektörcülüğü ve 12 Eylül geldi. 12 Eylül’den sonra ise devletçilik önce örselendi, sonra hızla tasfiye edildi. Halkın hafızasından da gönlünden de zorla kazınarak silindi. 1990 veya 1991 yılında Gıdı Gıdı treni kaldırıldı, küçük istasyonu yıkıldı. Bir kaç yıl sonra işletmenin çalışanları ya emekli edilerek ya da henüz faal halde bulunan diğer Sümerbank işletmelerine tayin edilerek Basma Fabrikası tasfiye edildi. Nazilli Basma Fabrikası Adnan Menderes Üniversitesi’ne devredildi. Hali hazırda Mühendislik Mimarlık Fakültesi kampüsü olarak hizmet veriyor. Sümerbank’tan geriye kalan her şey de bankacılık faaliyetlerini devralan OYAK tarafından 2007 yılında sonlandırılarak tarihe gömüldü. Geriye güzel hatıralar, güzel insanlar, Nazilli gibi güzel ve sakin şehirler ve birkaç yüz liraya alabilirseniz kendiniz şanslı sayacağınız Bez Sümerbank Takvimleri kaldı.

BAŞKA TREN GIDI GIDI

Yasin Ali Türkeri’nin yapımını ve yönetmenliğini üstlendiği Başka Tren Gıdı Gıdı, bir manevra lokomotifinin çektiği birkaç vagondan ibaret işçi servis trenini anlatır gibi görünse de asıl hikaye Gıdı Gıdı treninden Sümerbank’a, Sümerbank’tan Devletçiliğe, Devletçilik’ten Cumhuriyet ve Atatürk’e doğru akarak yatağını buluyor. Gıdı Gıdı’nın manevra lokomotifi bir metafor olarak tüm bu kavramları katarına alarak sürüklüyor.

blank

Bir kamu iktisadi teşekkülünün bir şehri şekillendirişi ve onun malum süreçler sonucunda tarihe karıştıktan sonra insanların hatıra ve düşüncelerinde yeniden şekillenişi izleyiciye başarılı bir biçimde aktarılıyor. Anlatı bazen zaman, mekan yönünden birbirinden çok farklı parçalardan meydana gelse de hiçbir zaman kopukluk hissi yaratmıyor. Bölümler arasındaki geçişler iyi kurgunun marifeti ile, bazen duvardaki bir desenden Sümerbank’ın desen atölyesine kesme yaparak, bazen de bir türkünün uzayan nağmesinden fabrikanın dron görüntülerine gerçerek izleyiciyi Sümerbank’ın mutlu ve şaşaalı siyah beyaz günlerinden, 1990 sonrası “renkli” günlerinin gri mutsuzluğuna taşıyor.

Dikkatimi çeken bir noktaya değinmeden geçemeyeceğim. Belgeselde ilk başlarda anlatıcı ve bir nevi meddah olarak izlediğimiz Ali Küneroğlu’nun Sümerbank’ın ve cumhuriyetin ilk yıllarını anlatırken kullandığı şive çok teatral ve masalsı. Belki biraz da itici. Her yüklemin sonuna “-vermek” ekleyerek, her cümlenin sonuna “gari” getirerek imal edilen bu yapmacıklı şive anlatının ilerleyen kısımlarında, özellikle Sümerbank’ın kapatıldığı zamanlara doğru geldiğimizde durularak Ege’nin herhangi bir şehrinde kasabasında, kahvede, sokakta, pazar yerinde duyabileceğiniz en doğal haline dönüşüyor. İlk baştaki coşkulu yapaylığın ve son bölümlerdeki doğallığın da, ilk üsuptan ikinci üsluba geçişin de belgeselin olay örgüsüne uygun bilinçli bir seçim olduğunu düşündüm.

Belgeselin, ameliyatlı yerime denk gelmiş olacak ki bazı bölümlerini çok zor izledim. Gıdı Gıdı makinisti Hüseyin Karasoy’un Gıdı Gıdı’nın harap halini gördüğü zamanki nutku tutulmuş ve ağlamaklı haliyle ben de ağlamaklı oldum.  Elbette ki bunun sebebi Nazilli’nin Sümerbanklı yıllarının kapanış dönemini kıyısından köşesinden de olsa yaşamış olmam. Türk Sanat Müziği korosunun şefi Lütfi Selek hoca babamın da müzik öğretmeniydi. Koroda, ön sırada önde ud çalan Mustafa Dinçkol, benim ortaokuldan müzik öğretmenimdi. Korodaki birkaç kişi babamın Sümer İlkokulu’ndan öğretmen arkadaşıydı. Belgeselde görünenlerden bir kısmı yazlık komşumuz, tanıdıklarımızın akrabası,  yani bir şekilde aşina olduğum kimselerdi. Ama belgeselin bende yarattığı duygu yoğunluğunu sırf buna bağlamak büyük haksızlık olur. Kurgu marifeti ile yaratılmış olan tezatlıklar duygu yoğunluğunu derece derece yükseltiyor. Örneğin metruk fabrikanın güncel görüntüleri  arka planda yankılanan 30’lu yıllara ait Sümerbank tanıtım filminin anlatıcısının sesindeki heyecana toslayarak bu etkiyi yaratıyor. Sonra, Cumhuriyet’in Sümerbank’ına ait Gıdı Gıdı’nın  restore edildikten sonra 2017 yılında mehterli bir törenden sonra yeniden sefere çıkmasındaki tezatlık bu etkiyi katmerlendiriyor.

Yalçın Küçük Türkiye Üzerine Tezler’in 1. cildinde “Anadolu 20’li yıllarda henüz Osmanlı devrini yaşıyor. Kemalizm ancak 1930’lu yıllarda özgün olabiliyor” der. Gerçekten de 30’lu yıllarda yapılan çoğu iş, en başta da Devletçilik çok kalıcı bir etki yaratıyor, tamamen tepelenip yerini liberal ekonomiye bırakalı 40-45 sene geçse de bu ülkede iyi kalan şeylerin altında imzası bulunuyor. Hayriye Tüccarı yetiştirmek “hayır” getirir mi, özel sektör ile devlet sektörü bir arada yürür mü, milli sermaye emperyalizme kafa tutabilir mi, bunlar hem yaşadığımız tecrübe hem de benim dünya görüşüm açısından cevabı hep olumsuz olan sorular. Fakat doğru yapılmış şeyleri de yanlışlarla beraber çöpe boca etmek, tarihi tahrif etmekten başka bir şey değil ki. Monarşinin devrilmesi, halk yönetiminin kurulması, kadın haklarının tanınması, doğusuyla, batısıyla dünya klasiklerinin dilimize çevrilmesi, ülkenin modern bir müfredata ve okullara kavuşması, akılcılığın ve bilimin rehber ilan edilmesi, laiklik çok önemli şeyler. Ama fikrimce Devletçilik bütün bunların üstünde duracağı zemini sağlayan kaide olarak Cumhuriyet’in en ilerici atılımı idi.

Belgeselin son sahnesi adeta bir Yavuz Turgul filminin açılış sahnesi gibi. Sümerbank’ın balo salonundaki sinema sahnesine yansıtılan ve boş sandalyelere oynayan bir film. Gıdı Gıdı marşını çalan Nazilli Klasik Türk Müziği Korosu… Boş sandalyeler… İzleyicisini arayan bir film… Tamamlanmamış işleri veya henüz görülmemiş bir hesabı olduğu için bu dünyayı terk edemeyen bir hayalet… Kendini hayal edeni arayan bir hayal. Cumhuriyet, Eşitlik, Sosyal Adalet ve Akılcılık kendini hayal edip yeniden kuracak beyinleri arıyor.

blank

YARARLANILAN KAYNAKLAR

  1. Bir Cumhuriyet Akıncısı: Türkiye’de Milli Sanayinin Mimarlarından Nurullah Esat Sumer – Hasan Aslan Akpınar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
  2. Sümerbank Holding A.Ş. – Zafer Toprak
  3. Türkiye’nin Düzeni Cilt 1-2, Doğan Avcıoğlu, Tekin Yayınevi
  4. Türkiye Üzerine Tezler Cilt 1, Yalçın Küçük, Tekin Yayınevi
  5. Osmanlı İmparatorluğunun Yarı Sömürgeleştirilmesi, A.D. Noviçev, Onur Yayınları
  6. Türk Siyasal Yaşamında Kadro Hareketi, Merdan Yanardağ, Yalçın Yayınları
  7. İlhan  Öden’in Sümerbank konusunda geniş materyal sağlayan kişisel blogu: sumerbank.blogspot.com
blank

S. Özgür Ilgın

1977 Yılında Aydın'da doğdu. Üniversitede bir elin parmakları kadar üyesi olan Felsefe Topluluğunun çıkardığı, iki elin parmakları kadar “tirajı” olan Yitik adlı fotokopi fanzinde öykü ve albüm tanıtımları yazdı.

Blues, Heavy/Rock, Doom, Thrash, Death, Jazz ve Proggressive müziğe bayılıyor. Sergio Leone'yi David Lynch'i, Stanley Kubrick'i, Metin Erksan'ı, Ertem Eğilmez'i, Nuri Bilge Ceylan'ı, Zeki Demirkubuz'u ve Yılmaz Atadeniz'i çok seviyor, sinema ve müzik gibi eğitiminin olmadığı konularda ukalalık etmekten çok hoşlanıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Bir Cannibal Corpse Belgeseli: Centuries Of Torment (2008)

Centuries Of Torment Brutal Death Metal efsanesi Cannibal Corpse’u anlatan
blank

Sivri Dilli Stand-up’çının Hikayesi: “American: The Bill Hicks Story”

Bill Hicks’in kısa ama hızlı hayatına ucundan tanık olmak isteyenler