Pazar günü mitinge giden otobüslerde ‘Oyunu bozmaya gidiyoruz’ ve ‘ülkeyi sizin gibi çapulculara bırakmayacağız’ yazıyordu… Öncelikle bizim anlayamadığımız nasıl bir oyun kurmuştuk ve iktidar bunu üzerine alınmıştı ve yüzlerce araçla bozmaya gidiyordu.
Sonra kanal 24’te ‘oyunu bozduk’ başlığı takıldı gözüme. Gövde gösterisinin adıymış oyunu bozmak! Komik. Elimiz nasıl da dış mihraklara kadar uzanmış ve onları küçücük bir parkın içine kadar çekebilmiştik, biz bile şaşırdık. Neden anlamak istemiyorlar acaba bu olayların birdenbire, kendiliğinden gelişen ve isyana dönüşen bir halk hareketi olduğunu. Kendileri yıllarca planladıkları için olabilir mi? AKP özgürlük vaat ediyormuş gibi duran ama asla öyle olmayan bir parti, sadece yapacakmış gibi sözler veriyor ve her türlü gündem değişikliğiyle bir sonrakini yok ediyor… Bir tek Barış süreci kayda değerdi, bakalım o da bundan sonra nasıl ilerleyecek.
Eylemler, direniş, halk hareketi adına ne derseniz deyin; herkesin ifade alanı oldu. Gençler orada kendileri için yeni bir dünyanın kapılarını açtı, yıllarca örgütlü olan insanlar ise yeni bir ifade alanı buldu. 17 gün zorluklarla, eğlenceyle ve gerilimle iyi bir şekilde idare edildi. Ama herkesin sözbirliği etmişçesine ‘provokatörler araya sızdı’, ‘eylemin masumiyetine zarar veriyorlar’ gibi söylemlerini anladım ama kabul etmek de zorlandım açıkçası. Ortada bir eylem varsa bunun çeşitli şekilleri de vardır. Kimse karışmasa, uzak dursa da içte içe çatışanları destekledi, destekliyordu bence! Bunu da herkesin ağzına sakız olmuş ve tek suçlu oymuşçasına yüklendiği provokasyon kelimesine istinaden yazayım dedim…
Gelelim parkta, alanlarda ve sosyal medyada gelişen mizaha ve ona karşı gıdım yumuşamayan, aksine daha da nemrutlaşan başbakana. Zaten “yüzde 50’yi evde zor tutuyorum” diyerek bizi hiç sevmediğini, çapulcular, vandallar diyerek bizi hiç önemsemediğini biliyorduk ama bu kadar bilmiyorduk. Her seferinde daha da artan öfkesiyle tam da bir diktatör olduğunu haykırdı bize ve tüm dünyaya! Oysa mizahın gücünü görüp o da söylemlerinde kullanabilseydi şimdi başbakanını takdir eden önemli bir genç kesimle başka türlü bir iletişimi olurdu! Başbakan azarlamayı, kızmayı bağırıp çağırıp aşağılamayı samimiyet sanıyor. Kim sever ki böyle bir iletişimi!
Gelelim gezi ruhuna. Gezi’de herkes vardı. Kendisini azınlık sayan, haklarının elinden alındığını hisseden, ifade alanı bulamayan. Yani yeni ve eski anlayışların hepsi birleşmiş bir biçimde oradaydı. Divan otelinin karşısındaki alan daha çok gençlerin (yani çadırını alıp gelmişlerin) çadır alanıydı, diğer kesim ise örgütlerin, parti ve sendikaların. Genel hava paylaşım, güleryüz, ikram ve yapılan şeyin devam eden şaşkınlığı idi. Herkeste buranın bir gün biteceğine dair bir fikir olsa da, bitmeyecekmiş gibi yaşandı, özelikle de gençler öyle yaşadı. Sizin ve valinin gezi parkına dokunulmayacak lafına inandılar, ayrıksı sesleri orayı bir bostana, kütüphaneye, atölye alanına çevirerek azaltmaya çalıştılar. Ama her geçen gün artan öfkeye tosladılar! Neden bu kadar öfkelisiniz, hiç genç olmadınız mı? Hiç isyan etmedin mi ki, aslında isyan etmenin ne demek olduğunu siz de çok iyi bilirsiniz!
Neden yapılanların karşısına hep ‘benim kitlem şöyle, benim kitlem böyle’ deme gereği duydunuz? Üzerinize salmadığım, evde zor tuttuğum yüzde 50’yi maşallah polis gücüyle, gaz bombası ve Toma’larca suyla arattınız diyeceğim ama demiyorum. Çünkü zira evde duranların bir kısmının da karşı atağa geçtiğini gördük, duyduk!
Sizce bu kadar insan neden sokaklara döküldü, bunu hiç düşündünüz mü acaba? Düşündünüz ama işinize gelmedi. O yüzden göstermelik dinleme atakları yaptınız ama başından beri aklınızda olan parkı işgal edenleri oradan atmaktı. Hem de gazlayarak! Evet orası kısa bir sürede boşaldı ama polis insanları püskürtmeye devam etti, otelin içine kadar girip, bayıltana kadar gazlamak neyin nefretidir? Çoluk çocuk, genç yaşlı demeden sürmek, önüne katıp kovalamak sanki bir savaş sahnesi gibi! Sonra da biz uyardık zaten. Ne oldu zafer mi kazandınız, Pazar günkü mitinge bakın ben nasıl da püskürttüm çapulcuları diye gitmek egonuza iyi geldi mi? İnsanlar yaralanırken, hayatını kaybederken hala öfke saçmaya devam ettiniz ve ediyorsunuz da! Hala oy toplama, benim kitlem bana destek çıkar derdindesiniz. Bu kadar insan neden sokağa çıktı ilgilenin azıcık, bu kadar şiddeti neden insanların üzerine boca ettiniz düşünün! Şiddete şiddetle karşılık verme derdinde değiliz, sadece özgürlüğümüzün peşindeyiz, bu ülkenin yüzde ellisinin mi, yüzde yüzünün mü içinde olduğumuzu düşünmeden yaşamak derdindeyiz! Bunu anlamanızı bekliyoruz, kimi zaman taşarak, kimi zaman durarak, yürüyerek, şarkılar söyleyerek… Kendi adımlarımızla arşınlıyoruz meydanları, parkları, yolları… Daha fazla AVM yapılmasın, daha fazla yeşil alan kent dediğimiz dönüşüme kurban edilmesin diye!
Bu yazıyı yazarken son tren kalktı Haydarpaşa’dan, yerine AVM olacak deniz manzaralı alışveriş. Çok mu lazım? Rant lazım tabii, pardon!
Daha fazla acı vermeyin insanlara, acı veriyorsanız da onu yaşama gücü verin. Ethem Sarısülük’ün annesi ulaşabilsin oğlunun cenazesine. Her şeyin önünü kesmenin kime faydası var, kestikçe daha fazla bileniyor her şey.
Ben başından beri direnmenin bazı yollarını deneyeim diyorum zaten kredi kartı kullanmayın, pazarlardan alışveriş yapın, AVM’leri gerekli olmadıkça terk edin, marketler yerine mahalle bakkalını tercih edin diye. Şehir kafasından uzaklaşıp, daha fazla köy, taşra kafasına geçmek lazım diye. Bizler seksenlerin naif çocuklarıyız, biliriz her şeyi ters yüz etmeyi (gömlek yakasından bahsediyorum), doksanlılar da bize uyarsa tadından yenmez! Oyun bozmak için değil bu söylediklerim, şehrimizi korumak için! Artık her yer Taksim, her yer direniş!