Amerikalıların başarılı olan İngiliz dizileri için kendi versiyonlarını yapmasına artık alıştık. Bunun As If ve Coupling gibi skandal örnekleri olduğu kadar, Queer as Folk ya da Being Human gibi görece başarılı örnekleri de oldu. Gracepoint de aynı yolu izleyen bir Amerikan dizisi; İngiliz serisi Broadchurch’ün Colombo usülü pişirilmiş hali. Diğer örneklerin çoğundan farklı olarak, dizinin başrolünde aynı oyuncuya yer vermişler; Doctor Who ile kendi hayran deryasını yaratan David Tennant. Ve açıkçası, koca bir dejavu hissi veren bu dizide Tennant’ın neden oynamak istediğini anlamıyorum. Muhtemelen küresel olarak çok sevilse de Amerika’nın AB izleyicisi tarafından “fazla İngiliz” bulunan Doctor Who ile genişleyen sınırlarını olabildiğince kalıcı hale getirmek istiyor. Fakat Gracepoint bunun için doğru tercih olmayabilir.

Broadchurch zaten BBC America ile Amerikan izleyicisi tarafından keşfedilmiş, hatta büyük oranda sevilmişti. Ama Gracepoint’in kanalı Fox yetkililerine göre, bu azınlık dizinin potansiyelini etkilemiyor. Onlara göre Amerika’nın büyük bir bölümü bu hikâye ile ilk defa tanışacak ve sonuçların pozitif olacağından oldukça eminler. Orijinali gibi mini seri olarak yayınlanan Gracepoint’in başrollerinde Breaking Bad’ten tandığımız Anna Gunn ve daha önce de söylediğim gibi Doctor Who’dan tanıdığımız David Tennant var. Breaking Bad’in kadrosundan gelen bir isim de yan rollerden birini canlandıran Kevin Rankin. Zaten orijinaliyle arasındaki en büyük ayrışmayı, doğal olarak oyuncular üzerinden sağlamışlar. Fakat bu noktada Gracepoint’in eleştirmek istediğim bazı yönleri var.

Gracepoint 1

Oyuncular, özellikle anne ve baba İngiliz versiyondaki gibi uyumlu bir çift görüntüsü vermiyor. Baba, “Katil kim?” bulmacasının içine sürüklenmek için, olduğundan daha şüphe çekecek bir surete büründürülmüş. Hatta düşük gelirli beyaz Amerikalıyı “tesisatçı” olarak düşünemedikleri için, kendisine hispanik bir profili uygun görmüşler. Mark Solano karakterini Michael Peña canlandırıyor. Bu vurgu özellikle dikkatimi çekti, çünkü Chicago doğumlu aktörün aksanında kulağa doğal gelmeyen bir göçmen aksanı zorlaması var. Zaten Hollywood’da, beyaz bir karakter “muslukçu” olduysa, bu ya İtalyan’dır ya da aslında “muslukçu” olmayan bir karakterdir. Bu konularda bir doktrin haline gelebilecek kadar tutarlı davranmaları gerçekten gözden kaçmıyor. Casting ile ilgili bir diğer eleştirim de anne Beth Solano. Oyunculuğunda bir sorun yok, hatta İngiliz versiyondaki anneyi canlandıran Jodie Whittaker’a benzer bir oyuncu seçmişler. Ama Virgina Kull, Beth Solano rolü için sanki biraz genç kalıyor.

Eğer Broadchurch’ü izlediyseniz, bence Gracepoint’i izlemeniz için neredeyse hiçbir neden yok. Repliklerden, lokasyona, hatta aralardaki seperatör görüntülere kadar herşey orijinalinin kopyası. Öyle ki slow-motion çekilen yerleri bile bire bir kopyalamışlar, en azından sinematografik açıdan burada özgün davransaydınız bari dedim. Orijinal diziye göre daha fazla beğendiğim tek bir yönü oldu, o da daha soğuk renkleri tercih etmiş olmaları. Yazlık bir mekanın kumsalından ziyade, okyanus sınırındaki bir kasabayı seçmeleri gizem/polisiye yapısına daha çok uyuyor. Bu arada ailenin evi ve eşyalarının, Broadchurch’e göre biraz daha iyi gelirliye ait gibi göründüğünü eklemeliyim. HBO dizisi olmadığı sürece, Amerikalıların “Whitetrash” atmosferinden itinayla kaçındığını görmek şaşırtıcı değil.

Gracepoint 2

Girl with the Dragon Tattoo ile küresel bir fenomen haline gelen, Top of the Lake ile mini serileşen, hatta True Detective ile zirveyi gören bu gizem/polisiye atmosferinin Gracepoint’te biraz daha korunmaya çalıştığını düşünüyorum. Broadchurch’teki dedektiflerimiz Alec Hardy ve özellikle Ellie Miller daha gündelik karakterlerken, Emmett Carver rolüyle aynı adamı canlandıran David Tennant ve Anna Gunn (yine Ellie Miller) arasında daha hesaplanmış bir ilişki var. Broadchurch’teki Alec Hardy sadece kaba bir karakterdi ama Emmett Carver neredeyse mizojinizm sularında geziniyor. Buradaki en temel etken Anna Gunn’ın Olivia Colman’dan oldukça farklı bir Ellie Miller portresi çizmesi sanırım. Oliva Colman, Alec Hardy’nin kabalığını doğal bir üslupla geçiştirebiliyordu; ama Amerikan Ellie Miller partnerine daha belirgin tepkiler veriyor.

Hikayenin genel örgüsünde de ufak tefek farklılıklar var; örneğin İngiliz versiyondaki kurban Danny Lattimer sadece sabahları gazete dağıtıyordu, Gracepoint’teki Danny Solano ise doğal yaşamı gözlemlemek için kendi insiyatifi ile kasabanın ilgili biriminde görev alıyor. Ufak bir farklılık gibi görünse de karakterin yaşı ve konumu itibarı ile epey değişik bir izlenim bıraktığını söylemem lazım. Danny Lattimer daha sosyal, hatta yaşına uygun ilgi alanları olan bir çocuk hissi veriyordu, Solano ise daha asosyal ve eksantrik bir karakter haline gelmiş. Tabii kız kardeşin reşit olmadığı halde, yetişkin biriyle ilişki yaşaması durumunu da hemen tırpanlamışlar. İki dizinin de pilot bölümündeki tüm replikler neredeyse %90 aynıyken, bu konudaki repliğin atlanmış olmasını Amerikanın muhafazakar yapısına ve duyarlılık kasmak için “çocuklarımıza kötü örnek oluyorsunuz” yaygarası yapan sabah programlarının sayıca çokluğuna veriyorum. Onlar da bizim gibi, gerçek hayatta boğuştukları sosyal tramvalarla ekranlarda yüzleşmek istemiyorlar; tabii Reality Show olmadığı sürece.

Son sözü söylemek gerekirse eğer… Klasik İngiliz seçkinciliği atına oynamayacağım. Bir dizinin Amerikan versiyonu da en az İngiliz versiyonu kadar iyi olabilir; sadece daha Amerikan olur. Gracepoint için de aynen bu durum söz konusu. David Tennant’ın arada bir oynayan Amerikan aksanı dışında bu konuda sorun teşkil eden önemli bir sıkıntı göremedim. Yapımcıların söylediğine göre gidişatı ve sonu Broadchurch’ten farklı olacakmış. O nedenle muhtemelen Amerikan izleyicisinin zevkine ve genel profiline uygun, rating kaygılı hamleler gelecektir. Daha çok şiddet, daha fazla dram, daha fazla din propagandası ya da ailenin önemi benzeri mesajlar gibi. Fakat Broadchurch’e hiç başlamadıysanız ve illaki İngiliz yapımı olsun diye bir tutkunuz yoksa Gracepoint’e de bir şans verebilirsiniz. Ben Broadchurch’ün ikinci sezonunu beklemeyi tercih edeceğim. David Tennant’ın aynı rolü, üçüncü defa nasıl canlandıracağını görmeyi de gerçekten çok istiyorum.

Herkese iyi seyirler.

Gracepoint Fragman

Broadchurch Fragman

blank

Emel Bilge Çınar

1985 yılında İstanbul’da doğdu. İlk sinema deneyimi Jurassic Park olmuştur. Animasyon ve VFX alanında eğitim almak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Türkiye’ye döndükten sonra 3 yıl boyunca Post Producer olarak çalıştı. Bugünlerde bağımsız olarak 3D animasyon ve oyun yapımı üzerinde emek harcıyor. 2009′dan bu yana çeşitli mecralarda sinema ve TV üzerine yazılar yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Mitolojiye Giriş: Clash of the Gods (2009)

Yeryüzündeki çeşitli mitolojik efsanelerin incelendiği Clash of the Gods, özellikle
blank

Max Headroom: 20 Minutes Into The Future (1985)

Karşınızda 80’lerin  televizyon ikonlarından, (en ünlüsü olmasa bile) en bilinenlerinden