Burak Koçak: ‘Filmin ritmini düşürmek istedim, meditasyon gibi’ 1 – bugufilm

Burak Koçak: ‘Filmin ritmini düşürmek istedim, meditasyon gibi’

16 Mayıs 2013

Burak Koçak son filmi Buğu ile dingin, felsefik ve imgesel bir kısa filme imza atıyor. 30 dakikaya yakın olan film son yıllarda sıkça kullanılan uzun planlardan ilham alıyor, görüntüyü yayıyor ve seyirciye etkisini sınıyor. Burak Koçak ile kısa film üzerine konuştuk, iyi okumalar…

Banu Bozdemir

burakfoto

Belgesel ve kurmacayı bir arada harmanladığını biliyoruz. İkisi birbirinden farklı aslında. İkisine olan ilgini nasıl açıklarsın?

Belgesel ve kurmacayı sadece Diren İş’te harmanlamıştım. Aslında sadece hamburger yiyen karakter vardı kurmaca olarak, o da gerçekten acıktığı ve yediği için çok da kurmaca sayılmaz. Ama genel olarak türlerin içiçe geçmesini seviyorum. Türler arasındaki sınır ne kadar bulanık olursa o kadar iyi bence, melez filmler hoşuma gidiyor. Belgeseli kurmacadan, kurmacayı da belgeselden beslenerek yapmak anlatıyı daha etkili ve inandırıcı yapıyor.

Sonuçlara baktığımda belgesel çalışman deneysel dalda ödül kazanmış. Aslında bazı çalışmaların deneysel, kurmaca ya da canlandırma arasında sıkıştığını ve yönetmenlerin bunları yarışmalara farklı farklı gönderdiğini görüyoruz? Sen ne dersin?

Hayır, yanlış bir bilgi o. Belgesellerim hiç ödül almadı, bir kaç festivalde gösterildi. Bir tane deneysel filmim var o da İzdüşümsel Fanteziler. Bir filme başlarken türü şu olsun diye bilinçli bir tercih yapmıyorum açıkçası. İzdüşümsel’i farklı türlerde gönderdiğim oldu festivallere. Çok da önemli bir şey değil bence bu. Deneysel de olsa kurmaca da olsa önemli olan filmin dili. Ama tabi mesele festivallerden ödül almak olunca, hangi türe göndereceğiniz stratejik bir hamle oluyor. Altın Portakal bu açıdan en iyisini yapıyor bence, tür ayrımına gerek yok, kısa film kısa filmdir. Şöyle bir ayrım olsa daha iyi olur aslında, amatör ekiple yapılmış kısa film ve prof. ekiple yapılmış kısa film. Çünkü adam yıllarca sektörde çalışmış işin piri olmuş geliyor öğrencilerle aynı festivalde yarışıyor burada bir hakkaniyetsizlik oluyor. Yarışma olayı da ayrı bir tartışma konusu zaten.

Her festival jüriliğinden sonra deneysel ile ilgili verdiğimiz karar çok kişisel olduğu ve kararsızlık yarattığı. Siz kısacıların deneysel ile ilgili görüşlerini merak ediyoruz doğrusu?

Deneysel deyince akla ilk olarak hızlandırılmış görüntüler, garip sesler falan geliyor ama bence deneyselin en önemli özelliği klasik anlatıyı bir yerde kırmak. Tam bir tanımlama yapamayacağım ama örnek olarak Trier’in Dogville filmi deneysel özellikler taşır. Mekan kullanımında kırmıştır işte o bilindik kodları.

 Genelde tarzını nasıl nitelendirirsin? Kurmaca ve deneysel arasında gidip geliyorum diyebilir misin?

Valla bir tarzım var mı henüz bilmiyorum. Ama türlerin melezliğini seviyorum. Mesela Reygadas’ın en sevdiğim filmi Japon’dur o yüzden. Filmin sonunda tamamen belgesele döner, kamera arkasına çay dağıtır filmin yaşlı kadın oyuncusu.  Öte yandan rüyayla gerçeğin karışmasını da seviyorum filmlerde, sinemasal bir meditasyon gibi geliyor.

bugufilm

Kısa filmci politik olmak, ülke sorunlarına duyarlı olmak sorunda hisseder mi kendisini?

Kısa filmci olmak için böyle bir zorunluluk yok bence. Tamamen gerçeküstücü falan da takılabilir kısa filmci. Ama özellikle şu günlerde ülkenin, dünyanın durumundan etkilenmemek, duyarsız olmak mümkün değil sanırım.

Kısa film çekmeye devam ediyorsun, okulun bitti sanırım asistanlık yapıyorsun… Kısa filmi hayatının neresinde görüyorsun? Öğrenciyken yapılması gereken bir uğraş mı, yoksa hayatına yayacağın bir tavır mı?

Evet okul bitti ama asistanlık yapmıyorum, işsiz sayılırım o da başka bir mevzu tabi:) Valla kısa filme hayatım için bir anlam yükleyemeyeceğim, belki iyi paralar kazansaydım kısa filmden hem devam etmek için bir motivasyon olurdu hem de bir işim, mesleğim var diyebilirdim. Ama belli kodlara göre kısa film yapmıyorsanız ya da yapamıyorsunuz bu ülkede çok zor bu. Ama kısa film hikayesi üretebildiğim sürece devam ederim kısa filme.

Gelelim son filmin Buğu’ya. Güzel görüntüler eşliğinde imgesel bir anlatım var. Doğa, çocukluk, bir düşün arkasından gerçeğe uzanmak gibi kavramlar var filmde. Tam olarak anlatmak istediğin neydi?

Filmin başındaki Herakleitos’un yazısıyla özetliyorum aslında anlatmak istediğimi. “Toprağın ölümü suyun doğmasıdır, suyun ölümü havanın, havanın ölümü ateşin doğmasıdır ya da bunların tam tersi.” Bu doğanın sistemi çok acımasız da bir taraftan. Birilerinin, bir şeylerin varlık alanına çıkabilmesi için bazı şeylerin yok olması lazım. Bu süreçte de hakikati aramak yerine buğuya adımızın baş harfini yazmakla ilgileniyoruz. Buğuyu bir silebilsek hakikat camın arkasından görünecek belki ama ilgilenmiyoruz onunla. Egolarımızı tatmin etmek için, adımızı duyurabilmek için buğuya adımızı yazıyoruz. Filmde de iki kardeş var, büyük olanın rüyalarına, esrime anlarına tanıklık ediyoruz. Onlar yeni olanı yani doğacak olanı, evdeki yatalak yaşlı da eski olanı yani ölecek olanı temsil ediyor. Yaşlı ölünce onu gömüp, eski evi terk edip yeni bir hayata doğru gidiyorlar.

Uzun planlar kullanma sebebin?

Filmin ritmini düşürmek istedim, meditasyon gibi olsun istedim.

Filmin 30 dakikaya yakın, bazı festivaller 20 dakikadan uzun filmleri kısa film olarak kabul etmiyor, bu konuda zorluklar yaşadın mı?

Evet, birçok festivale gönderemedik bu yüzden.

 Bir filmin iç dinamiği mi önemlidir senin için yoksa insanlarda bıraktığı etki mi?

Bir film iyiyse insanları etkiler zaten.  Ama yönetmenin anlatmak istediği şeyle izleyicinin anladığı şey farklı olabilir. Anlaşmak işin içine girince zaten her disiplinde zorlanıyoruz. Sinemanın güzelliği de burada, anlamasanız bile etkilenebiliyorsunuz.

Kısa filmde biçim mi içerik mi önemli olan?

Bence her hikayenin kendine özgü bir biçimi oluyor. Mesela Buğu’yu omuz kamerasıyla çekemezdik. Omuz kamerasının aksiyonunu kaldırmazdı filmin hikayesi.

Buğu diyalog ve görsel olarak gayet tasarruflu film, siyah beyaz çekilmiş gibi duruyor bir de! Geçip giden bir zamanın anlamını anlatmak için gayet iyi bir yol aslında…

Siyah-beyazın gerçekten çok dramatik bir etkisi oluyor. Filmin ruhunu daha net görebiliyorsunuz. Renkler devreye girince ayartılar da artıyor. Rengin güzelliği anlamı kaçırmanıza sebep olabiliyor.

Devam edecek misin kısa filme, var mı aklında yeni bir proje?

Bir uzun film hikayesi yazmaya çalışıyorum. Bitirip destek bulabilirsem, çekmeyi çok istediğim bir hikaye.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

İpek Efe: 'Erkek filmleri festivali ne kadar saçma geliyorsa kadın filmleri festivali de o kadar saçma aslında...' 2 – Ipek Efe

İpek Efe: ‘Erkek filmleri festivali ne kadar saçma geliyorsa kadın filmleri festivali de o kadar saçma aslında…’

Da Capo kadın filmleri festvalinde karşımıza çıktı daha çok, İpek
Ekrem Doydu: 'Kısa filmin samimiyeti çıkarsız olmasından gelir' 3 – Ekremdoydu001

Ekrem Doydu: ‘Kısa filmin samimiyeti çıkarsız olmasından gelir’

Ekrem Doydu, hızlı kısa filmcilerden. Sinema-TV okumuyor ama yazı yazıyor,