Curse of the Crimson Altar, yönetmenliğini Vernon Sewell‘ın üstlendiği, 1968 yılı mahsulü, İngiltere yapımı bir korku filmi. The Crimson Cult ya da The Crimson Altar olarak da bilinir. H.P. Lovecraft’ın “The Dreams in the Witch House” isimli kısa hikâyesinden esinlenerek yazılmış senaryo Mervyn Haisman ve Henry Lincoln’a ait. Oyuncu kadrosunda ise Mark Eden ve Virginia Wetherell’ın yanı sıra Christopher Lee, Boris Karloff ve Barbara Steele gibi korku ikonları yer alıyor. Curse of the Crimson Altar, Karloff’un rol aldığı son filmlerinden biri olması nedeniyle de ayrı bir önem taşıyor.

Curse of the Crimson Altar poster 1Antikacılık yapan Robert Manning (Eden), günlerdir haber alamadığı kardeşi Peter’ı bulmak için Greymarsh isimli kasabaya gelir. Black Witch of Greymarsh olarak bilinen ve kasabalılar tarafından yakılarak öldürülen kara cadı Lavinia Morley’nin (Steele) ölüm yıldönümü olması sebebiyle kasaba tam bir festival havasına girmiştir. Kardeşinin son kaldığı yer olduğunu düşündüğü Craxted Lodge’a gelen Robert, burada gizemli ev sahibi Morley (Lee) ve onun fettan yeğeni Eve (Wetherell) ile tanışır. Morley, Peter’ın orada kalmadığını iddia etse bile Robert ikna olmaz ve biraz da Eve’in ısrarıyla geceyi Craxted Lodge’da geçirir. Korkunç kâbuslarla dolu bir geceden sonra kardeşini aramaya devam eder. Kasabada yaşayan ve cadılık konusunda uzman Prof. Marsh’la (Karloff) konuştuktan sonra etrafta ters giden bir şeyler olduğuna iyice ikna olan Robert’ın kendi canının derdine düşmesi uzun sürmez.

Altmışlı ve yetmişli yıllarda Hammer ve Amicus yapım şirketlerinin başı çektiği İngiliz korku filmlerinin birçoğu cadı, büyü, tarikat ve şeytana tapma gibi alt başlıklara ayrılabilecek okült alt türüne yakın duran filmlerden oluşuyordu. Daha çok taşrada geçen bu filmler, taşraya atfedilen cehalet, dinin baskınlığı ve batıl inançların hâkimiyeti gibi olgulardan beslenerek, doğaüstü güçlere tapan ya da bu güçlerin etkisi altına giren kişi ya da toplulukların bulunduğu bir ortama giren genelde şehirli, eğitimli ve şüpheci karakterlerin başından geçen olayları anlatıyordu. Curse of the Crimson Altar da bu furyaya dahil edilebilecek filmlerden biri. Şehirden Greymarsh gibi küçük bir kasabaya gelen Robert, burada seneler önce yaşamış (ve yakılarak öldürülmüş) cadı olduğuna inanılan bir kadının takipçisi ya da etkisi altındaki bir grup insanla mücadele ediyor. Film boyunca Robert’ın etrafındaki insanlara üstten bakma hali hep ön plana çıkartılıyor. Bu sayede filmin omurgası klasik taşra-şehir çatışması üzerine kuruluyor.

Curse of the Crimson Altar 001

Genelde çalışan bir omurga üzerine oturtulmasına rağmen Curse of the Crimson Altar‘ın fazlasıyla aksamasının en büyük sebeplerinden biri dağınık yapısı. Bir Lovecraft öyküsünün genel hatlarını alıp, sağını solunu türün öne çıkan yapımlarından ödünç aldıklarıyla doldurmaya çalışınca, ortaya bol yamalı bir bohçadan başka bir şey çıkmıyor. Tabii ki filmin en güvendiği unsur, çok az süre almalarına rağmen, Christopher Lee, Boris Karloff ve Barbara Steele gibi korku ikonları. Onları beraber izlemek elbette çok keyifli ama ağza çalınan bir parmak baldan fazla tat vermiyor ne yazık ki.

Robert’ın Craxted Lodge’un kapısından ilk kez geçtiğinde karşılaştığı parti sekansı ya da kasabaya ilk girdiği zaman kendisini kovalayan bir arabadan çığlıklar içinde kaçan yarı çıplak bir kızla karşılaştığı sekans, filmin ana konusuyla uzaktan yakından bir bağlantı kuramıyor belki ama ağzı açık bırakan akla zarar sahneler kategorisinde paha biçilmez bir seyir deneyimi sunuyor.

Velhasıl dönemin İngiliz korku filmlerine karşı özel bir ilginiz ya da zaafınız varsa Curse of the Crimson Altar‘a bir göz atmanızda fayda var.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

 

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Paradise Murdered (2007)

Paradise Murdered aklınızı başınızdan alacak bir başyapıt değil belki ama
blank

Şeytan Çıkarmanın Modası Geçmez: Incarnate (2016)

Şeytanın Oğlu bu haliyle bir seyret unut filminden ötesi değil