Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış ya hani… Peki o kırk kişi de deli olsaydı? Kaç kişi gerekecekti o taşı çıkarmaya?
İşte tam da o durumdayız. Kuyu aynı kuyu, taş aynı taş ama etrafındakiler artık delilikte yarışıyor. Biri “oyunculuk kutsal değildir” diye ortaya laf atıyor, diğeri “ben öğretmeni, doktoru oynarım ama onlar oyunculuk yapamaz” diye abukluyor. İyi o zaman, dişin ağrırsa dişçiyi oyna, kanal tedavisini de kendin yaparsın.
İşin aslı şu: “Oyunculuk kutsal değildir” diyen aslında günah çıkarıyor. Çünkü devletin dijital platformuna iş yaptığı için linç yiyeceğini biliyor. Lafı “biz de paramızdayız, kutsal iş yapmıyoruz”a getirip kendini temize çekmeye çalışıyor.
Gelelim oyunculuğun kutsal olup olmadığı sorusuna… Net cevabı baştan vereyim, dizi oyunculuğunun kutsanacak ya da kutsal sayılabilecek bir tarafı yok. Para için yapılan bir iş, sanat bile değil ama işin içinde hala çok yetenekli ve oyunculuk sanatına leke sürdürmeyecek bazı isimler var. Giderek azalıyorlar, ortalık fotoroman yıldızlarına kalacak.
Şimdi genel manada oyunculuğu ve kutsallığını deşelim.
Oyunculuğun kökeni tapınak taşlarıdır. Antik Yunan’da tiyatro bir eğlence değil, ibadetti. Oyuncular tanrılarla insanlar arasında aracıydı. Dionysos şenliklerinde maskelerini takar, tanrısal hikâyeleri canlandırır, izleyiciye “katharsis” yaşatırlardı. O yüzden ilk aktör Thespis, sahneye çıktığında sadece “oynamadı” — vahiy aldı. Yani oyunculuk başlangıçta kutsaldı. Ritüelin amacı tanrıyı hatırlatmak, insana kendi faniliğini göstermekteydi.
Hristiyanlık güç kazanınca tiyatro lanetlendi. Kilise, “hakikati taklit eden” her şeyi günah saydı; oyunculuk “şeytanın dili” oldu. Oyuncular şehir şehir dolaşan günahkâr sürüleri gibi görülüyordu. Bazılarının cenazeleri bile kutsanmazdı ama sonra kilise kendi hikâyelerini sahneletmeye başladı. İronik değil mi? Önce tiyatroyu lanetlediler, sonra İncil Tiyatrosu yaptılar.
Rönesans, insanı evrenin merkezine koydu. Oyuncu artık tanrının değil, insanın sözcüsüydü. Shakespeare’in sahnesi insan ruhunun laboratuvarıydı. “İnsan denen çelişki” kutsallaştırıldı. Oyuncular, krallar kadar etkili, filozoflar kadar saygındı.
Romantizm çağıyla birlikte oyunculuk bir tür dini vecde dönüştü. Sarah Bernhardt, Eleonora Duse gibi isimler için sahne bir tapınaktı. Oyuncu bir peygamberdi; sesi, tanrının ilhamıydı. Kutsallığın zirvesi işte o dönemdi. Ama o kutsallık, sahne ışıklarıyla birlikte şöhretin parıltısına karıştı. Ve tam orada ilk defa “sanatçı egosu” doğdu — yani kutsalın içini boşaltan modern hastalık.
Sonra işin içine teknoloji girdi. Sinemayla birlikte oyunculuk tanrısallığın yeni biçimini buldu. Chaplin, Brando, Monroe… artık sadece oyuncu değil, modern azizlerdi. Stanislavski, oyunculuğa ruh üfledi; “gerçek duygunun temsili” dedi. Metot oyunculuğu ise neredeyse bir tarikat gibi yayıldı: acı çek, ağla, dönüş, “doğru hisset.” Bu yüzyılda kutsallık, acıyla eşitlendi. Bir oyuncu ne kadar bedel öderse, o kadar “derin” sayıldı. Ama aynı yüzyıl, kutsallığın ticarete dönüşmesinin de başlangıcıydı. Hollywood yıldız sisteminde oyuncular artık tanrı değil, üründü. Kutsal, poster boyutuna küçülmüştü.
Ve sonunda geldik buraya: Her şey kayıt altında, herkes bir rol içinde. Artık oyunculukla influencerlık arasındaki çizgi yok. Oyunculuk, sosyal medyanın sürekli “performans hâli” içinde eridi. Artık kutsal olan “an” değil, algoritma. Her şey anlık, her şey tıklık. Bir zamanlar “ruhun aynası” olan sanat, bugün story filtresi. Ve oyuncu, tanrı değil, içerik üreticisi.
O yüzden biri “oyunculuk kutsal değildir” dediğinde, bu sadece bir fikir değil, bir toplumsal gerçekliktir. Çünkü artık hiçbir şey kutsal değil; ne emek, ne sanat, ne de fikir. Kutsalı öldüren şey ateizm değil, pazarlama.
Durkheim, toplumun kendini anlamlandırmak için kutsal ve sıradan alanlar yarattığını söyler. Kutsal, birleştirici bir değerdir ama modern toplum, her şeyi tüketime çevirdikçe kutsal alanı boşalttı. Artık her şey parayla ölçülebilir, izlenebilir, sayılabilir. Oyunculuk da bundan nasibini aldı.
Bourdieu’nun dediği gibi: “Sermaye her türde dönüştürülür — kültürel, ekonomik, sosyal.” Bugünün oyuncusu da bu üç sermayeyi aynı anda pazarlıyor. Yani “oyunculuk kutsal değildir” derken haklı ama eksik; çünkü hiçbir şey kutsal değil artık.