Bir film festivalinde olmak güzeldir. Salonlar doludur, şehrin insanları filmlerle, filmleri yapanlar o şehirle buluşur, ışıklar parlar, kırmızı halılar serilir. Fakat aklımı hep kemiren bir soru var: Ben bu festivalin neresindeyim?

Çünkü festivaller yalnızca filmlerden ibaret değildir. Yapımcılar, yönetmenler, oyuncular, jüriler, sinema yazarları, kısa filmciler, belgeselciler… Hepsi aynı atmosferi solur ama asla aynı havayı teneffüs etmez. Festival, konuklarını kollar ama dikkatle bakınca göze batan o çapak vardır: Bazı konuklar hep daha konuktur!

Yıllardır değişmeyen bir tablo bu. Jüri üyeleri ve yarışma filmlerinin ekipleri şehrin en iyi otellerine yerleştirilir. Sinema basını için daha ucuz oteller bulunur. Kısa filmciler ve belgeselciler? Onlara festivalin arka bahçesi, yani en kötü otel düşer. Bu görünmez kast sistemi, film dünyasının sahte eşitliğini suratımıza çarpar.

Son yıllarda işler daha da tuhaf bir hal aldı. Sinema basını artık en alt konuk muamelesi görüyor. Organizasyonlar neredeyse “çağırdığımıza şükredin” der gibi. Haklılık payları da yok değil: festivallere sadece görünmek için gelen, açılış-kapanış arasında ye-iç-gez yapan, ortalama bir tweet bile atamayan “eleştirmen” tipi giderek çoğaldı. Bu tembellik ve sahte varlık yüzünden gerçek eleştirmenler de aynı kefeye konuluyor.

Peki herkes mi aynı aşağıya çekiliyor? Tabii ki hayır. Bazı basın mensupları kişisel dostluklarını kullanarak bu değersizleştirmeyi bertaraf ediyor. Onlar, festivalin görünmez kulislerinde kendilerine yeni ayrıcalıklar açtırıyor. Bazen jüriler bile bu kişisel yakınlıklarla şekilleniyor.

Son katıldığım festivalde en çok dikkatimi çeken şey şuydu: YouTube’a içerik üretenler, kırk yıllık eleştirmenlerin önüne geçmişti. Evet, onlar daha görünür, daha çok tık alıyor olabilir ama “görünürlük” ile “eleştiri” arasındaki farkın festival yönetimlerinin gözünde silinmesi, bu işi meslek edinenlerin mezar taşını hazırlıyor. Eleştirmenin “filmle hesaplaşan” konumu, “festivalin PR aparatı”na dönüşüyor.

Bugün geldiğimiz noktada akreditasyon kartı, eleştirmenin kalemini susturmak için kullanılıyor. Şirin eleştiri makbul, sivri yazı kara listeye giriyor. Basının sesi kısılırken, festivaller birer tanıtım fuarına dönüşüyor.

Halbuki sinema eleştirisi tarihsel olarak festivalin vicdanıdır. Cannes’da André Bazin yazılarıyla festivali büyütürken, bizde Atilla Dorsay eleştirileriyle Altın Portakal’ın belleğini kurmuştu. Bugün ise bu belleğin yerini “vlog” aldı. Bir gün önce izlediği filmi, ertesi gün “Kardeşim çok iyi yaaa!” diye anlatan biri, organizatörün gözünde “önemli basın” statüsüne giriyor.

Tüm bunlar bana tek bir şeyi hatırlatıyor: Titanic. Gemide yer kalmadığında son filikaya binmek için birbirini ezen yolcular gibi, festival alanında da herkes daha iyi otel, daha iyi kart, daha iyi davetiye peşinde. Basının gücü, yazdığından değil, kiminle rakı masasına oturduğundan ölçülüyor.

Belki de sorunun cevabı şu: Festivalde benim yerim tam olarak “fazla konuk” kategorisinde ama en azından bunu fark ediyorum. Diğerleri hâlâ kırmızı halının göz kamaştırıcı ışıklarında, batmakta olan geminin salonunda vals yapmaya devam ediyor.

MTŞ

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusu ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı, "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanı ve "Agatha'da Cinayet" adlı tiyatro oyununun yazarıdır. Sinema yazılarına Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Drunken Master ve Fist of Fury Üzerinden Sosyal Koşullar

Bruce Lee’nin Fist of Fury’si (1972) tek bir karakter üzerinden
blank

Cin Filmlerinden Gına Geldi: El-İnsaf (2016)

Cin konusunun korku filmlerinde işlenmesine karşı değilim kesinlikle. Ama merak