Tayfun Pirselimoğlu, 90’ların sonunda Hiçbir Yerde ile başladığı sinema yolculuğunda hep “yerinden edilme” ve “yabancılaşma” temalarının etrafında dolaştı.
Saçta kanser hastası Berber Hamdi üzerinden varoluşun çürümüşlüğünü, Ben O Değilim’de kimlik takası üzerinden bireysel ve toplumsal yabancılaşmayı, Kerrde absürt bir cinayet tanıklığı üzerinden Kafkaesk bir kapanı anlattı. İdea, bu zincirin devamı; fakat devam derken aslında aynı çemberin tekrar tekrar kat edilmesinden söz ediyoruz.
Estetikle Kurulan Dünya: Sürekli Aynı Atmosfer
Pirselimoğlu’nun sineması hep atmosferle tanımlandı. Sisli sokaklar, karanlık odalar, gölgelerle örülü mekânlar… Bu estetik, ilk dönem filmlerinde güçlü bir taşıyıcı unsur iken, İdeada artık kendi üzerine kapanan bir döngüye dönüşmüş durumda. Dark City ya da Matrix estetiğinden ilhamlanan görsellik elbette etkileyici; fakat bu etki, hikâyeyi ilerleten değil, aksine hikâyenin boşluklarını saklayan bir işlev üstleniyor.
Burada sorulması gereken soru şu: Pirselimoğlu görselliğin ustası mı, yoksa görselliğin esiri mi? İdea’da ikincisi ağır basıyor.
Anlamın Erozyonu: “Asla Anlamama” Hali
Pirselimoğlu filmlerinde seyirciyi muğlak bir alana bırakmayı sever. Kerrdeki “çıkışsızlık” seyirciyi Kafka’nın dünyasına çekerken, İdea’da bu muğlaklık, izleyiciyi düşünmeye zorlamıyor, sadece yoruyor. “Asla anlamama” hali, Beckettvari bir absürditeye değil, anlamsızlıktan kaynaklı bir sıkışmaya işaret ediyor.
Örneğin Saç, ne kadar ağır aksa da, karakterin ölümüyle birlikte bir kapanış hissi yaratıyordu. Ben O Değilim ise kimlik kaymasıyla bireysel tragedya yaratmayı başarıyordu. İdeada ise seyirciye hiçbir kapanış, hiçbir çözülme sunulmuyor; sadece belirsizlik ve yorgunluk kalıyor.
Politik Konfor Alanı
Pirselimoğlu’nun sinemasında politik göndermeler her zaman dolaylıdır. Hiçbir Yerde 90’ların kayıp gençliğine bakarken bile bunu bireysel trajediler üzerinden yapmıştı. Kerr’deki absürt devlet mekanizması alegorisi, Türkiye’deki bürokratik paranoyayı işaret ediyordu. İdea ise aynı politik damar üzerinde duruyor ama güncel iktidar ilişkilerine doğrudan temas etmiyor. Yani “güvenli politik metaforlar” alanında kalıyor.
Bu durum, filmi güncel tartışmalardan koparıyor. Politik jest, “gölgelerle hesaplaşma” konforuna sıkışıyor ve bugünle bağ kuramıyor.
Oyunculukların Zayıflığı ve Yapısal Sorunlar
Pirselimoğlu filmlerinde oyunculuk genellikle kontrollü, mesafeli ve teatraldir. Bu yaklaşım bazı filmlerde atmosferi güçlendirir (Ben O Değilim örneğin). Ancak İdea’da zayıf oyunculuklar, hikâyenin kırılgan yapısını tamamen dağıtıyor. Uzadıkça açılmayan sahneler, karakterlerin ruhsuzluğu, filmi düşünsel bir deneyim olmaktan çıkarıp sabır testine dönüştürüyor.
Pirselimoğlu sineması bir zamanlar Türkiye’de “bağımsız sinema”nın en özgün damarlarından biriydi ama bugün geldiğimiz noktada, İdea ile birlikte, yönetmenin kendi gölgesini tekrar eden bir sinemaya dönüştüğünü görüyoruz. Bu, yalnızca Pirselimoğlu’na özgü bir durum değil; Nuri Bilge Ceylan’dan Reha Erdem’e kadar birçok yönetmende gördüğümüz bir “ustalık tuzağı”. Yıllar içinde sinemasını ilerletmek yerine kendi imzasının karikatürüne dönüşme riski.
İdea, Pirselimoğlu’nun filmografisinde yeni bir eşik değil, kapanmayan bir çemberin son halkası. Estetik olarak büyüleyici ama içerik olarak tükenmiş bir tekrar. Seyirciyi düşünsel olarak kışkırtmıyor, sadece görsel olarak oyalıyor.