Sessiz sinemanın altın çağında, Japonya’nın Jidaigeki (dönem filmleri) anlayışını kökünden değiştiren ve bugün bildiğimiz samuray sinemasının (Chanbara) DNA’sını yazan bir başyapıt var: Orochi (Yılan). 1925 yapımı bu eser, sadece kılıç şakırtılarından ibaret bir aksiyon filmi değil, feodal sisteme, sınıfsal adaletsizliğe ve kaderin cilvelerine karşı atılmış sessiz ama görsel olarak gürültülü bir çığlık.
Filmin arkasındaki yaratıcı zeka, yönetmen Buntarō Futagawa ve senarist Rokuhei Susukita ikilisinin vizyonunda saklı. Susukita, o döneme kadar Japon sinemasında hakim olan “efendisine sadık, kusursuz ve steril samuray” imajını yıkmak istemiş.
Susukita’nın kalemi ve Futagawa’nın rejisiyle ortaya çıkan Heisaburo Kuritomi karakteri, Akira Kurosawa’nın roninlerinden veya Sword of Doom’daki (1966) Ryunosuke’den on yıllar önce, anti-kahraman kavramının içini dolduruyor. Film, iyi niyetli olmasına rağmen toplum tarafından sürekli yanlış anlaşılan, dışlanan ve köşeye sıkıştırılan bir adamın trajedisini izletiyor. Bu yönüyle Orochi, politik bir alt metne sahip: Erdemli olmak, yozlaşmış bir toplumda hayatta kalmak için yeterli değildir.
Filmi sırtlayan ve onu bir efsaneye dönüştüren isim ise şüphesiz “Bantsuma” lakaplı Tsumasaburō Bandō. Kabuki tiyatrosunun ağır ve stilize oyunculuğundan sıyrılarak, perdeye “gerçek” bir öfke ve enerji getiren Bantsuma, Japon sinemasının ilk büyük aksiyon yıldızı.
Bando’nun performansı, karakterin içsel çöküşünü yüz ifadeleriyle, özellikle de o meşhur, delici bakışlarıyla anlatır. O, sadece kılıç sallayan bir savaşçı değil; haksızlığa uğradıkça ruhu kararan, onurunu korumaya çalışırken canavara (filmin ismindeki “Yılan” metaforuna) dönüşmeye zorlanan trajik bir figürdür.
Orochi’yi sinefiller için vazgeçilmez kılan asıl unsur, finaldeki o meşhur dövüş sekansı. Modern aksiyon sinemasının “tek kişilik ordu” (one man army) konseptinin atası sayılabilecek bu sahnede, Bantsuma etrafını saran onlarca düşmanla savaşır ancak buradaki koreografi, dönemdaşı Hollywood filmlerindeki (örneğin Douglas Fairbanks filmleri) gibi dansa benzeyen, zarif bir dövüş değildir. Futagawa, kamerayı dinamik kullanarak yorgunluğu, teri, umutsuzluğu ve kaosun kendisini kaydeder. Bantsuma’nın karakteri dövüştükçe yorulur, ayağı takılır, nefes nefese kalır, kılıcı körleşir ve saçları dağılır. Bu “gerçekçi yorgunluk”, aksiyon sinemasında devrim niteliğindedir. İzleyici, kahramanın sadece düşmanla değil, kendi fiziksel limitleriyle de savaştığını hisseder.
Sessiz sinemanın dramatik anlatım gücünü, samuray türünün kinetik enerjisiyle birleştiren Orochi, zamanın tozlu raflarında kaybolmayı reddeden bir kilometre taşı. Bugün izlediğimiz Yojimbo’lardan Kill Bill’e kadar uzanan o kanlı ve estetik yolun ilk taşlarını döşeyen bu film, sinema tarihi meraklıları için sadece bir nostalji değil, aynı zamanda zorunlu bir ders niteliğinde.