Biography: The Nine Lives of Ozzy Osbourne (2020)

İngiltere’nin Birmingham şehri, 2. Dünya Savaşı sırasında, Spitfire avcı uçaklarını üreten Castle Bromwich fabrikasına ev sahipliği ettiği için sık sık Alman hava akınlarına hedef olurdu. Çoğu kez de şehrin içine kadar sokulup uçaksavarlara hedef olmak istemeyen Alman bombardıman uçakları küçük bir hileye başvururdu: Bombalarını Birmingham kırsalına veya işçi evleriyle dolu banliyölerine boşaltıp geri dönerdi. Birmingham’ın Aston semtinde, her köşe başında 2. Dünya Savaşı’ndaki Alman bombardımanının marifetiyle yıkılmış ve henüz onarılmamış bir eve rastlayabilirdiniz. İşçi evleriyle dolu Aston’un bir köşesinde 1948 yılının aralık ayında dünyaya geldi John Michael Osbourne.

Takıntılı ve evhamlı bir çocuktu. Belli şeyleri yaparsa veya yapmazsa annesinin öleceğinden korkardı. Gece vardiyasından gelip yatan babasının bir daha uyanmayacağını sanırdı. John’un babası da annesi de tüm Aston gibi işçiydi, işçi kalmıştı ve muhtemelen işçi olarak ölecekti. John, iki katlı dar evinde 6 kardeşi ile birlikte büyüdü. Evin tuvaleti bile yoktu. Yatağın başındaki kovayı tuvalet olarak kullanıyorlardı. Görünüşe bakılırsa şaşaalı “Refah Devleti” döneminde bile işçi sınıfının durumu Engels’in 1845’te yazdığı İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu kitabındakinden pek farklı değildi.

John’a sonraki yıllarda disleksi ve hiperaktivite tanısı kondu. Dikkatini toplayamıyor ve iki satır yazıyı bile sıkılmadan okuyamıyordu. Başarısız bir öğrenci olarak öğretmenlerinin gözdesi(!) oldu. Okul arkadaşları arasında tuhaf, çatlak ve şaklaban birisi olarak tanınıyordu. Lakabı, soyadının bozulmuş hali olan Ozzy olarak kaldı. Bir süre sonra kendisi dahil kimse John Michael’ın kim olduğunu bile hatırlamaz oldu. Okul hayatı kendinden iri ve belalı çocuklardan dayak yiyerek, onlar tarafından aşağılanarak geçti. En sonunda kendinden irice bir kabadayıyı, şaklabanlığını kullanarak ahbap edinmeyi başardı ve hiç olmazsa dayak faslından kurtulmuş oldu. Anthony Frank Iommi Jr. veya nam-ı diğer Tony Iommi ile aynı okula gidiyordu. Bir üst sınıfa giden Iommi ise gitar çalmadaki başarısı ve yakışıklılığı ile popüler bir figürdü. Kabadayı geçinen Iommi, Ozzy’yi dövmeyen ender insanlardan biriydi. Biri okulun şaklabanı, diğeri ise popüler çocuğu olan iki öğrencinin derslerdeki başarısı aşağı yukarı aynıydı. Her ikisi de günün birinde okuldan atıldı. İkisinin yolu uzunca bir süre kesişmeyecekti.

blank

Ozzy’nin müziğe olan ilgisi ailede başladı. Cliff Richard ve Elvis dinleyerek büyüdü. Sonra The Beatles virüsünü kaptı ve bir daha kurtulamadı. Günün birinde şarkı söylemeye karar verdi. Ailesinin maddi durumu çok kötü olduğu için çeşitli yollardan para kazanmaya çalışıyordu ve tahmin edersiniz ki bu yollardan hiçbiri akıllıca ve yasal değildi. Mahalledeki bir giyim mağazasını iki üç kez soydu ve son seferinde parmak izi yüzünden yakayı ele vererek hapse girdi. Babası “Senin iyi bir derse ihtiyacın var” diyerek mahkemenin verdiği para cezasını ödememişti. Ozzy 6 hafta içerde yattı ve şansı yaver gittiği için mahkumlardan birisinin kız arkadaşı olmadan oradan çıkmayı başardı.

Hapishane günleri Ozzy’yi değiştirmişti. En azından oraya bir daha girmemesi gerektiğini öğrenmişti. Ozzy’nin cezasını ödemeyen babası oğlunun müziğe olan merakını  bildiği için 250 sterline, bir mikrofon, bir amfi ve 2 hoparlörden oluşan bir ses sistemi aldı. Beğendiği pop, blues ve rock şarkılarını çalışmaya başladı. Mahalledeki plak dükkanının ilan panosuna “Ozzy Zig kendine grup arıyor. Not: Kendi amfisi var” ilanını iliştirdi. Zig, hiçbir anlamı olmayan ve o an uydurduğu bir soyadıydı. Günün birinde evin kapısı çalındı. Gelen Terence Michael Joseph Butler isimli gençti. Günün koşullarına göre şık bir tarzda giyinmiş olan genç kendini “Geezer” olarak tanıttı. Muhasebecilik yapan, fantastik edebiyata ve okültizme ilgisi olan  ve çok okuyan Geezer o sıralar ritim gitar çalıyordu. Ozzy’yi Rare Breed isimli grubuna katılmaya davet etti. Denemeler ilk günlerde kötü gitse de Ozzy zamanla sahne korkusunu yenmeye başladı. Fakat grubun tamamı için aynı şeyleri söylemek mümkün değildi. Çalışmalar bir yere gitmiyordu. Ozzy sıkılmaya başladı. Geezer da muhasebe departmanında terfi almıştı. Rare Breed macerası bitti.

blank

Günün birinde Ozzy evde pineklerken kapıya iki kişi geldi. Biri davulcu William Thomas Ward diğeri de okuldan tanıdığı ve hayran olduğu gitarist Tony Iommi idi. Bill Ward’un “Ozzy Zig sen misin?” sorusuna “Evet” cevabını verince Iommi “Bu adamı tanıyorum. İsmi Ozzy Zig değil Ozzy Osbourne, moronun teki. Şarkı da söyleyemez” dedi. Ward’u arabaya götürmeye çalışsa da Ward Ozzy’yi denemekte ısrarlıydı. Iommi, Ozzy’nin kendi amfisinin olduğunu duyunca ikna oldu. Iommi ve Ward, Mythology isimli Carlisle’lı bir grupta çalıyordu ve epey  başarılı konserler veriyorlardı. Gruptan birileri uyuşturucu ile yakalanınca işler kesat gitmeye başlamış, Mythology’nin ipi çekilmişti. Ward ve Iommi de Birmingham’a geri dönmek zorunda kalmıştı.

Ozzy, Ward ve Iommi’nin sempatisini kazanmakta gecikmedi. Gitarist, davulcu ve vokalistin yanına bir de basçı alarak kare asını tamamlamaları gerekiyordu. Ozzy’nin tandığı bir basçı yoktu ama belki Geezer onlara yardımcı olabilirdi. Geezer bas çalabileceğini söyleyince onu da gruba aldılar. Bas gitar almak için parası yetmeyen Geezer, Telecaster’ının tellerini gevşeterek bass gibi çalmaya çalışacaktı. En sonunda bir bas almayı başaran Geezer enstrümana çok kolay adapte olup hızlı yol alırken gruba bir saksafoncu ve bir bottleneck gitarcı daha dahil ettiler. Grubun ismi ise Ozzy’nin annesinin kullandığı talk pudrasından geliyordu: Polka Tulk Blues Band! Bottleneck gitarist ve saksafoncudan memnun kalmadılar. Onları kırmadan gruptan atmanın yollarını arıyorlardı. En sonunda Polka Tulk’ı dağıtıp diğer iki kişiyi dışarıda bıraktıktan sonra Earth Blues Company’yi kurdular. Sonra da uzun olan isimlerini kısaltarak Earth yaptılar.

3-5 kişinin dinlediği konserlerde çaldılar ve barlarda sahne aldılar. Grubun tüm masraflarını Iommi’nin babası karşılıyordu. Günün birinde Jethro Tull konserinin yapılacağı binanın bitişiğinde, arabanın içinde beklerken bir şeyin ters gittiğini fark ettiler. Konser saati geçtiği halde müzik başlamamıştı. Dışarıda sinirli sinirli dolaşan bir takım elbiseli adam gördüler. Adamdan Jethro Tull’ın hala gelmediğini öğrendiler. Iommi adama Jethro Tull gelene  kadar sahneye çıkıp seyirciyi oyalayabileceklerini söyledi. Adam çaresiz bir şekilde razı oldu ve “Bunu yapabilirseniz benden bir yirmilik alırsınız” dedi. Sahneye çıkıp çalmaya başladılar. Seyirci onları sevmişti. Kendilerini kaptırmış bir şekilde bir süre çaldılar ve bir de baktılar ki Jethro Tull’ın vokalisti Ian Anderson, sahne kenarında dans ediyordu. Tull’ın aracı yolda bozulmuş ve yakınlarda yardım isteyebilecekleri bir yer veya telefon olmadığı için gelmeleri biraz uzun bir zaman almıştı.

Jethro Tull’ın aracının bozulması ve Tony Iommi’nin girişkenliği sayesinde talih onlara güldü. Henry’s Blues Club’ın sahibi ve yapımcı Jim Simpson, Earth’ün menajerliğini üstlendi. Fakat talih bazen iyi şeylerle beraber kötü şeyleri de getiriyordu. Iommi, Ian Anderson’ın dikkatini çekmişti. O sırada gitaristi ile yollarını ayırmış olan Jethro Tull yeni gitarist arayışındaydı. Anderson Iommi’ye seçmelere katılmasını istemiş ve Iommi’ye tam not vermişti. Earth için işler tam yoluna girmişken muhteşem gitarist Iommi’yi Jethro Tull’a kaptırmışlardı.

blank

Iommi, Rolling Stones Rock and Roll Circus konser filminde çaldıktan kısa bir süre sonra parasal nedenlerden dolayı Tull’dan ayrıldı. Tull’ın menajerinin Iommi’ye önerdiği ücret Earth ile birlikte herhangi bir barda çalarken aldığının bile altındaydı.

Iommi Earth’e geri döndü. Bu arada grubun ismi Mario Bava filmi olan Black Sabbath’a dönüştü. Sanılanın aksine grupta kimse Mario Bava, Boris Karloff veya korku filmi düşkünü değildi. İnsanların korkmak için para harcamasını aptalca bulduklarını söylüyorlardı. Ama birilerinin aklına “Madem insanlar korkmak için para harcıyor, biz de onları müzikle korkutalım” diye bir fikir geldi ve bu noktada Iommi blues nota dizisindeki  üç uğursuz notayı yani triton notaları keşfetti. Ürkünç ve muhteşem Sabbath klasiği Black Sabbath’ın açılış notaları böyle doğdu.

Menajerleri Jim Simpson ilk iş olarak onları bir Avrupa turnesine gönderdi. Danimarka’nın karlı taşra yollarında mahsur kaldıkları oldu. İngiltere’nin ruhsatsız bilmem ne kasabasında evlerin bahçelerinden sebze çalarak karın doyurdukları da… Hatta Beatles’ın Hamburg’ta sahneye çıktığı Star Club’da bile sahneye çıktılar ve artık son demlerini yaşayan kulübün üst katındaki berbat bir odada ikişer kişi aynı yatakta uyumak ve dahası beraber takıldıkları kızların çantasından para aşırmak zorunda da kaldılar.

Jim Simpson’ın Henry’s Blues Club günlerinde sadece sıkıntı çekmediler bir sürü meziyet de edindiler. Simpson’la çalıştıkları yıllarda jazz müziğe ısındılar. Henry’s Blues Club’da çeşitli müzisyenlerle yaptıkları doğaçlama çalışmaları (jam session) müzisyenliklerine olumlu olarak yansıdı. İlk iki albümün korkunç başarılı olmasında Henry’s Blues Club günlerinde edindikleri jazz sevgisinin büyük etkisi olacaktı.

Evil Woman ve Wicked World parçalarından oluşan ilk singlelarını 2 Şubat 1970’te kendileri ile aynı adı taşıyan ilk albümlerini de 13 Şubat 1970’te yayınladılar. Bugün bir klasik mertebesinde olan, yoğun blues sevgisiyle yoğrulmuş can yakıcı sololar içeren, dikkatlerden kaçmayan jazz etkileri barındıran ve öyle kestirmeden “heavy metal” deyip kurtulamayacağımız tuhaf, karanlık bir “ağır rock” soundunun üstüne oturan Black Sabbath albümü ilk başlarda ancak birkaç bin kopya satabildi ve pek iyi eleştiriler almadı. Yıl sonunda ise satış rakamı 1 milyonu bulacaktı. Bu albüm heavy metalin yanı sıra daha sonradan doom olarak adlandırılacak ekstrem metal türünün de temellerini atacaktı.

blank

İlk albümde kendileri için iyi tanıtım yapamadığını düşündükleri Jim Simpson ile yollarını ayırdılar. Jim Simpson indie işler yapan küçük bir organizatör olsa da onları önemli kişilerin dinlemesine aracı olmuştu. Ozzy, kitabında Simpson’a biraz haksızlık etmiş olabileceklerini kabul eder. Yeni menajer arayışına giren grup ilk önce Don Arden ile görüştü. Don Arden Ozzy’nin 1982’de evleneceği ikinci eşi olan Sharon Arden’in babası idi. Iommi hatıralarında Arden’in hal ve tavırlarından, koridorda, orda burda bekleyen silahlı adamlardan ürküp onunla sözleşme yapmaktan vazgeçtiklerini söyler. Bir tanıdıkları onları Patrick Meehan adlı menajer ile görüşmeye gönderdi. Meehan onları ikna etti ve menajerliği kaptı. Daha sonraları Meehan’ın Arden’in eski adamlarından biri olduğunu öğrenmeleri de kaderin bir başka cilvesi idi.

1970 yılı bitmeden 2. albümleri olan Paranoid’in kayıtlarını tamamladılar. Orijinali 6 parçadan oluşan bu albüm plak şirketi tarafından kısa bulununca albüme 2 parça daha eklediler. Birisi, Henry’s Blues Club günlerinden yadigar doğaçlama jazz etkileri içeren Rat Salad ve diğeri de 25 dakikada yazılıp şahane bir solo ile süslenen Paranoid idi. Albüm hem Avrupa’da hem de Amerika’da büyük başarı kazandı. Amerika listelerinde 1 numaraya İngiltere listelerinde 4 numaraya kadar çıktı. Albümde Ward, Louis Belson, Art Blakey, Buddy Rich ve Gene Krupa gibi agresif stilli jazz davulcularını hatırlatan bir şekilde tomları ile ritmlerin etrafında dolaşırken Gezeer aynı serbestlikle, melodinin kenarını bas gitarıyla dantel dantel süslüyordu. Bu albümde Iommi’nin soloları biraz durulmuş gibi gözükürken bulduğu akılda kalıcı ve karşı konulmaz rifflerle bu açığı kapatıyordu. Ozzy ise ilk albümdeki gibi, ana melodinin çok dışına çıkmadan, işini layıkıyla yapıyordu. Çok özel bir ses olmasa da Ozzy’nin sesi Sabbath’ın karanlık soundunu kusursuz bir şekilde tamamlıyordu.

1971 yılında grup üyeleri turneler yüzünden, parça yazıp prova yapmak için kendine ne kadar az zaman ayırabildiğini fark etti. Üçüncü albüm olan Master Of Reality’nin kayıtlarını yoğun içki ve uyuşturucu etkisi altında tamamladılar. Albümün ilk parçası olan Sweat Leaf “ot” için yazılmıştı ve parçanın introsunda Iommi’nin(*) tekrar eden sarma sigara öksürükleri vardı. Albüm teknik açıdan ilk iki albümle aynıydı. Ama iki noktada da farklılaşıyordu: Birincisi ilk iki albümdeki jazz etkileri bu albümde hissedilir oranda azalmıştı. İkincisi Iommi, kopuk parmak uçlarının işini kolaylaştırabilmek için gevşek bir şekilde kullanabileceği daha hafif ama kalın gitar telleri bulmuştu. Telleri gevşetmek, gitarı pes akort etmekti ki artık bu albümde akortları standart E (Mi) değil C# (Do Diyez) olarak ayarlanmış ve bas gitar da buna uymak için akordunu 3 perde pese kaydırmıştı. Sonuçta eskilerden Blue Cheer veya bugünkü doom, sludge ve death gruplarınınkine benzer kallavi bir ton elde etmişlerdi. Albümü benzersiz yapan da buydu. Her albümün sertliğini kendi zamanında değerlendirip kendi dönemindeki benzerleri ile kıyaslamak lazımdır. Bu bakış açısı ile bakılırsa hiç tartışma yok ki Master of Reality bugün hala tüm zamanların en sert albümüdür. Albümdeki Lord of This World, Children of the Grave ve Into the Void, çok zamansız, çok beklenmedik ve çok sert hitlerdi. Into the Void ve Children of the Grave’de embriyo halinde thrash metal bile görmek mümkündü.

1971 yılında Ozzy hayatını Thelma Riley ile birleştirerek ilk evliliğini yaptı. 1972’ye doğru yol alırken grup üyeleri ile birlikte Ozzy’nin alkol ve uyuşturucu kullanımı çığırından çıkıyordu. Master of Reality’nin kayıtlarında yoğun şekilde uyuşturucu ve içki kullanıyorlar demiştik ama 4. albüm olan Vol. 4’un kayıtlarında resmen alkol ve uyuşturucu denizinde yüzüyorlardı. Albümdeki Snowblind kokain için yazılmış bir parçaydı. “My eyes are blind but I can see/ The snow flakes glisten on the trees/ The sun no longer sets me free/ I feel the snowflakes freezing me” ne güzel bir nakarat, Snowblind ne muhteşem bir parça fakat bunun uyuşturucu için yazılmış olması ne tuhaf bir duyguydu. Yeni albümde müziksel çeşitlilik Master of Reality’ye göre daha fazlaydı. Her şeyden önce bu albümde Changes gibi hiç alışık olmadığımız bir parça vardı ama Sabbath dinleyicisi bu parçayı da çok sevdi. Albümün geri kalanı Supernaut, St. Vitus Dance, Cornucopia ve Under the Sun gibi sert, efsanevi ve alışılmış Sabbath hitlerinden oluşuyordu. Bu albüm de çok başarılı oldu.

1973 yılında 5. albümlerinin kayıtları için Los Angeles Bel Air’deki villada çalışmalara başladılar. Ama geçen onca zamana rağmen aşırı uyuşturucu kullanımı ve grup içi eşek şakaları yüzünden henüz bir nota bile yazamamışlardı. Riff makinesi diye ünlenen Iommi bile riff yazma konusunda sıkıntılar yaşıyordu. Bu tıkanıklığı aşmak için ilk önce Bel Air’deki pahalı villayı terk edip Galler sınırında bir şatoya yerleştiler. Eşek şakaları şatonun ürkünç atmosferinde daha şiddetli bir şekilde devam etti. (Bu devre ile ilgili, yalnızca küçük bir kısmı grup üyelerince doğrulanmış paranormal olaylarla ilgili bir sürü söylenti ortaya atılsa da grup üyelerinin aşırı alkol ve uyuşturucu kullanımının da hesaba katılması gerektiğini düşünerek bu söylentilere çok kulak asılmaması gerektiğini düşünüyorum.) Bir gün Iommi, Hollandalı rock grubu Golden Earring’den bir parça dinledi ve şatonun mahzenine inerek Sabbath Bloody Sabbath’ın giriş riffini yazdı ve arkası çorap söküğü gibi geldi. Tıkanıklık aşılmıştı.

Parçaların yazımının tamamlanmasından sonra kayıt için stüdyoya girdiler. Yeni albümü için kayda girmiş olan bir başka grup olan YES ile aynı stüdyoyu paylaşıyorlardı. YES üyeleri biraz bohem takılsa da artık gruptan kopmak üzere klavyeci Rick Wakeman, Black Sabbath üyeleri ile iyi arkadaş oldu ve sonuçta Sabbath Bloody Sabbath adını alacak 5. albümün klavye partisyonlarının çoğunu 2,5 litre viski karşılığında Wakeman çaldı. Sabbath Bloody Sabbath albümü grubun o güne kadarki en deneysel albümü idi. Hem Sabbath Bloody Sabbath, A National Acrobat ve Killing Yourself to Live gibi sert Sabbath klasiklerine hem de Who Are You? gibi sadece vokal ve klavye içeren deneysel şarkılara ev sahipliği eden albümde Spiral Architect gibi taptaze, mükemmel ve benzersiz şarkılar da vardı. Beşinci albüm de iyi sattı. Lakin artık Sabbath için zor günler başlamak üzereydi. Grup üyeleri birlikte zaman geçirmez olmuştu. Ozzy’nin Iommi ve Geezer’la arası bozuldu. Kardeş bildiği Bill Ward’la da nadiren görüşür olmuştu. Menajer Meehan ise artık her istediklerini yerine getirme konusunda zorluk çıkarıyordu.

Günün birinde çıkardıkları tüm albümlere ait telif haklarının onayları olmadan başka bir şirkete satıldığını öğrendiler. Hatta yayınlanmamış bazı konser kayıtları bile bu satışa dahil edilmişti. Patrick Meehan’ın grup üyelerine verdiği çekler karşılıksız çıkıyordu. Meehan’a bankada ne kadar para olduğunu sorduklarında aldıkları cevap “sıfır” idi. Her seferinde bazı vergi ödemelerini, cezaları bahane ederek onlara hesaplarının tam takır kuru bakır olduğunu söylüyordu Meehan. En sonunda Meehan’ın ipini çekmeye karar verdiler. Vergi, organizasyon ve kanuni diğer işlerin takibini Geezer ve Iommi üstlendi. Bir süre böyle devam etseler de kazandıkları bütün paranın vergi borçlarına ve avukatlık ücretlerine gittiğini fark etmeleri uzun sürmedi.

blank

1975 yılında piyasaya sürülen 6. albüm, Patrick Meehan’ın attığı kazığa atfen Sabotage olarak adlandırılırken albüm kapağı grubun içinde olduğu karmaşayı ortaya seriyordu: Geezer en şık haliyle en sola, karısının taytını giyerek fotoğraf çekimine zor yetişen Ward ve kadın elbisesi giymiş Ozzy en sağa geçmiş ve Iommi “Ben bu heriflerle ne yapacağım?” der gibi ortaya bir yerlere düşünceli bir biçimde bağdaş kurmuştu. Kimi yorumcular Sabbath’ın klasik devresini Sabbath Bloody Sabbath ile sonlandırsa da bence Sabotage son klasik Sabbath albümüdür. Hole In the Wall ve Megalomania sıkı Sabbath parçalarıdır. Symptom of The Universe susturmalı (palm muted) power akorları ve frigyan modundaki melodileri ile ete kemiğe bürünmüş bilinçsiz bir thrash metal denemesidir. Supertzar konserlerde eşlik etme hissi uyandıran koro bölümleriyle bir senfonik rock hitidir.

Grup 6. albümden sonra değişik arayışlara girişti. Sabbath’ın kariyerinin başından beri işleyen “Iommi riffleri yazar, Ozzy riff ve melodileri birbirine bağlar, Geezer şarkı sözlerini üstüne ekler” formülü artık işlemiyordu. Iommi’nin üstündeki yük gittikçe artıyordu. Son albümde yapımcılık işini de fiilen üstüne almıştı. Sabbath’ın kendi kaynakları yeni parçalar yazmak için ilham vermiyordu. Iommi, Queen ve Foreigner gibi müzik yapmaktan yanaydı. Ozzy kendini gruba ait değilmiş gibi hissetmeye başlamıştı. Aklına solo albüm yapma fikri geldi. Fakat bu konuda bir girişimde bulunmadı. Fikrini Iommi’ye açtığında “Yazdığın parçaları önce gruba vermelisin” cevabını aldı. Ozzy’nin yazdığı ve yeni albüm için önerdiği parçalar ise çoğunlukla “işe yaramaz” diye Iommi tarafından reddedilecekti.

7. albüm olan Technical Ecstasy 1976 yılında yayınlandı. Oldukça deneysel olarak nitelendirilen albüm ilk 6 albüm gibi ilgi görmedi. Bana sorulursa albüme deneysel demek hak etmediği bir payeyi zorla vermek gibi bir şey. Çok harcıalem, eski abümlere kıyasla “mutlu” ve vasat bir albümdü. Kötü değildi, sololar gene muhteşemdi ama Sabbath’ın klasik dönemi için düzenlenen bir cenaze töreni gibiydi. Albümden hatırlamak istediğim tek parça All Moving Parts idi.

1978 yılında 8. albümleri olan Never Say Die’ın kayıtları için stüdyoya girdiler ama Ozzy kayıtların yarısında grubu terk etti. Bir süre sonra Ozzy’nin babası kanserden öldü. Bu ayrılık döneminde grup Dave Walker ile çalıştı ama bir süre sonra Iommi, Bill Ward aracılığı ile Ozzy’yi gruba geri çağırdı ve kayıtlar tamamlandı. Bu arada bence Technical Ecstasy’ye göre daha sevilesi bir albüm olan fakat gene de vasatı aşamayan Never Say Die, Sabbath’ın gördüğü en düşük satış rakamını yakalayarak listelerde çakıldı. Grubun yaşamakta olduğu mali problemler derinleşti. En sonunda Don Arden ile menajerlik sözleşmesi imzaladılar. Arden ile anlaşmak onları düzlüğe çıkartan bir hamle olmuştu. Tabi ki Ozzy’nin kötü giden evliliğinden kaçarak Arden’in kızı Sharon ile yakınlaşmaya başladığı gözlerden kaçmıyordu. Fakat Ozzy, babasının ölümünden sonra dengeyi tamamen kaybetmişti. Artık çok mantıklı şeyler yapmıyordu. Bir röportajda Sabbath üyelerine verip veriştirmişti. Bardağı taşıran son damla zil zurna sarhoş olan Ozzy’nin sızıp kalarak bir konseri kaçırması oldu. Bu sefer kesin bir şekilde Sabbath’tan  şutlanacaktı.

blank

Ozzy sıfırı tükettiğini anladı. Artık Arden’in kendisiyle çalışmayacağını düşünürken Arden, kızı Sharon aracılığı ile Ozzy’yle bir sözleşme yaptı. Sharon, Ozzy’yi Randy Rhoads ile tanıştırdı. Böylece Ozzy’nin solo projesinin temelleri atıldı. İnanılmaz bir gitarist olan Rhoads ile çalışmak Ozzy’ye resmen can  suyu oldu. Don Airey, Bob Daisley ve Lee Kerslake de gruba katıldı ve 1980 yılında Ozzy’nin ilk solo albümü olan Blizzard of Ozz çıktı. Albüm çok başarılı olurken bu başarıda muhteşem gitarist Rhoads’un payı büyüktü.

Aynı kadro 1981 yılında Diary of a Mad Man’i yayınladı. Ozzy’nin solo kariyeri inanılmaz bir başarıya dönüşürken 1982’deki Amerika turnesi büyük bir trajediye sahne oldu. Orlando, Knoxville’de mola veren tur otobüsünün şoförü, kafası iyiyken yakınlardaki havaalanından bir uçak kiraladı. Pilotluk lisansı bir süre önce elinden alınmış olan şoför önce Don Airey ve tur menajeri Jake Duncan ile bir tur attıktan sonra ikinci turda yanına Randy Rhoads ve tur ekibinden Rachel Youngblood’ı almış ve tur otobüsünü sıyırarak yakınlardaki bir çiftlik evine çakılmıştı. Görgü tanıkları uçağın 2 veya 3 defa otobüse doğru pike yaptığını söylüyordu. Söylentiler şoförün, tur ekibinde olan eski eşini otobüsün yanında gördüğü ve onu öldürmek için pike yaptığı yönündeydi. Tur otobüsünde kafası iyi bir şekilde uyumakta olan Ozzy ve Sharon olayın etkisinden uzun yıllar kurtulamayacaktı. Nadiren içki içen, uyuşturucu kullanmayan ve sakin kişiliği ile tanınan Rhoads’un o uçağa binmiş olması akıl almaz bir şeydi. Ozzy o gece sızmamış olsa (hangi gece sızmıyordu o da ayrı konu!) çakılan uçakta kendinin de olabileceğini söyler.

blank

Rhoads’un ölümü bütün dengeleri alt üst ederken Ozzy’nin alkol ve uyuşturucu sorunu bir kere daha kötüleşmeye başladı. Bu kazanın tek hayırlı tarafı Sharon’ın uyuşturucuyu bırakması ve alkol kullanımına bir sınır getirmesi oldu. Çünkü Ozzy’nin alkol ve madde kullanımı had safhada olduğundan bu ilişkide bir kişinin ayık olması gerekliydi. 1982 yılında eşi Thelma ile anlaşarak boşanan Ozzy, Temmuz ayı başlarında Sharon ile evlendi.

Bark at the Moon albümü 1983’te yayınlandı. Bu albümde gitara Jake E. Lee geçmişti. Ozzy sonraki albümlerde Zakk Wylde, Jerry Cantrell, Gus G., Andrew Watt gibi gitaristlerle çalıştı. 1980’li yılların ortasında tepe noktasına ulaşan solo kariyeri 90’lı yıllara doğru inişe geçmeye başladı.

1991 yılında çıkardığı No More Tears son iyi albümü oldu. Ozzy’nin 1979 ayrılığı eski grubu Black Sabbath ile ilişkilerine gelince; ayrılıktan sonra ilk bir araya gelip sahneye çıkmaları 1985 yılında Live Aid konseri vesilesiyle oldu. Ozzy bir rock süperstarı, Sabbath ise popülaritesini kaybetmiş bir gruptu artık. Ozzy gruptan atılmış olmanın kiniyle, grup da Ozzy’nin gölgesinde kalmanın ezikliğiyle bu konseri tamamladı. Uzun süre bir araya gelmediler. 1992 yılında Sabbath’ın Dio’nun vokalde olduğu Dehumanizer albümünü çıkarmasının ardından Ozzy’nin gruba yeniden dahil olması gündeme geldi. Bu ise zaten grup içindeki anlaşmazlıklar yüzünden canı sıkkın olan Dio’nun gücenmesine ve Sabbath ile yollarını bir defa daha ayırmasına neden oldu. Ozzy ise Sabbath’a geri gelmedi.

1997 yılında “eskimiş bir rock star olarak” Lollapalooza festivaline kabul edilmeyen Ozzy kendi festivalini düzenlemeye karar verdi ve Ozzfest kapsamında Sabbath’ın orijinal kadrosu yeniden bir araya geldi, Reunion adlı albümü yaptı. Konser kayılarının yanı sıra yeni kaydedilmiş 2 parça içeren albüm, grubu bir arada tutamadı. Bill Ward’un kalp krizi geçirmesi ve grup içi eşek şakalarının yeniden başlaması ile bu birliktelik son buldu. 2013 yılında Rick Rubin’in prodüktörlüğünde bu sefer yeni bir albüm çıkarmak üzere bir araya geldiler. Bill Ward artık iyi çalamadığı için kadroda yoktu ve davula eski Rage Against The Machine üyesi Brad Wilk geçmişti. Tamamı yeni parçalardan oluşan 13 albümü 2013 yılında yayınlandı. Master of Reality ve Vol. 4 soundunu yakalamaya çalışan albüm ilgi görse de bence zayıf kaldı. Orijinal kadronun son bir araya gelişi ise 5 Temmuz 2025’te Back To The Beginning konseri ile Birmingham’da oldu. Bunun dışında Ozzy ve ailesi 2002-2005 yılları arasında MTV’de The Osbournes adlı reality şovunu yaptı. Gene bu şovun çekimleri sırasında ATV’den düşen Ozzy ölüm tehlikesi atlatarak ciddi şekilde yaralandı. 2003 yılında Ozzy’ye Parkinson teşhisi kondu ve Ozzy bu noktadan sonra bir daha eskisi gibi olamadı, hızla çöktü. Hem Sabbath’ın hem de artık çok hasta olan Ozzy’nin veda konseri olarak planlanan Back to The Beginning adlı devasa konserden 17 gün sonra 22 Temmuz’da hayata gözlerini yumdu.

blank

Ozzy’nin hayatı boyunca istikrarlı olabildiği tek şey, bir kımıl zararlısı gibi rutine bağladığı çılgınlıklar ve haşarılıklardı. Aslında Black Sabbath yıllarında da Ozzy içki ve uyuşturucu sorunu yaşayan bir kişi olsa da solo kariyerinde yaptığı çılgınlıklar her şeyi gölgede bıraktı. Güvercinin kafasını ısırarak koparmak, konserde oyuncak sanıp bir yarasayı ısırmak, Sharon’ın boğazına sarılıp cinayete teşebbüsten karakolluk olmak, yeni aldığı çiftlik evinin hasır otundan yapılma çatısını ateşe vermek, Zakk Wylde ile birlikte otel odasının penceresinden aşağı televizyon atmak, polis arabasına, Alamo Kalesi duvarına ve CBS yetkilisinin şarap kadehine işemek sadece en bilinen vukuatları.

Bütün bu vukuatları “Rock’n’Roll böyle bir şey” diyerek Rock’n’Roll’a mal etmek oldukça yaygın bir tavır. Fakat ben hurafeleri sorgusuz sualsiz kabul etmekten yana değilim. Olgulara analitik olarak bakılması taraftarıyım. Olayın dört katmanını görmek bizi bir yerlere götürebilir.

  1. ”Rock’n’Roll böyle bir şey” ama Ozzy de “böyle bir kişi”. Kafasındakini direkt olarak söyleyen biraz muzip, biraz dengesiz ve alışkanlıklarında aşırıya kaçmaya meyilli birisi. Ama özünde iyi kalpli, biz demiyoruz, grup arkadaşı Iommi diyor. 2012 yılında Iommi’ye lenfoma teşhisi konulduğunda Ozzy hastaneye geliyor. Biraz muhabbetten sonra “Dur sana bir kahve alayım” deyip gidiyor. 2 saat sonra elinde kahve olmadan geliyor. İçinde bir kötülük yok. Muhtemelen böyle bir şey dediğini bile hatırlamıyor. Iommi gülerek ekliyor “Ozzy böyle birisi işte”.
  2. Ozzy, söz konusu çılgınlık yapmak olduğu zaman kolay yönlendirilebilen bir kişi. Sabbath zamanında bile diğer grup üyeleri kendi yapmak istemedikleri muziplikleri Ozzy’ye yaptırırmış. Mesela elinde ağır bir yükle gelen bir kişiye olmadık bir adresi sordurup eğlenirlermiş. Ozzy, grup içinde bir yere sahip olmak için bunları seve seve yaparmış. Herkesi eğlendirirmiş, kendi de çok eğlenirmiş.
  3. Rock’n’Roll “müzik, seks, içki ve madde kullanımı”ndan ibaret değildir. Rock’n’Roll öncelikle bir sınıf öfkesi, gençlik isyanı ve müzik endüstrisine meydan okumadır. Başından bu yana böyledir. Rock’n’Roll, beat, hard rock, heavy metal, punk hep bu üç duyguyla başlar. Örneğin Black Sabbath, Sex Pistols’ın No Future For You’sundan 4 yıl önce No More Tomorrow demiştir. Ama  bu üç duyguyu yok eden hep müzik endüstrisi olmuştur. Ne yazık ki Rock’n’Roll müzik endüstrisinin limuzin filolarını görünce afallar, beş yıldızlı otellerdeki orgy seanslarında kendinden geçer, alkol ve uyuşturucu denizinde boğulup havalı gözlük ve yaldızlı elbiselerin altında çürür. Rock’n’Roll yıldızları daha büyük maddi imkanlara kavuştukça Rock’n’Roll’dan daha çok uzaklaşır ama maddi imkanları sayesinde daha büyük çılgınlıklar yapar.
  4. Müzik ve celebrity medyasının “Rock’n’Roll Çılgınlıkları”nı pohpohlama konusundaki payı hiç yabana atılacak gibi değil. Bu da Ozzy gibi yönlendirilebilir bir kişilik için ciddi sorun oluşturabilir. Ozzy’nin solo kariyeri boyunca yaptığı çılgınlıkların tüm müzik hayatını  gölgede bıraktığını söylemiştim. Mesela güvercin ısırma olayını ele alalım. Savunulacak bir şey değil. Fakat birkaç ay sonra falan müzik dergisinde Ozzy’nin oyuncak bir güvercini ısırırken fotoğrafı yayınlanıyor. Yarasa olayına bakalım. Birkaç ay sonra filanca dergisinde ağzında kanlı bir yarasa oyuncağı tutan Ozzy’nin fotoğrafını görüyorsunuz. Sharon’ın boğazına sarılma mevzusuna gelelim. Gene medyada gülerek Sharon’ın boğazını sıkar gibi yaptığı resimler mevcut. Olayın evveliyatını bilmesek “Ozzy işte… Gene yapmış bir çılgınlık” der güler geçeriz ama maalesef ne olduğundan haberdarız!  Bu olayın, kurgu bir mizansenle de olsa yeniden üretilip fotoğraflanması, olaylarının arka planını bilince komik olmaktan çıkıyor, ürpertici hale geliyor. Bu, Ozzy’ye bir nevi “sen doğru yoldasın” mesajı vermek ve yanlış davranışı ödüllendirmek değil mi? Ozzy bu tür davranışlardan sonra medyanın bu üstü örtülü pohpohlamasından sonra daha fenasını yapabilme motivasyonunu kendinde buldu.

Biography: The Nine Lives of Ozzy Osbourne

Öncelikle belirteyim bu ne uzun isim? Şu belgesele sığdırmak istediğiniz her şey için “Ozzy” ismi yeter de artardı bile. Belgeseli Greg Johnston yönetmiş ve metni de Christina Keating yazmış. The Nine Lives of Ozzy Osbourne belgeselinde amaçlanan şeyin düz ve kronolojik bir Ozzy hikayesi anlatmak olduğu su götürmez. Ama koskoca Ozzy’yi 86 dakikalık bir akışa sığdırmak istiyorsanız onun hayatından en doğru kesitleri aktarmanız lazım. Belgeselde bu açıdan biraz aceleci ve beceriksizce davranıldığını söylemek için yeterince sebebimiz var.

blank

Ozzy’nin hikayesinin Sabbath devresine ait olan bölümü oldukça üstünkörü geçilmiş. Daha önce, Rock’n’Roll’un üç şeyden doğduğunu söylemiştik: Sınıf öfkesi, gençlik isyanı ve müzik endüstrisine isyan. Bu üç öğeden ilk ikisine biraz yüzeysel bir şekilde değinilirken -ki burada sınıf olgusunu hatırlatan Rob Zombie’ye teşekkür etmemiz gerek- müzik endüstrisine isyan kısmına hiç dokunulmamış. Black Sabbath’ın müziğinin pop müziğine olduğu kadar tuzu kuruların ve orta ve orta üst sınıfın rafine zevki olarak görülen progresif rock’a karşı da bir isyan olduğu hiçbir şekilde belirtilmemiş. Halbuki Ozzy bu olguyu kendi kitabında oldukça isabetli bir şekilde anlatıyor. Atlanan bu öge hem klasik Rock’n’Roll, hem beat, hem hard rock ve metal’in hem de punk’ın doğuşunda çok önemli bir etkendi. Bir öze ve basitliğe dönüş çağrısı idi. Rock’n’Roll Amerika’da, 2. Dünya Savaşı sonrasında kitlelere pompalanan mutlu ve romantik müziğe tepki olarak doğdu. Beat ise bu mutlu müziğin okyanusun karşısındaki muadiline tepkiydi. Black Sabbath ve çağdaşlarının sert müziği ise pop müziğinin yanı sıra gitgide karmaşıklaşan ve stüdyo üretimi pahalı bir müzik haline gelen progresif rock’a tepkiydi. Punk ise kendini limuzinlerde, lüks otellerde ve ışıltılı hayatlarda kaybeden rock süperstarlarına veryansın ediyordu.

Belgeselin bir kronolojik Ozzy portresi çizmesine ek olarak bir başka çabası daha var; bir Sharon portresi çizmek. Sharon çok güçlü ve kararlı bir kişilik. Sharon’ın Ozzy’nin hayatına girmesinin Ozyy’nin hayatını 35-40 yıl uzattığını söylemek hiç de abartılı olmaz. Fakat burada rahatsız edici bir tezatlık seziliyor. Örneğin röportajın ortasında “İşemem lazım” diye kalkıp gidebilen Ozzy gibi bir kişiliğe karşı, söyleyeceği her cümleye, sergileyeceği her yüz ifadesine ve söyleyeceği her sözün tonlamasına oldukça iyi çalışmış gibi görünen ve tabiri caizse diline kıl dolaşmayan bir Sharon imgesi yaratma çabası beni biraz rahatsız etti. Sharon konusunda beni rahatsız eden ikinci şey ise onun bazı detayları değiştirerek anlatması. Örneğin babası Don Arden hakkında “Müzik endüstrisinin efsane menajerlerinden biriydi” diyor. Ama Ozzy Osbourne’un yazdığı Ben Ozzy ve Tony Iommi’nin yazdığı Iron Man kitabında anlatılanların yarısı doğruysa Sharon’ın yaptığı işe “tahrif etmek”ten daha uygun bir ad vermenin imkanı yok. Don Arden’in kızına bile kazık atmaktan çekinmeyen bir kişi olduğunu söylemekle yetineceğim. Sharon’ın babası hakkında kötü söz söylemek istememesi anlaşılır bir şey ama eğer Arden konusunu kötü söz etmeden geçmek istiyorsa, bu konuyu hiç açmamak daha hakkaniyetli bir tavır olabilirdi.

blank

Daha edilecek bir sürü söz var. Konukların seçiminden belgeselde kullanılan animasyonlara kadar bir sürü falso ile dolu bir belgeselden bahsediyoruz. Çok kabataslak, çabucak tüketilip iz bırakmayan çıtır çerez tarzı bir seyirlik… Ozzy’nin Ben Ozzy ve Iommi’nin Iron Man kitaplarını okuduysanız zaten bu belgeselin size bilgi ve sinematografi açısından verebileceği hiçbir şey yok.

Aslında Black Sabbath’ı ve Ozzy’yi anlatmak istiyormuşum da belgeseli bahane etmişim gibi oldu. Yazdığım 9 sayfadan sadece 1 sayfası belgesele dair çünkü. Belgesele sığmamış Ozzy, orası çok bariz. 9 sayfaya da sığdıramadım bu dünyanın en acayip deli-dahisini ya da sarhoş-ermişini. Yalan yok, Sabbath dönemindeki karanlık Ozzy’yi solo dönemine göre daha çok sevmiştim. Aslında çok mükemmel bir sesi, bulunmaz bir yeteneği yoktu. Sabbath’a sonradan dahil olan Ronnie James Dio, Ian Gillan, Glenn Hughes ve Tony Martin gibi vokalistler tartışmasız ondan daha iyi bir sese ve yeteneğe sahip olsa da nedense Ozzy’nin yerini dolduramadı. Ozzy’nin vokali, müziğin ana melodisinden başka bir melodi taşımazdı, sesi bazen iki taş arasında kalmış gibi çıkardı ama gırtlağındaki blues etkisi Iommi’nin gitarındaki blues etkisiyle çok iyi uyuşurdu. Bu yüzden müzikteki etkisi büyük oldu. Bobby Liebling (Pentagram) gibi vokalistler onu doğrudan taklit ederken Messiah Marcolin (Candlemass), Eric Wagner (Trouble) ve Philip Anselmo Hansen (Pantera, Down, Superjoint Ritual) gibi vokalistlerin sesinde ondan etkiler görmek hiç de zor olmadı. Ozzy hem Sabbath’tayken hem de solo kariyerinde türünün tek örneği idi. Rahat uyusun falan diyeceğimizi sanıyorsanız size koca bir “pışşık” fırlatmayı bir borç bilirim. Çünkü No Rest For The Wicked efendim!

blank

(*)Açılıştaki öksürükler aklımda nedense Ozzy’nin öksürükleri olarak kalmış. Ama aslında Iommi’ye ait olduğunu hatırlatan Murat Kızılca’ya teşekkürler.

Yararlanılan Kaynaklar

  • Ben Ozzy, Ozzy Osbourne, Pegasus Yayınları.
  • Iron Man: My Journey Through Heaven & Hell With Black Sabbath, Tony Iommi, Simon & Schuster Publishing.
blank

S. Özgür Ilgın

1977 Yılında Aydın'da doğdu. Üniversitede bir elin parmakları kadar üyesi olan Felsefe Topluluğunun çıkardığı, iki elin parmakları kadar “tirajı” olan Yitik adlı fotokopi fanzinde öykü ve albüm tanıtımları yazdı.

Blues, Heavy/Rock, Doom, Thrash, Death, Jazz ve Proggressive müziğe bayılıyor. Sergio Leone'yi David Lynch'i, Stanley Kubrick'i, Metin Erksan'ı, Ertem Eğilmez'i, Nuri Bilge Ceylan'ı, Zeki Demirkubuz'u ve Yılmaz Atadeniz'i çok seviyor, sinema ve müzik gibi eğitiminin olmadığı konularda ukalalık etmekten çok hoşlanıyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Katil Doğanın Süperstara Dönüşümü: Night Stalker (2021)

Netflix'teki Night Stalker, bir katilin belgeseli olsa da aslında medyanın
blank

1 Al 3 Öde: The True Cost (2015)

İzlediğim en iyi belgesellerden biri olan ve “Öğrendiklerimiz moda konusundaki