Sovyet bilim kurgusu denince akla hemen Tarkovski’nin ruhani ağırlığı gelir. Ancak 1980’lerde, Perestroika’nın ayak sesleri duyulurken ortaya çıkan başka bir damar daha vardır: Toplumsal gerçekçiliği metafizik bir rüya alemiyle harmanlayan “sosyal fantezi”. İşte Parad Planet (Gezegenler Geçidi), yönetmen Vadim Abdrashitov ve senarist Aleksandr Mindadze ikilisinin, bu türde yarattığı parlak ve esrarengiz bir başyapıt.
Bu filmi anlamak için arkasındaki ikiliyi tanımak gerekiyor. Abdrashitov (yönetmen) ve Mindadze (senarist), filmlerinde Sovyet insanının ruhsal haritasını çıkaran, bir nevi “toplumsal psikanaliz” yapan bir ikilidir. Parad Planet’te de mesele uzaylılar veya lazer silahları değil; orta yaş krizine girmiş, hayatın rutini içinde kaybolmuş Sovyet erkeğinin bilinçaltıdır.
Film, nadir görülen bir astronomik olay olan “gezegenlerin hizalanması” (Parade of Planets) sırasında geçer. Ancak bu gökyüzü olayı, aşağıda, yeryüzünde yaşanan tuhaf bir kopuşun sadece habercisidir.
Hikaye, askeri bir tatbikat (yedek askerlik manevraları) için bir araya gelen altı adamı konu alır. Farklı mesleklerden ve geçmişlerden gelen bu adamlar, savaş oyununda “öldürülürler”. Yani tatbikat bitmeden oyun dışı kalırlar. Eve dönmek için önlerinde birkaç gün vardır. İşte film tam bu noktada, gerçeklikten kopar.
Kahramanlarımız evlerine dönmek yerine, “hayaletler” gibi arafta kalmayı seçer ve tuhaf, rüya benzeri yerlere seyahat ederler. Sadece kadınların yaşadığı, erkeklerin olmadığı pastoral bir ada; yaşlıların son günlerini beklediği huzurevi benzeri bir kasaba… Bu mekanların her biri, yaşamın farklı evrelerini ve korkularını simgeler.
Parad Planet, özünde 40’lı yaşlarına gelmiş erkeklerin, gençlik idealleriyle yaşlılık gerçeği arasında sıkışıp kalmasını anlatır. “Ölmüş” olmaları (tatbikatta), onlara toplumsal rollerinden (baba, koca, işçi) sıyrılma şansı verir.
Karakterlerin yolculuğu, Dante’nin İlahi Komedya’sını andıran modern bir odysseydir. Abdrashitov, izleyiciye net cevaplar vermez. Gittikleri yerler gerçek midir? Yoksa kolektif bir halüsinasyon mu? Ya da hepsi gerçekten ölmüş müdür? Film bu belirsizliği, atmosferik bir koz olarak kullanır.
Filmin görüntü yönetimi, o dönemin Sovyet filmlerine has soluk renk paletini, tekinsiz ve şiirsel bir görselliğe dönüştürür. Tarkovski’nin Stalker’ındaki “Bölge” (The Zone) ne kadar tekinsizse, Parad Planet’in dünyası da o kadar tanıdık ama bir o kadar yabancıdır. Gündelik hayatın içine sızan bu sürrealizm, izleyiciyi sürekli diken üstünde tutar.
Oleg Borisov’un başını çektiği oyuncu kadrosunun performansı, filmin felsefi ağırlığını taşıyan en önemli unsur. Az diyalog ancak bakışlar ve sessizlik, karakterlerin içindeki o derin boşluğu (veya arayışı) mükemmel bir şekilde yansıtır.
Parad Planet, bilim kurguyu bir kaçış değil, bir içe dönüş aracı olarak kullanan nadir filmlerdendir. Tarkovski sinemasının izinden giden ama kendi özgün sosyal-metaforik dilini yaratan bu eser; hayatın anlamı, zamanın akışı ve insanın evrendeki yalnızlığı üzerine kafa yormayı seven sinefiller için etkisi uzun süre geçmeyecek bir deneyim.