62. Altın Portakal’da en merak ettiğim film, Hasan Tolga Pulat’ın yazıp yönettiği Parçalı Yıllar’dı. Şunu iyi biliyorum bu film, Hasan Tolga Pulat’ın yıllardır yapmayı hayal edip üzerinde çalıştığı bir proje. Yeşilçam’ın lanetli yılları olarak anılan “seks furyası filmleri” uzmanlık alanım olduğu için çok uzun zaman önce bu konuda kısa bir görüşme yapmıştık. Hayalinin filme dönüşmesine çok sevindim. Bir film festivalinde içinde “Türk Sineması” olan bir film izlemek de ayrıcalık diye düşünüyorum.
Parçalı Yıllar, Yeşilçam’ın lanetlenmiş sayfalarına cesurca bakan bir film. Bu toprakların sinema tarihine sızmış ama hep halının altına süpürülmüş bir dönemi, yoksul bir tiyatrocunun gözünden yeniden okumaya çalışıyor. Pulat, kendi kuşağının pek yapmadığı bir şeyi yapıyor aslında: geçmişi idealize etmiyor, orada çürüyen hayalleri kazıyor. Fakat tüm bu iyi niyetine rağmen film, yer yer hem biçimsel hem dramaturjik dengesini yitiriyor.
70’lerin ortalarından itibaren Türk sineması, televizyonun yaygınlaşması ve ekonomik krizlerin etkisiyle izleyici kaybetmeye başlamıştı. Üretim biçimleri çökmüş, salonlar boşalmış, yapımcılar ayakta kalabilmek için “seks furyası” olarak tanımlanan sömürü sinemasına yönelmişti. Bu dönüşüm yalnızca bir tür kayması değil, aynı zamanda sanatın piyasaya teslim oluşunun dramatik bir örneği.
Parçalı Yıllar tam da bu kırılma noktasına ayna tutuyor. Filmde Yetkin Dikinciler’in canlandırdığı Aytekin Aktaş (Aydemir Akbaş göndermesi) karakteri, 70’lerin sonunda Yeşilçam’ın yönsüzlüğünde savrulan bir figür. Tıpkı furyanın yıldızları (Hadi Çaman, Bülent Kayabaş, Ali Poyrazoğlu, Mete İnselel) gibi o da bir tiyatrocu; yeteneği var ama sistem onu küçük rollere hapsediyor. Seks komedileri piyasayı ele geçirince Aytekin, istemediği başrollerin içine itiliyor.
Ne var ki, film bu hikâyeyi anlatırken fazlaca sabırlı davranıyor. Her sahne birkaç dakika fazla kalıyor, diyaloglar uzadıkça dramatik yoğunluk yerine tekrar hissi beliriyor. Dikinciler’in oyunculuğu bu yükü bir yere kadar taşıyor. 90 dakikalık bir film olarak çok daha tok, çok daha vurucu olabilirdi.
Parçalı Yıllar’ın kusurlu tarafı, tıpkı Yeşilçam gibi kadın karakterlerine karşı mesafesi. Filmde Kıbrıs’tan gelen bir striptizci figürü (Feri Cansel’den ilham alınmış bir karakter) var; hikâyenin ruhu asıl onda yatıyor ama senaryo onunla ilgilenmek istemiyor. “Kadınları boş ver, bugün varlar yarın yoklar” cümlesi sadece dönemin zihniyetinde değil, filmde de yankılanıyor.
Oysa tam da o yıllarda kadınlar sinema sektörünün en büyük bedelini ödeyenlerdi. Seher Şeniz, toplumun ikiyüzlülüğüne dayanamayarak intihar etti; Mine Mutlu, Alev Altın ve Elif Pektaş kansere yenildi; Feri Cansel kıskançlık krizine kapılan sevgilisi tarafından vuruldu. Zerrin Egeliler sessizce çekilip gitti. Çoğu, erkeklerin yozlaşmış eğlence anlayışının dekoru olarak kullanıldı. Erkek oyuncular, zamanla yeniden saygı kazandılar, tiyatroya döndüler, halkın sevgisini korudular. Kadınlar ise ya unutuldu ya da alay konusu edildi.
Örnek gerekirse; Yıl 1999… Türk Edebiyatının önemli isimlerinden Orhan Murat Arıburnu adına verilen ödüllerden biri de “Uzun metraj film senaryosu” ödülüdür. Bu ödül o yıl Arzu Okay’a verilince ortalık karışır. Tunç Başaran, Lale Mansur ve Aytaç Arman ödülün Arzu Okay’a verilmesini protesto ederek “Bu ödül bir seks yıldızına mı kaldı! ona kadar ne oyuncular var!” derler…
Bu fark, Türkiye’nin toplumsal belleğinde hâlâ yaşıyor: Erkek hatalarını telafi eder, kadın ise utancı taşır. Pulat bu çelişkiyi sezdiriyor ama üzerine gitmiyor. Oysa Parçalı Yıllar, tam da bu bastırılmış kadın hikâyeleriyle büyüyebilirdi.
Bu çelişki, Türkiye’nin kültürel ikliminin özeti. Kadın bedenine ahlaki bir alan biçen, erkeğe ise “geçim derdi” bahanesiyle özgürlük tanıyan bir toplum. Pulat’ın filmi bu farkı anlatıyor ama dramatik derinlikte yeterince işleyemiyor. Aytekin’in vicdan azabı, bireysel bir pişmanlığa dönüşüyor; oysa bu hikâye, toplumsal bir utanç olarak kalmalıydı.
Filmin teknik tarafta da bazı kusurları var. Kısıtlı bütçe her sekansa sinmiş. Dış çekimlerin azlığı, filmin atmosferini kapatıyor, sanki tüm olaylar bir tiyatro sahnesinde yaşanıyormuş gibi bir his bırakıyor. Bu tercih, hem bütçe yetersizliğinden hem de yönetmenin “oyunculukta yoğunluk arayışından” kaynaklanıyor gibi görünüyor.
Ama bu teatral yapı aslında Yeşilçam’ın kendi üretim biçimini hatırlatıyor: Kısıtlı kaynaklarla fazla film üretme çabası. Bu yönüyle film, biçimsel olarak da temsil ettiği dönemi yeniden üretmiş oluyor. Bu bir kusur mu, bilinçli bir tercih mi, tartışılır. Ama ortaya çıkan sonuç, atmosferi daraltıyor.
Yine de tüm bu eksiklerine karşın, filmde samimi bir çaba var. Pulat’ın sinemaya, özellikle Yeşilçam’ın “unutulan kuşaklarına” duyduğu sevgi hissediliyor. Yönetmen, nostaljiye yaslanmadan, dönemi bugünün gözüyle anlama cesareti göstermiş. Film bir sekansta kendini Yavuz Turgul’un Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni filmiyle duygudaş ilan ediyor. Kimseye yaranamayan piyasa sinemacılarının hikayesi bu.
Parçalı Yıllar, Türk sinemasının kendi travmasını konuşma denemesi. Mükemmel değil ama dürüst bir film. Çünkü Yeşilçam’ın karanlık yüzüne dönüp bakma cesareti gösteriyor. Bir sinema eseri olduğu kadar bir yüzleşme metni de. Ve bazı yaralar, tam da gösterildikleri için kıymetlidir, iyileşmedikleri için değil.