Gerçek olaylardan esinlenen filmler, sinemacının omzuna ağır bir yük bindirir. Çünkü hikâyenin zaten bir “olmuşluğu” vardır. Geriye kalan, o yaşanmışlığı sinemanın diliyle nasıl anlatacağını bulmaktır. Sahibinden Rahmet de bu zorlu alana giriyor. Fikir güçlü, çıkış noktası çarpıcı ve ilk yarı itibarıyla film, bu ağırlığın altından kalkacak gibi görünüyor.
Film, yoksul bir köye aniden gökten düşen meteor parçalarıyla birlikte başlayan sarsıcı bir değişimi konu alıyor. Bu olağanüstü olayın ardından, köyün sıradan sakinlerinden İrfan, bir anda zenginlik hayallerine kapılıyor. Ancak servet hırsı ve iktidar sarhoşluğu, onu yavaş yavaş körleştiriyor. İrfan, gözü parayla kamaşırken aslında elinde tuttuğu gerçek hazineleri kaybettiğinin farkına bile varamıyor. Bu yönüyle Sahibinden Rahmet, klasik bir ahlaki çöküş anlatısına yaslanıyor; insanın içindeki açgözlülüğün nasıl büyüyüp onu yutan bir canavara dönüştüğünü sade ama etkileyici bir biçimde gösteriyor.
Filmin ilk yarısı, yönetmenin gözlem gücünü ve sabrını sergiliyor. Köy atmosferi, ekonomik çaresizliğin kokusu, gökteki zenginlik haberinin getirdiği kımıldanma… Hepsi son derece doğal. Kamera karakterlerin üzerine fazla yüklenmeden onları olduğu gibi bırakıyor. Bu da izleyiciyle bir tür tanıdıklık kuruyor. Gerçek insanların hikâyesini izlediğimiz duygusu yerleşiyor içimize.
Cem Yiğit Üzümoğlu’nun performansı ise bu gerçekliği taşıyan en önemli unsur. Oyuncu, karakterinin hırsla vicdan arasındaki salınımını abartısız bir biçimde canlandırıyor. Bir anlık umutla başlayan serüvenin giderek bir trajediye dönüşmesi, Üzümoğlu’nun yüzündeki küçük değişimlerde, bakışındaki karanlıkta beliriyor. Yan rollerdeki isimler de doğal oyunculuklarıyla bu atmosferi destekliyor; film boyunca yapay bir tını duymuyoruz.
Ancak hikâyenin ortalarına gelindiğinde, bu güçlü yapı çatırdamaya başlıyor. Film, neyi anlatmak istediğini biliyor ama nasıl anlatacağını karıştırıyor. Meteorun sembolik ağırlığı yani “dışarıdan gelen mucizeyle değişen kader” teması ikinci yarıda geri plana düşüyor. Yerine, birbirine bağlanamayan olaylar, motivasyonu zayıf kararlar geçiyor. Böyle olunca filmin odağı bulanıklaşıyor, seyircinin ilgisi dağılıyor. Yönetmen sanki her şeyi bir anda söylemek isterken hiçbir şeyi tam söyleyememiş gibi.
Bu da senaryo aşamasındaki en büyük eksikliği işaret ediyor: Sahibinden Rahmet daha fazla pişmeye ihtiyaç duyuyor. Tematik olarak güçlü bir zemine sahip olsa da dramatik yapı yeterince sıkı değil. Oysa film, paranın insana verdiği geçici kudreti, köyün iç dinamikleriyle, toplumsal hiyerarşiyle ve kader algısıyla birleştirebilseydi; çok daha vurucu bir anlatı çıkabilirdi.
Yine de filmin değerini teslim etmek gerek. Çünkü Sahibinden Rahmet, taşranın ekonomik ve ahlaki krizini farklı bir pencereden gösteren bir yapım. Yalnızca karakterlerin değil, bir toplumun da aynaya baktığı bir an gibi.
Sahibinden Rahmet, güçlü bir fikirden doğmuş, samimi bir çabanın ürünü. Ne tamamen başarılı ne de başarısız. İlk yarısındaki sahicilik, oyunculuklardaki doğallık ve özellikle Cem Yiğit Üzümoğlu’nun derinlikli performansı filmi yukarı taşıyor. Fakat anlatının ikinci yarısındaki dağınıklık, bu başarıyı gölgeliyor. Buna rağmen film, sinemamızda hâlâ eksik olan bir damar üzerinde yürüyor: Gerçek insanların, küçük umutların, büyük yıkımların sineması.
Kısacası, Sahibinden Rahmet biraz daha sabırla, biraz daha senaryo disipliniyle çok daha güçlü bir filme dönüşebilirmiş. Yine de dürüstlüğü, derdi ve niyetiyle hatırlanmayı hak ediyor. Çünkü bazen sinemada en kıymetli şey, ne anlattığın değil, neden anlattığındır.
