Ayşe Barım dün “ev hapsi şartıyla” serbest bırakıldı. Haberlerde yüzündeki sevinci gördüm; bir anlığına derin bir nefes almış gibiydi. Ama o nefes daha boğazına varmadan, savcılığın itirazıyla yeniden tutuklandı.
Bu, onun başına ilk kez gelen bir durum da değil. 17 Şubat’ta ilk tutuklandığında da önce serbest bırakılmış, sonra tekrar içeri alınmıştı. Üstelik tahliye kararını veren hâkim de Sulh Ceza’dan alınıp Tüketici Mahkemesi’ne sürülmüştü. Adaletin terazisi böyle çalışıyor artık.
Ayşe Barım’ı şahsen tanımam. Açık söyleyeyim, iş yapma tarzını da hiçbir zaman sevmedim. Özellikle platformlarda hep aynı yüzleri parlatan bir oyuncu tekeli kurmuştu. Eleştirdim, eleştiririm ama bu durum onun tutuklanması için gerekçe olamaz. Olay zaten başkaydı ama artık kamuoyunun gözünde de başka bir noktaya taşındı. Barım, Gezi direnişinin organizatörlerinden biri gibi sunuluyor. Oysa orada bulunan oyuncuların tanıklıkları bile böyle bir şey olmadığını açıkça söylüyorken hem de!
Daha da tuhaf olanı şu: Tutuklanmasına yol açan ihbarcı şahsın Türk Ticaret Kanunu’na muhalefetten, resmi evrakta sahtecilikten ve dolandırıcılıktan sabıkalı olması. Adam sosyal medyadan derlediği dedikoduları suç duyurusu haline getiriyor, mahkemeler de bunu ciddiye alıyor. Peki, bu ülkenin herhangi bir sıradan yurttaşı için aynı yargı mekanizması bu kadar hızlı işler miydi? Bilemiyorum. Aslında hepimiz biliyoruz da, söylemeye çekiniyoruz.
Asıl Rehine kim?
Barım’ı savunmak bana düşer mi? Evet, düşer. Çünkü onun şahsında rehin alınan tek bir menajer değil; kitleleri etkileyebilecek, sözünü söyleyebilecek oyuncuların, sanatçıların, yönetmenlerin fikir özgürlüğü. Hepimiz bunun farkındayız ama ses etmiyoruz. Çünkü açıkça gösteriyorlar: “Bak, fazla konuşursan sonun Ayşe Barım gibi olur.”
Ayşe Barım yeniden salındıktan hemen sonra onlarca popüler insanın uyuşturucu kullandıkları bahanesiyle, herhangi bir mahkeme kararı bile olmadan kontrole götürülmesi de, “sakın gevşemeyin” mesajıdır.
Türkiye bir hukuk devleti midir? Kâğıt üzerinde öyle. Ama o hukuk kime hizmet ediyor? Güç karşısında eğilen yargı, bağımsızlığını yitirmiş mahkemeler ve hukukun sopaya dönüşmesi… Herkes farkında ama herkes susuyor. Oyuncular, yönetmenler, eleştirmenler… Kalemini oynatırken bir cümleyi silip tekrar yazan, sonra bir daha silen, kelimelerini yumuşatan herkes otosansürün pençesinde.
Baskıyı sokak ortasında polis copuyla değil (yeri gelince onu da kullanmaktan çekinmiyorlar), kanun kitaplarıyla kuruyorlar. Gözaltına alınma korkusunu hepimizin cebine koyuyorlar. Bu sessizlik işte bu yüzden bu kadar derin.
Ayşe Barım’ın tutuklanması, bir menajere açılmış dava değil. Bu, sanatın, düşüncenin, hatta eleştirinin davası. Bugün Ayşe Barım içerideyse, yarın başka bir yönetmen, öbür gün bir oyuncu, ertesi gün de bir köşe yazarı (zaten öyle: Fatih Altaylı) içeride olabilir. Bu oyunun sonu yok.