Hatırlayın; çok değil, bundan 7-8 yıl önce, 2017’de Türk sineması 70 milyona dayanan (tam olarak 69.564.234) bilet satışıyla altın çağını yaşıyordu. Gişelerin önünde kuyruklar, haftalarca konuşulan yerli komediler… Peki ya bugün? 2025’i kapatırken elimizdeki sayı, o şaşaalı günlerin yarısı bile değil: 27 milyon.
Hazıra konup “Ekonomi kötü, bilet pahalı” ya da “Netflix çıktı, mertlik bozuldu” demeyelim, deşelim. Evet, bunlar da etken ama asıl katil başka yerde. Hatta belki de hiç beklemediğiniz bir yerde: Evinizin başköşesindeki o “asık suratlı” televizyonda!
Yıllarca “Televizyon sinemayı öldürecek” dendi. Oysa geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, o beğenmediğimiz televizyon meğer sinemanın en büyük besleyicisi, en çalışkan altyapı tesisiymiş.
Sinemanın rekor kırdığı dönemlere bakın; televizyon ekranı şimdiki gibi ağlak, kasvetli ve bitmek bilmeyen dramalardan ibaret değil, ekran cıvıl cıvıl. Avrupa Yakası’ndan İşler Güçler’e, Dikkat Şahan Çıkabilir’den Komedi Dükkanı’na kadar her akşam bizi güldüren bir şeyler var.
Bu ne demek biliyor musunuz? Televizyon, sinema için bedava bir test sürüşü pistiydi.
Şahan Gökbakar, Tolga Çevik, Ahmet Kural, Murat Cemcir, Şafak Sezer, Yılmaz Erdoğan, Engin Günaydın… Sahne kökenli Cem Yılmaz’ı istisna olarak düşünürsek, son 20 yılda gişe okyanusunda yüzen balinaların hepsi, rüştünü önce televizyonda ispatladı. Seyirci onları evinde sevdi, bedavaya izledi, güldü; sonra da “Bu adamın filmi çıkmış, sinemada da gülerim” diyerek koşa koşa bilet aldı. Televizyon, sinemaya hazır, pişmiş ve kitlesi olan yıldız pompalıyordu.
Bugün televizyonu açınca ne görüyorsunuz? Birbirine bağıran insanlar, bitmek bilmeyen yasaklar, silahlar, töreler ya da üç saat boyunca birbirine bakıp ağlayan karakterler… Televizyon artık gülmüyor, güldürmüyor. Asık suratlı, gergin ve mutsuz.
Sitcom kültürü günümüz televizyonculuğunda resmen katledildi. Bugün ekranda, sinemaya yeni bir komedi yıldızı transfer edebilecek tek bir mecra kaldı: Güldür Güldür. O da olmasa, altyapı kapısına kilit vuracak. Yeni bir Kemal Sunal, yeni bir Şener Şen ya da yeni bir Şahan Gökbakar çıkma ihtimali olan tüm kanallar tıkalı.
Peki, altyapı çalışmayınca sinema ne yapıyor? 10 yıl önceki sermayeyi yemeye devam ediyor. Televizyon yeni yıldız üretemeyince, sinema yapımcıları da risk alamıyor. Sonuç? Suyunun suyu devam filmleri, tutmuş formüllerin kötü kopyaları, YouTuber’lardan medet umulan zorlama işler… Seyirci aptal değil; taze kan yoksa, yeni bir enerji yoksa, evindeki dijital platformu kapatıp neden o salona gitsin?
Sinema salonlarının boş kalmasının sebebi sadece bilet fiyatı değil; sinemanın, seyirciyi evinden çıkaracak “yeni ve komik” yıldızları artık bulamamasıdır. Televizyon ne zaman ki o somurtkan yüzünü biraz olsun güldürür, ne zaman ki yeni yeteneklere “gel burada saçmala, bizi güldür” der; işte o zaman belki 27 milyon yeniden 60 milyon olur. Aksi halde, eski filmlerin tozlu hatıralarıyla yetinmeye ve düşen grafikleri izlemeye devam ederiz.
Şunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim, bu Türkiye özelinde yazılmış bir yazı. Bizim insanımız sinemada gülmek istiyor. Bizim insanımız için sinema, karanlık bir odada varoluşsal sancılar çekmek veya sanatın dibine vurmak demek değil. Bizde sinema toplu bir terapi seansı, bir kopuş alanı.
Türkiye’de tüm zamanların gişe rekorlarına bakın; ilk 10’da, ilk 20’de ezici bir çoğunlukla komedi filmlerini görürsünüz. Recep İvedik’ler, Düğün Dernek’ler, G.O.R.A.’lar… Araya giren Müslüm veya Ayla gibi “milli yas/gurur” projeleri istisnadır, kuralı bozmazlar.
İşte “Altyapı Sorunu” tam da burada ölümcül bir darbe vurdu. Türk halkı sinemaya gülmek için gidiyordu. Ama televizyon komedi üretmeyi bırakıp, prime-time kuşağını sadece entrika, şiddet ve gözyaşına (yani bedava drama) teslim edince, sinemanın da damarı kesildi.
Televizyonun artık yetiştirmediği komedyeni, sinema nereden bulsun? Halk gülmek istiyor, ama ortada güldürecek, rüştünü ispatlamış, “aileden biri” olmuş yeni bir isim yok.
“Peki kardeşim, hani dijitalden adam çıkmıyordu? Bak bu yılın gişe şampiyonu Yan Yana oldu, başrolünde de dijitalin kralı Feyyaz Yiğit var!” dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız, ama bu örnek, sistemin çalıştığını değil; tam aksine ne kadar zorlama yürüdüğünü gösteriyor.
Feyyaz Yiğit ve onun yarattığı Gibi ekolü, dijital çöplüğün içinden sıyrılmayı başarmış bir “sistem hatası”, bir mucize. Feyyaz Yiğit, kameraya bakıp slime yapan veya sadece bağıran bir YouTuber değil. O, (Aziz Kedi’yi de unutmadan) yazarlık kumaşı olan, mizahı matematiksel bir zekayla kuran bir yaratıcı.
Seyirci o kadar gülmeye hasret ki; zekasına güvendiği, “beni kandırmaz” dediği birini (Feyyaz Yiğit) bulduğu anda salonlara koştu. Tezimi doğruluyor: “İyi komedi verirseniz, bu millet gelir.”
Yine de, koskoca sektörün yılı kurtarmak için tek bir isme, tek bir filme bel bağlaması sağlıklı değil. Eskiden aynı yıl içinde Cem Yılmaz, Şahan Gökbakar ve Ahmet Kural rekabet ederdi. Bir çiçekle bahar gelmez. Feyyaz Yiğit, dijitalin sinemaya armağan ettiği şahane bir istisna ama tek başına o 40 milyonluk seyirci farkını kapatamaz. Televizyonun o eski, gürül gürül fabrika ayarlarına dönmeden, her yıl 3-4 tane “Yan Yana” çıkarmadan bu çark dönmez.