Tarihler 2011’i gösterdiğinde, beni fazlasıyla heyecanlandıran bir film vizyona girdi: Ay Büyürken Uyuyamam. Düşünsenize, yönetmen koltuğunda sinemamızın en önemli başyapıtlarından Yol’a imzasını atan Şerif Gören oturuyor. Üstüne üstlük hikâye de Necati Cumalı’nın aynı adlı öykü kitabından uyarlama. Bu şartlarda ortaya müthiş bir şey çıkmasını bekliyorsun. Ancak filmi izleyince tam anlamıyla sarsılmıştım. Nedeni ise çok basit: Film, tam anlamıyla bir garabet! İşte, o gün bir laf etmiştim: “Dönemi geçen, çağa ayak uydurmakta zorlanan yönetmenler, kesinlikle film çekmemeli; emekliliğin tadını çıkarmalı”. Keza üretme konusunda ısrarcı davrandıklarında durum fazlasıyla vahim bir hâl alabiliyor. O gün öne sürdüğüm tezimi şimdi daha sert bir şekilde genişletme vakti. Dönemi geçen, çağa ayak uydurmakta zorlanan yönetmenler, iddialı demeçler de vermemeli. Yoksa Tunç Başaran gibi alay konusu olurlar.

Nedir Tunç Başaran’ı bu yazıya konu eden olay, önce onu hatırlayalım. Yönetmen, geçtiğimiz günlerde verdiği bir demeçte aynen şu ifadeleri kullandı: “Bir sevgi filmidir Uçurtmayı Vurmasınlar. Filmi bu duygularla yaptım. Hiç politik bir film değil düşünülenin aksine. Ben filmde mekân olarak hapishaneyi seçmiştim sadece. Aynı filmi tren garında da çekebilirdim. Benim amacım sevgiyi anlatmaktı. Sanat eserlerini herkes kendine göre yorumlar. Bence sanatın politik bir amacı yoktur, zaten olmamalı”. Bu açıklama talihsiz mi? Hem de fazlasıyla talihsiz. Nedenine gelin birlikte bakalım.

blank

En başta belirtmekte yarar var. Tunç Başaran, benim çok sevdiğim ve filmlerini tekrar tekrar izlemekten keyif aldığım bir yönetmen. Hatta yerli sinemamızın da en önemli değerlerinden biri. Keza bahsettiğimiz isim en az Uçurtmayı Vurmasınlar kadar ayakları yere sağlam basan Piano Piano Bacaksız, Sen de Gitme, Biri ve Diğerleri gibi oldukça önemli filmlerin altına imzasını atmış bir sinemacı. Ancak bu demek değil ki tüm o güzel filmlerin hatırına her yapılanı hoş görelim, her olumsuz sözü sineye çekelim!

Şu noktada anlaşalım. Sinema bir yönetmen sanatıdır. Ancak ne zaman ki yönetmen, filmi seyircinin eline teslim eder, işte o dakikadan itibaren de anlatıyı yorumlamak alıcısına kalır. Bir sanat eserinden milyonlarca anlam çıkarabilir, binbir şekilde yorumlayabiliriz. Keza sanatın özgür doğası da tam olarak bunu gerektirmez mi? Ancak çoğu sanat eseri de başvurduğu metaforlarla, alt metnine gizlediği ince nüanslarla derdini aktarma yolunu tercih eder. Aynı Uçurtmayı Vurmasınlar’da olduğu gibi. Ne yani, Uçurtmayı Vurmasınlar alelade seçilmiş ya da yalnızca sevgiyi betimlemek için ön plana sürülmüş bir isim mi?

Uçurtmayı Vurmasınlar gibi bir anlatıya, “politik bir film değildi” demek, en başta bu harikulade anlatının yaratıcısı Feride Çiçekoğlu’na haksızlıktır. Bu, düşünce suçu yüzünden hapse girmiş, içeride yaşadıklarını olabilecek en nahif şekilde kelimelere dökmüş ve özgürlüğü her platformda savunmuş omurgalı bir kalemin anlatısına gölge düşürmektir! Yani öyle, “ben bu hikâyeyi tren garında da çekerdim” demekle olmuyor. Ortada yaşanmış gerçek bir hikâyenin aktörleri, mekânları ve duygu yoğunluğu varken, Tunç Başaran bile olsanız bir yerde durmanız ve iki kere düşünmeniz gerekir.

Evet, Uçurtmayı Vurmasınlar’ı bu kadar değerli kılan değişkenlerin en başında içten dili ve Tunç Başaran’ın hikâye anlatmadaki becerisi gelir. Keza yönetmenin kendisinin de belirttiği gibi, film tam anlamıyla bir sevgi filmi. İnci ile Barış’ın arasındaki bağlılığın hikâyesi. Ancak olayı tamamen sevgi ile açıklamak arka planda seyreden politik hadiseleri basite indirgemekten başka bir şey değil. Ne yani, filmin meşhur final sahnesinde dilediğince uçan, kurşunlara göğüs geren, tüm çabalara rağmen gökyüzündeki egemenliğini yitirmeyen ve özgürce süzülmeye devam eden uçurtmanın hiç mi politik yanı yok? Peki, o uçurtmaya, hapsoldukları dört duvar arasından masumane bir neşeyle seyre dalan mahkûmlar? Onlar, o uçurtmaya bakarken kendi özgürlüklerini hiç mi hayal etmiyordu?

Herkes düşüncesini, bir konu hakkındaki fikrini gönlünce dile getirebilir. Pratikte pek uygulanmasa da neticede düşünce özgürlüğü olan bir ülkede yaşıyoruz. Keza Tunç Başaran’ın, “sanatın politik bir amacı olmamalı” önermesi de, sinemaya ya da dönemin konjonktürüne göre geliştirdiği bir bakış açısı olabilir. Bu gayet doğal ve makul kabul edilebilecek bir söylem. Ancak halka mal olmuş, hem de yönetmenin kendi becerisi sayesinde böylesine sevilmiş bir sanat eseri hakkında, küçümseyici ve algı değiştirme çabası içerisindeki bir açıklama kabul edilebilecek, hoşgörüyle karşılanabilecek bir durum değil. “Ben bu filmi tren garında da çekerdim” demek, anlatının dayanışma ruhunu baltalamaktır. Feride Çiçekoğlu’nun çektiği acıları yok saymaktır. 5 yaşındaki bir çocuğun, dört duvara mahkûm edilmesini sorgusuz sualsiz kabullenmektir. Daha da önemlisi İnci ile Barış’ın sevgi ekseninde gelişen hikâyesinin içine nefret tohumları ekmektir. Tüm bunlara rağmen, “bu filmi tren garında da çekerdim” demek mantık çerçevesinde açıklanabilecek bir davranış mı?

Olaya bir de Tunç Başaran’ın bakış açısından göz atalım. Evet, Uçurtmayı Vurmasınlar net bir sevgi filmi. Ve yönetmenin filmi bu amaçla yapmasından gayet doğal bir şey yok. Nitekim sinema, duyguyu karşı tarafa tüm çıplaklığıyla aktarabildiğinde sinemadır. Uçurtmayı Vurmasınlar’da olduğu gibi. Ancak bu demek değil ki, bir film duygusunu olanca içtenliğiyle yansıtabiliyor diye derdini dışa vurmayacak, içinde saklı tutacak. Biz Barış’ı yalnızca İnci’ye sıkı sıkıya bağlı olduğu için değil, o dört duvar arasına suçsuz yere hapsedildiği için benimsedik. İnci’yi Barış’ın kahramanı olduğu için değil, özgürlüğü elinden alınsa dahi her daim dirayetli durduğu için sevdik. Şimdi böyle bir ortamda, böyle bir filme, “politik değildi” demek komik bir söylemden fazlası olmaktan öteye gidemez. Ne var ki bunu sıradan biri söylese, “meczup” der geçerdik. Ancak Tunç Başaran gibi simge ve filmin yaratıcısı olan bir ismin dile getirmesi, durumu yalnızca içler acısı bir hale sokuyor, o kadar.

Peki, bu açıklama neden şimdi dile geliyor? Sapına kadar politik olan bir filmin, politik olmadığını iddia etmek, günümüz siyaseti ile yakından mı ilgili? Bu, Tunç Başaran‘ın kendi içerisinde muhakemesini yapacağı bir soru-cevaptan fazlası değil. Çünkü biz, yani sanat eserinin alıcısı olan kimseler biliyoruz ki Uçurtmayı Vurmasınlar özgürlüğü savunan, dayanışmayı öğütleyen ve tüm bunları yaparken de sevginin gücünü olanca içtenliği ile dışa vuran bir film. Sahi, gerisinin herhangi bir önemi var mı?

blank

Polat Öziş

1992 İzmit doğumlu… Küçük yaşlarda tanıştığı Yeşilçam filmleri sayesinde sinema en büyük tutkusu oldu. Sonrasında ilginç bir şekilde Muğla’ya İktisat okumaya gitse de tutkusundan vazgeçemedi ve sinemayla ilgili çalışmalar ortaya koymaya başladı. İzledi, düşündü, çekti. Sonunda ise filmler hakkında yazmaya başladı. Film Arası Dergisi, Film Hafızası ve Öteki Sinema’da çok sevdiği filmler hakkında yazmaya devam ediyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Acıklı Bir Soru: “En Son Ne Zaman Sinemaya Gittin?”

Ah, sinema... Bir zamanlar haftalık bir ritüeldi, şimdi ise neredeyse
blank

Hikayeleri Değişmeyen Göçmen Bedenler: Korku Ruhu Kemirir ve Duvara Karşı

Göçmen kimliği öteki olmanın her halini içeren bir varoluşsuzluk haline