YILMAZ ATADENİZ SEKS FURYASINI ANLATIYOR!

blankErotik furya üzerine, rahmetli Metin Demirhan’ın, duayen yönetmenlerden sıkı avantürcü Yılmaz Atadeniz’le gerçekleştirdiği keyifli ve meraklı bir söyleşiyi tüm dönem ve tür sineması takipcilerinin beğenisine sunuyoruz.

Türk sinemasında fantastik ve aksiyon filmlerinin en önemli yönetmenlerinden biri olan Yılmaz Atadeniz bu söyleşide Türk sinemasının bir bölümünü kapsayan “Seks Furyası” dönemi ve bazı oyuncuları üzerine soruları cevaplıyor ve kendisi yakından tanıdığı bu dönem ile ilgili açıklamalar getiriyor.

M.Demirhan – Sizi avantür ve fantastik filmlerinizle tanıyoruz ve bu türlerin sevdiğiniz türler olduğunu biliyoruz. Gördüğümüz başka bir şey daha var. Filmlerinizde Vamp ya da masum olsun, kadınlara ve erotizme çokça yer veriyorsunuz ve bunu önemsiyorsunuz…

Y.Atadeniz – Evet… Hareketli serüven filmleri çekmeyi hep severdim. Oradan oraya atlayan kahramanlar, zor görevleri başaran üstün yetenekli kişiler… Çizgi romanları çok severim… Baytekinler, Kızıl Maskeler falan… Bunlar filmlerimi etkilediler… Ve kadınlar… Kadınlar filmlerde önemlidirler… Kahramanın bir kız arkadaşı olması seyirciyi çeker. Çünkü seyirci (özellikle erkek seyirci) kendini kahramanın yerine koymaktan ve onun başarılarından kendine pay çıkarmaktan hoşlanır. Aynı zamanda kahramanın bir kız arkadaşı varsa onu da perdede sahiplenir, hatta sonradan fantezilerinde onu kullanabilir de… Bu onları mutlu eder. Kadın kahraman sinemada seyirciyi perdeye bağlayan en önemli etkenlerden biridir…

M.Demirhan – Filmlerinizde genel olarak hangi kadın oyuncularla çalışmayı tercih ederdiniz?

Y.Atadeniz – Benim filmlerinde Feri Cansel, Suzan Avcı, Mine Mutlu, Melek Görgün, Sevda Ferdağ gibi çok sevdiğim kadın oyuncular rol aldılar. Kadın oyuncu dedik de Yeşilçam’da kadın oyuncu olmak çok zordu. Özellikle benim çalıştığım oyuncular büyük bir özveriyle işlerine sarılırlardı. Soyunmaları gerektiğinde soyunur, tehlikeli sahnelerde oynamaları gerektiğinde ellerinden geldiğince rollerini yapmaya çalışırlardı. Bir keresinde Yılmaz Güney ile Yedi Dağın Aslanı ve Aslanların Dönüşü (1966) filmlerini aynı anda iç içe çekiyorduk. Bizans Prensesini oynayan Sevda Ferdağ’ın senaryo gereği süt banyosu yapması gerekiyordu. Sevda süt dolu havuza girdi. Ama tuhaf olan bir şey fark ettim. İyi ki fark etmişim. Prodüksiyon amiri süt pahalı olur diye basmasın mı havuza ılık kireçli suyu… “Eyvah” dedim kendi kendime, “Şimdi Sevda durumu fark ederse olay çıkar.” Bir yolunu bulup Sevda’ya fark ettirmeden onu havuzdan çıkarttırıp sıcak duşa yolladım… Yoksa kızın başına gelmedik kalmayacaktı. Sevda bu olayı asla bilmedi. Görüyorsunuz işte, Türk sinemasında kadınlar bu işin yükünü çeken önemli insanlardır. Olmadık sahnelerde sağlıklarını riske atarak oynamış, büyük özveri göstermişlerdir… Soğuk havalarda suya girmişler, sert kayaların üzerinde çırılçıplak sevişmişlerdir…

M.Demirhan – Peki, 601ı yıllarda filmlere bir tat, bir lezzet getiren çıplaklık sizce neden 70’lerde dozunu artırıp ön plana geçti? Hatta ve hatta bir furya halini aldı?

Y.Atadeniz – Bunun nedeni o dönem sinemalarımızı istila eden Wang Yu’lu Karate filmleri ve İtalyan, Alman kökenli seks filmleridir. Wang Yu’nun Kolsuz Kahraman (One Armed Boxer) filmi Türkiye’ye geldiğinde sinemaların önü kuyruk olmuştu, bilenler bilir… Kapılar kırılmıştı izdihamdan… Edwige Fenech’li, Gloria Guida’lı Silvia Kristel’li filmler de çok iyi hasılatlar yapıyor, doğal olarak da sinema sahipleri tarafından talep görüyordu… Emmanuelle tarzı filmlerin yaptığı iş yüzünden Türk sinemasında da bu tür filmlerin çekilmesi hem talep yüzünden hem de fazla masraf gerektirmediğinden kaçınılmaz olmuştu. Önce küçük şirketler girdiler işe, Beş Tavuk Bir Horoz (1967) gibi filmler çekilmeye başlandı…

M.Demirhan – Siz neler çektiniz bu dönemde, bu furyada?

Y.Atadeniz – O’nun Hikâyesi’ni (1975) yaptım Melek Görgün’ün oynadığı… Salt cinsellik, seks, hatta aykırı seks üzerine kurulmuştu film… Melek Görgün geçirdiği bir kazadan sonra beyninde oluşan bir hasar sonucu aşırı isterik bir kadın oluyordu… Nerede olursa olsun, kiminle olursa olsun seks yapma tutkusuyla yanıp tutuşmakta, bu arzularını da her fırsatta tatmin etmeye uğraşıyordu… Bir Luna Park’ta, hani kahkaha aynaları vardır ya, şişman ya da zayıf gösterir insanı. İşte o aynaların olduğu odada park bekçileri olan Yadigâr Ejder ve Kudret Karadağ ile aynı anda sevişiyordu… Orjilere katılıp seksi en uç noktalarda yaşıyordu… Süper Selami’yi (1979) çektim, Aydemir Akbaş ile… Aydemir bu filmde kendine sihirli güçler veren bir ihtiyarla karşılaşıyor ve ondan aldığı bu süper güçlerle bir yığın kadınla yatıyor, kötü adamlarla dövüşüyordu… Kilink Uçan Adam’a Karşı (1967) filmindeki Uçan Adam’ın komik versiyonu oluyordu yani. “Şazem” deyince Süper Adam kıyafetine bürünüyordu… Kötü adamlar onu alt etmek için bir yığın kadın gönderiyorlardı üstüne… Yapımcı olarak Tokmak Nuri (1975) filmini yaptım. Daha sonra film Tok Nuri olarak da oynadı… Yönetmen benim asistanlığımdan gelen Aykut Düz idi… Başoyuncuysa rahmetli Sermet Serdengeçti… Bu film bir seks komedisi idi ve iyi iş yaptı… Zerrin Doğan ve Dilber Ay ile de çalıştım, ama onları fazla soymadan… Sonra porno’larda oynadılar ikisi de… Bir de Kadı Han (1976) var… Başrolünü Behçet Nacar’ın oynadığı… Tarihi, kostüme bir film… Kadı Han Beyoğlu “Rüya” sinemasında gösterime girdiğinde kapıda kuyruk olduğunu gördüm ve hem şaşırdım, hem sevindim. Merak edip sinemaya girdim ve seyircilerle birlikte filmi izlemeye başladım… O da ne? Bir sahnede, adı Banu muydu neydi tam hatırlamıyorum genç bir kız Behçet ile sevişiyor… Sevişme ki ne sevişme… Ama ben böyle bir sahne çekmemiştim… Behçet’e sordum… “Biz çektik” dedi, “film daha çok ilgi görsün diye…” Benden habersiz çekip eklemişler araya… Oluyordu böyle şeyler… Bu sahneyi duyan gidiyor filme… Bir giden ikinci defa gidiyor… Eklenilen sahne gerçekten filmin yararına çalışıyor… Eh, ne diyeyim…

M.Demirhan – Bu da bir şey mi? T. Fikret Uçak anlatmıştı… T. Fikret Uçak Samsunludur, bir gün gezmeye gidiyor Samsun’a. Aklına geliyor, oralarda sinema işleten bir arkadaşı var, bir ziyaret edeyim diyor. Gidiyor ama arkadaşı bir iş dolayısıyla Samsun dışına çıkmış. Sinema çalışanları bunu ağırlıyorlar, muhabbet falan oluyor. Makinist bir ara bunun kulağına eğilip fısıldıyor: “Fikret Bey elimde öyle bir film var ki, görsen aklın durur.” “Ne o?” diye soruyor Fikret Uçak… “Sen salona gir, birazdan başlayacak” diye yanıtlıyor makinist. Fikret Uçak seyircilerin arasına oturuyor. Salon tıklım tıklım dolu… Ve film başlıyor… Uçak’ın gözleri yuvalarından fırlıyor… Bir porno film ve Türkan Şoray var perdede. Makinist öyle ustaca kurgulamış ki sahnede çırılçıplak hard-core bir sahneye Şoray’ın yakınlarını eklemiş ve salondaki millet Türkan Şoray’ı seyrettiğini sanıyor. Fikret Uçak dışarıya çıkınca makiniste: “Bu film senin başını belaya sokar” diyor. “En iyisi sen bunu yok et.” Makinist bir şey demiyor ama Uçak, daha sonra telefonla Samsun’daki sinemacı arkadaşını arıyor ve makinistin kurguladığı filmi anlatıyor. Adam öfkeleniyor, kızıyor ve filmi hemen imha ettireceğini söylüyor. Bu da böyle bir şey…

Y.Atadeniz – Evet, bu tarz şeyler de yapıldı özellikle Anadolu’da.

M.Demirhan – Gelelim konumuza… Melek Görgün ile nerede ve nasıl tanıştınız?

Y.Atadeniz – Melek Görgün’ü Adana’da tanıdım. İnce Cumali’nin (1967) çekimleri sırasında. Filmde küçük bir rolü vardı. Sanırım başka bir isim kullanıyordu o zamanlarda. Sonradan Melek Görgün adını aldı. Ben de o ara Adana’da Yılmaz Güney ile Çirkin Kral Affetmedi (1967) çekiyorum. Yani Yılmaz hem ince Cumali’de hem de benim filmim Çirkin Kral Affetmez’de oynuyor aynı anda… Daha sonra Melek Görgün İstanbul’a geldi ve filmlerde oynamaya başladı, şöhret oldu. Tekrar karşılaştık ve benimle de filmler yaptı: Azrail Benim (1968), O’nun Hikâyesi (1975) ve Maskeli Şeytan (1970) gibi. Maskeli Şeytan’da soğuk, karlı, ıslak bir havada Melek Görgün çırılçıplak soyunarak özveriyle çalıştı. Tabanlarına kat kat sargıda kullanılan ten rengi bantlardan yapıştırmama rağmen üşüttü ve yumurtalıklarından hastalandı.

M.Demirhan – Sette nasıldı Melek Görgün? Anlaşılması kolay biri miydi, kapris yapar mıydı?

Y.Atadeniz – Hiç kapris yapmazdı. Tam tersine sette çok yumuşak, hiç sinirlenmeyen bir yapısı vardı. Sette soyunurken çok rahat idi. Profesyonel, uyumlu, dost bir insan idi. Hiç geç kalmaz, olay çıkarmazdı. Hatırlıyorum, Onun Hikâyesi’nde (1975) para hile almamıştı. Sanırım benim filmim olduğu için. Bu film onu iyice popüler yaptı. Hemen sonrasındaysa göğüslerini silikonla büyüttü. Unutmadan söyleyeyim, Türk sinemasında ilk silikonlu kadın oyuncu Feri’dir (Feri Cansel). Daha önce kadın oyuncular göğüslerini ten rengi sargı bandanayla koltuk altlarından bantlar, dikleştirirlerdi.

M.Demirhan – Söz Feri Cansel’den açılmışken isterseniz biraz da ondan söz edelim.

Y.Atadeniz – Feri ile İstanbul’da 1967’de karşılaştık. Ben Kilink İstanbul’da ve Kilink Uçan Adam’a Karşı’nın dahili çekimlerini yapıyordum. O zaman Şişli Camiinin yanındaki Halil Kamil platosundayız. Agâh Özgüç, yanında hafif tombul, hoş bir hanımla uğradı. Ve bana “Bu hanım Kıbns’tan geldi, filmlerde oynamak istiyor…” dedi. Şöyle bir baktım, göğüsleri o dönemin filmlerinde aranılan tarzda incene ve dimdikti. Hemen dikkati çekiyorlardı. Elbette silikonlu olduklarını bilmiyorduk. Hoşumuza gitti, “Tamam” dedik. Başta Işık Toraman’ın şirketi “Metin Film”, olmak üzere onunla birçok filmde çalıştık. Bir gün sette çalışırken Kıbrıs’tan gelen kızı Zümrüt ile tanıştırdı beni. Kızını çok severdi, onunla yalandan ilgilenirdi, elbette ki ölene kadar. Zümrüt annesinin ölümünden sonra filmlerde oynadı. Feri yaşamı boyunca hiçbir erkeğin desteğine muhtaç olmaksızın ayakta kalmayı başarmıştır…

M.Demirhan – Biraz hüzünlü bir soru olacak ama Feri Cansel’in nasıl öldüğünü anlatabilir misiniz? Ya da nasıl öldürüldü?

Y.Atadeniz – Feri ilginç bir kadın idi. Kendine çok güvenirdi. Türk sinemasında çoğu kadın oyuncuların başında hamileri, onları koruyan birileri bulunurken onun yoktu. İstemezdi. Hayatını böyle sürdürürdü. Bir ara beraber olduğu bir adam vardı. Karınca bile incitemeyecek kadar zararsız biri idi. Feri ne çektiyse dilinden çekti. Adama hakaretler etmiş, erkekliğine dokunan laflar söylemiş ve adamı kışkırtmış… Zümrüt de evde imiş. Adam Feri’yi bıçaklamış. Yani dili yüzünden hem kendini hem adamı yaktı Feri… Bu olaydan önce, bir gün Kazım Kartal ile birlikteyiz. İstiklal Caddesi’nde yürürken çok hoş bir hanım gördük arkadan. Bacakları sütun gibi idi… Beyoğlu Garanti Bankası’nın önünden Vakko’ya kadar izledik. Birden dönünce, baktık ki Feri Cansel… Bizi görünce çok sevindi, sarıldı, öptü, hal hatır sordu. O dönemde sinemaya ara vermişti ve şarkıcılık yapıyordu. Bana “Ah Yılmaz abi film setlerini, sizleri çok özledim. Şarkıcılık çok zor bir iş. Keşke sen beni yine eskisi gibi sabah 7’de evden alıp sete götürsen de akşam 10’da eve bıraksan. Hasret kaldım sinemaya” dedi. Bir hafta sonra da öldürüldü.

M.Demirhan – Bu söyleşiye zaman ayırdığınız ve yardımlarınız için teşekkür ederim, Sayın Yılmaz Atadeniz. Y.Atadeniz – Ben de teşekkür ederim.

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

İlk Kadınlar, İlk Sansür

Gösterime girdiği dönemin egemen ahlakı göz önünde bulundurulacak olursa oldukça

Malizia (1973) vs. Teşekkür Ederim Büyükanne (1975)

Malizia (1973) ve Teşekkür Ederim Büyükanne (1975) filmlerine baktığımızda işlenen