Varoluşun temel unsurlarından olan zaman, aynı zamanda algının da bir objesidir ve özneldir, tıpkı hatırlama eylemi gibi…

Charlotte Wells’in ilk yönetmenlik tecrübesi olan Aftersun, Sofia’nın babasıyla birlikte geçirdiği yaz tatilini hatırlayarak, onu anlama çabasına odaklanıyor. Sofia için bugünden geçmişe bakmak, bir anlamda geçmişe blankduyulan arzu ve özlemi imliyor. Geçmişe dönme ve yaşadıklarını yeniden bugünkü Sofia olarak deneyimleme arzusu ise yetişkin dünyasında hüzünlü nostaljik bir yolculuğa dönüşüyor.

On bir yaşındaki Sophie’nin kullandığı kameranın açılma kapanma sesinin işitilmesi ile film başlıyor. Kısa bir süre önce on bir yaşına girdiğini belirten Sophie, iki gün sonra yaş günü olan babasını kameraya çekiyor ve ona on birinci yaş gününü nasıl geçirdiğini soruyor. Bu sırada kameraya kaydettiği babasının görüntüsü öylece donup kalıyor. An’ı ve o an’ın gerçekliğini kaydeden kamera, yetişkin Sophie için de hatırlama, zamanı ve mekanı deneyimleme aracına dönüşüyor.

Birazdan vardıkları otelde yorgunluktan sızmış olan Sophie’nin nefes alış verişi işitilirken, kamera balkonda sigara içen babaya usulca kayıyor. Küçük kız derin bir uykunun içerisinde iken karanlıkta yapayalnız görünen Calum, sigarasını içiyor ve bir yandan da bir savaş sanatı olan Tai Chi hareketlerini yapmaya çalışıyor. Çin kökenli Tao öğretisinin bir tür evrene uyumlanma ve yaşama karşı dayanma sanatı olduğunu hatırlamak karakteri anlama noktasında önemli görünüyor. Çünkü filmin bundan sonrasında tam da bu sahnede olduğu gibi satır aralarında kalan babanın yalnızlık ve çaresizliğinin izlerini sürmek olası görülüyor.

blank

Calum’un bu yalnızlığının kendi ailesinde başladığı, Sophie’nin annesi ile olan evliliğini yürütemediği, boşanma sonrasında nişanlandığı, iş yaşamında tutunamadığı, parası olmadığı, pek çok şeyi deneyip yanıldığı ve zamansız gelen baba olma sorumluluğunu elinden geldiğince yapmayı denediği gibi unsurlar film boyunca anlatıya ekleniyor. Elbette Calum’un kendi varoluşsal sorunları ile beraber ergenlik döneminde olan Sophie’nin dünyasındaki değişimler de filme yansıyor. İki haftalık tatilleri boyunca birlikte şarkı söyleyen, dans eden, dondurma yiyen, yüzen, güneşlenen baba kızın tatilleri keyifli geçerken Sophie, ilk kez bir erkekle de öpüşüyor.

Sophie aracılığı ile ontolojik olarak zaman kavramına odaklanan Wells, zamanı bütünsel olarak Bergsonvari bir üslupla ele alıyor. Hatırlanacağı üzerine Henri Bergson’a göre bellek, geçmişi şimdiki zamana taşıyabilmekte, yani geçmiş bellekte var olabilmekteydi. Filmde, babasının hakikatini sezgisel olarak anlama yolculuğunda Sophie’nin zihnindeki zamanın iç içe geçişini yansıtan bir anlatım dili tercih ediliyor. Sophie’nin bugününden belleğindeki geçmişe gidip gelinirken, görüntü yönetmeni Gregory Oke’nin seçtiği renk paletinin geçmişi hatırlatan güneşli, yumuşak ve nostaljik görünümü ile kameranın konumunun bugünkü Sophie’nin bakışı ile kuruluşu, geçmişle bugün arasındaki sınırları da eritiyor.

Babanın hatıralarda kalan varlığı, sıklıkla onun yansımaları ile izleyicisine hatırlatılıyor. Suya, çamura, aynaya yansıyan Calum’un varlığı, düş ve gerçek arasında bir yerde konumlandırılıyor film boyunca. Örneğin baba kızın otel odasındaki sohbetleri sırasında televizyona bağlanan kamera kapandığında, babanın görüntüsü ekrandan siliniyor ve yalnızca televizyon camında yansıması kalıyor. Bu sohbetlerini ve bu anı “sadece minik beyin kamerama kaydedeceğim” diyen Sophie, bilinç kavramına izleyicinin dikkatini çekerek, insanın bilinç sayesinde var olduğunu hatırlatıyor.

blank

Bu sahnede “11. yaşıma bastığımda, kimse o günün doğum günüm olduğunu hatırlamadı. Anneme doğum günümü söylediğimde çok sinirlendi ve beni kulağımdan tuttu. Babamın beni oyuncakçıya götürüp bana bir oyuncak almasını sağladı” diye geçmişini hüzünle hatırlayan baba, şimdinin de artık geçmiş oluşu ile zamanın gelip geçiciliğini ve her şeyin bir sonunun olduğunun altını çiziyor. Böylelikle filmde varoluşla birlikte ölüm de pek çok karede tartışılan ve üzerine düşünülen bir unsura dönüşüyor.

Sophie’nin arkadaşları ile dışarıda kaldığı gece, karanlık denizde yüzen Calum ile aslında onun ruhunun, karanlık tarafından yutuluşu gösterilirken, ses tasarımında da giderek yükselen dalgaların sesi onun acısını hissedilir kılıyor. Bugünkü yetişkin Sophie’nin gözünden tekrar geçmişin hatırlanması sırasında önemsiz bir detaymış gibi görünen babasına dair sorunlar aslında filmin daha en başından itibaren gösteriliyor. Örneğin Calum’un kızına annesi ile arasının nasıl olduğunu sorduğu sahnede, Sophie’yi aramadığı fark edilirken, bir eli alçıda olan babanın, bu alçıyı sıradan bir eylemmiş gibi çıkarmaya çalışması da gösteriliyor. Babanın karanlık denizde yüzdüğü sahne sonrası otel odasına dönüp kızının yatağında sızdığı sırada, on bir yaşındaki Sophie oteli bulamıyor. Bulduğunda otel odasının anahtarı olmadığı için içeri giremiyor. Kapıyı vurmalarını baba duymuyor. Küçük kız ise lobide koltukta uyumak zorunda kalıyor. Bir süre sonra otel görevlisinin yardımı ile içeri girdiğinde ise kendi yatağında çıplak bir şekilde sızmış olan babasının üzerini, sanki yetişkin olan oymuşçasına örtüyor. Ertesi gün omzundaki sıyrığın nasıl olduğunu hatırlamayan babanın bir önceki gece ne olduğu ile ilgili bilgisinin olmadığı da fark ediliyor. Böylece Sophie’nin babasına dair hissettiği eksiklik duygusunun nedeni daha da net anlaşılıyor. Babanın bu olmamışlığı pek çok karede babanın parçalar halinde gösterilmesi ile hissettiriliyor. Baba kendini bir türlü bütünleyemiyor.

Ve yıllar sonra babasının aldığı kilimi, kendi yatak odasında kullanan, kendisi de bir yetişkin ve anne olan Sophie, babasının on birinci yaş gününü hatırlamayan anneannesine inat, onu hala hatırlayıp, umutsuzca anlamaya çalışıyor. Bir yetişkin olarak bugünkü gözle babasının ruh halini ve kırılganlığını görebiliyor ve onunla empati kurabiliyor. Kilim aldığı sahnede, elleri ile kilime dokunan ve kendi suretine bakarmış gibi kilime bakan baba, kilimlerin her birinin farklı bir hikaye anlattığını, sembollerinin, motiflerinin farklı bir şeyi temsil ettiğini kızına anlatarak, ona soruyor; “Sence bu halı güzel mi?” Kızına sorduğu soru ile görülmeyi talep ediyor gibi görünen Calum’un ruhu, kilimdeki gizlenmiş hikayelere benziyor, bakanın görebileceği, anlayabileceği…

blank

İki haftalık tatil hızla gelip geçerken, filmin başında ve sonunda tekrar eden sahnelerde, kızını havalimanında uğurlayan babanın girdiği kapı, sanırım onu alt eden yaşama ait karanlığı simgeliyor. Çünkü bu sahneden sonra babaya ne olduğunun bilgisi verilmiyor.

Zamanla beraber bilinçle ilgili kavramlardan bir diğeri mekandır. Çünkü zaman ancak mekanla birlikte duyumsanabilir. Görme, dokunma, işitme ve tatma gibi duyular ile bir yerde yaşadığımızı hissederiz. Bu duyular ise zihindeki an’ları anımsatır. Hepimizin hayatında, geçmişe ait mutlu bir anı duyumsatan, önemsiz ya da sıradanmış gibi görünen kokular, tatlar, nesneler bulunur, tıpkı Aftersun’daki yüze sürülen krem, saç teline değen güneş, Cleopatra havuzundaki çamur gibi…

Baba kızın birbirlerine karşı kurdukları incelikli iletişimlerinin ne denli kıymetli olduğu bugünden fark edilirken, bu anların geri dönülemez bir şekilde geçip gittiği duygusu, filmin finalinde izleyicisini hüzünlü bir nostalji duygusuyla baş başa bırakıyor. Diskoda, karanlıkta babası gibi dans eden genç kadının, bir an babasını gördüğünü zannetmesi ile Sophie’nin dünyasında mekan da zaman da hisler de bir kaleydoskopta olduğu gibi bir daha iç içe geçiyor. Sophie’nin hissettiği özlem, onu acıtırken, bu özlem film izleyicisinin kendi kişisel yaşamlarında empati kurabilecekleri bir sızıya dönüşüyor. Filmin ismi olan Aftersun, “babaların yokluğundan sonrasını” imleyen bir simgeye de dönüşürken, aynı zamanda izleyicisine kız çocuklarının dünyalarında bir güneş gibi olan babalarından sonra kalan derin sızıyı da hatırlatıyor.

Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit

blank

Zehra Yiğit

Zehra Yiğit, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı bölümünde devam etti. Oxford Üniversitesi ve Novisad Üniversitesi'ne Visiting Researcher olarak giden Yiğit, İtalya, Portekiz, Sırbistan, Gürcistan, İngiltere gibi pek çok ülkede ders ve seminer verdi, proje ortaklığı yaptı. Yiğit, şu an Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölüm Başkanı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Night of Fear (1972)

Avustralya’nın ilk korku filmi olduğu söylenen Night of Fear, tozlu
blank

The Treatment (2014)

The Treatment, her anlamda izleyiciyi terden sırılsıklam edecek yoğunlukta ve