1983′te İstanbul’da doğan Burak Bayülgen yedi yaşında korku filmleriyle tanıştı. İlkokulda hayallerinde korku sinemasını meslek edinip Freddyler ve Jasonlar ile iç içe bir hayat düşleyerek bir kaçış yaşayan Burak lisansını ve yüksek lisansını Sinema-TV üzerine tamamladıktan sonra en çok yapmak istediği işe, yani yazı yazmaya koyuldu.
Taşra filmlerinde tartıştığımız konunun büyük çoğunluğu şehirli ve eğitimli gençlerin taşra üzerinden bir şeyleri değiştirme çabaları ve mevcut taşra sistemini şehirlileştirme korkularıydı.
Jane Austen ekranına tesir eden hicve bağlı dil, neyin şatafatlı olarak algılanacağını bildiğinden genişlerken de daralırken de sınırlarının farkındadır.
Gustav Leonhardt’ın aktör ve yorumcu olarak katılmasıyla filmin sloganı haline gelen Bach’ın tamamen müziğine odaklanılmasının ne anlama geldiğinin ilk ipucu verilmektedir.
Cinsel isteklere yoğunlaşılmış, anlar dönemden ziyade daha bir önem kazanmış, dönemin diğer figürleri yerine bir evlat sevgisi daha fazla yer kaplamıştır metinde.
Türk Fantastik Sineması dediğimiz zaman tüyleri ürperten bir başka nokta vardır ki o da dil sorunudur. Bu günümüz Türk korku filmleri için de en önemli sorundur...
Marnie her ne kadar erkeklerden nefret etse ve bir erkek tarafından asla yenilgiye uğratılamayacağını düşünse de, kendi doğasından yani feminen tarafından kaçamamaktadır.
Şark garp için bir “öteki”yken, Valentino da bir “öteki”ydi. Valentino’yu bir şeyh rolünde izlerken ise, şarkın tüm egzotizmi tek bir yerde; Valentino’nun ta kendisinde toplanmıştı.