Can Evrenol’dan Sayara…
Yahu hiç mi intikam hikayesi izlemedik? Çocukluğum-gençliğim bunlarla geçti. Daha kimseler “vigilante” sözcüğünün anlamını bilmezken video kaset raflarında o filmleri arıyordum, çöldeki bir havari gibi. Yeşilçam’ın, İtalyanları kopyalayarak bilinçsizce çektiği yüzlerce intikam filmi var. Cüneyt Arkın’ın sinematografisi neredeyse bunlardan ibaret. Çoktan tükettiğimiz bir tür. Sene olmuş 2025, bize intikam filmi mi lazım?
Evet, lazım! Tür sinemasının, turbolu bir araba gibi, bir sinemacıyı hedefine daha net götürebileceğini az kişi biliyor. Can Evrenol da o sinemacılardan biri. Hiçbir filmini sadece türün duvarlarına çarpıp dönen seyirlikler olarak görmedim. Hepsinde toplumcu eleştiriler ve cinsiyet eşitsizliğine saldıran bir damar var. Sayara, o damarın en gözüktüğü film. Hani bileğinizi sıkarsınız da damar ortaya çıkar ya, o misal, sıkmış bileğini Can Evrenol.
Sayara, İstanbul’da lüks bir spor salonunda çalışan bir göçmen kız. Spor salonunun sahibi Barış ile yasak ilişki yaşayan “aykırı” ablası Yonca, Barış ve üç arkadaşının tecavüzüne uğrayıp öldürülüyor. Babası milletvekili olan Barış ve arkadaşları, göstermelik mahkemede olayın intihar olduğuna kanaat getirilmesiyle serbest kalıyorlar. Bakın buraya kadar gerçek aslında… Biraz yakın tarih araştırması yapın, bunun gibi kaç tane olaya rastlayacaksınız.
Yeniden kurguya geçiyoruz ve görüyoruz ki Sayara’nın Babası Türkmenistan’ın en güvenilir derin devlet figürlerinden biri ve Sovyet sambo şampiyonlarından Şamil Bazarov. Kızını da dövüş konusunda bir ajan gibi yetiştirmiş. E ne olacak? Devlet yoksa kişisel adalet başlar. Sayara da kendi adaletini sağlamaya karar veriyor ve Can Evrenol bunu bir kan festivaline çeviriyor. Gezelim Gore’lim!
Senaryosunu da yönetmen Evrenol’un kaleme aldığı filmin görüntü yönetmenliğini Umut Turan üstlenmiş. Sanat yönetimini Hüseyin Akgül’ün yaptığı filmin oyuncu kadrosunda ise Emre Kızılırmak, Duygu Kocabıyık, Furkan Rıza Demirel, Caner Atacan, Doğan Barış Yasar, Levent İnal, Zakirjan Bazarov, Özgül Koşar, Batuhan Büyükacaroğlu gibi isimler bulunuyor.
İlk paragrafta da yazdım; Biz yıllarca intikam filmleriyle büyüdük. “Vigilante” sözcüğünü bilmeden, “kendi adaletini sağlayan adam”ı Yeşilçam’dan, Cüneyt Arkın’ın bitmek bilmeyen intikam çığlıklarından öğrendik ama o filmlerde intikam hep erkeklerin hakkıydı. Kadın, ya kurtarılması gereken bir kurban, ya da kahramanın motivasyonunu sağlayan ceset parçasıydı. Erkekler dövüşür, kadınlar ölür ya da susardı.
Peki, Sayara ne yapıyor? Susan kadın figürünü yakıp, küllerinden bir dövüş makinesi çıkarıyor ve bu, alıştığımız feminist söylemin, “erkeklerin şiddetini onlara iade eden kadın” klişesinden çok daha öfkeli bir yerden çıkıyor. Çünkü burada intikam, dişil bir tehdidin erile ayna tutması değil; erkekliğin kutsal alanını parçalamak, “erkek işi” sayılan şiddeti sahiplenmek. Sayara, erkek egemen şiddet oyununu onların dilinde konuşuyor ama kurallarını bükerek.
Cinsiyet Eşitsizliğinin Dövüş Salonu
Sayara’nın mekânı lüks bir spor salonu. Erkek bedeninin kutsandığı, protein tozlarının kutsal su gibi tüketildiği, kasların özgüven yerine geçtiği steril bir tapınak. Burada kadın zaten bir yabancı. Göçmen, düşük statülü, edilgen bir hizmet figürü. Bu tablo, İstanbul’un neoliberal sınıf hiyerarşisini de birebir yansıtıyor: sermaye babadan oğula geçiyor, göçmen emeği ise ter akıtmaya mahkûm. Yonca’nın Barış’a teslim oluşu, bu sınıf/cinsiyet kesişiminde sadece bireysel bir “yasak ilişki” değil; eril tahakkümün gövde gösterisi.
Tecavüz sahnesi, Evrenol’un tüm filmografisinde olduğu gibi, seyirciyi rahatsız etmeyi amaçlıyor. Burada amaç pornografik şiddet değil; sistemin kurbanı nasıl rutinleştirdiğini göstermek. Çünkü Barış ve arkadaşları yalnızca kadın bedenini parçalamıyor, “intihar raporu” ile gerçeği de tecavüze uğratıyor. Devlet, hukuk, aile—hepsi erkeklerin çıkarına çalışıyor. Kadın ölürken erkekler serbest.
Feminist film teorisi (Carol J. Clover’dan Barbara Creed’e kadar) genelde korku sinemasında kadın bedeninin kurban, “final kızının” ise kurtarıcı olduğunu söyler. Korku-gerilim filmlerinde hayatta kalan kadın, erkeğin şiddetinden kurtularak filmdeki son zaferi temsil eder ancak bu figür genellikle pasif bir hayatta kalma içgüdüsüne dayanır ve eril şiddeti yeniden üretmez.
Sayara’da durum farklı: Sayara yalnızca hayatta kalan değil, saldıran, biçen, lime lime eden. Erkeklerin kutsal fallik gücünü kesip atmakla da yetinmiyor, onların etiyle ziyafet çekiyor. Bu, “erkekliğin hadım edilmesi”nden daha vahşi: bir tür antropofajik hesaplaşma.
Burada Evrenol, erkek egemen şiddet anlatısını ters yüz ediyor. Sayara, eril şiddeti taklit etmiyor; onu mülksüzleştiriyor. Bu anlamda film, kadın bedeninin “cinselliğiyle korkutucu” kılındığı tüm anlatılara da meydan okuyor. Sayara’nın dehşeti erotik değil; kaslı, kanlı, saf şiddet. Dişil beden artık kurban değil, katil.
Devletin Babası, Kadının Yumruğu
Filmin en ilginç detayı, Sayara’nın babası: Sovyet sambo şampiyonu, derin devlet figürü Şamil Bazarov. Normalde erkek intikam filmlerinde baba figürü, oğluna “adalet” öğretir. Burada baba, kızına dövüş öğretiyor. Yani erkek şiddet geleneği, bir kız çocuğuna devrediliyor. Bu devrin sonucu, “kadının erkekliğe saldırısı.” Kadın, artık kurban olmamak için erkekliğin kodlarını çalıyor. Devletin öğrettiği taktiklerle devlete karşı savaşıyor.
Kadınların adalet bulamadığı, yasaların erkeklerin cebine girdiği bir ülkede, Sayara’nın kan banyosu salt tür sineması değil; bir toplumsal fantezi. Seyircinin içindeki öfkeyi dillendiren, bastırılmış adalet arzusunu tatmin eden bir tür ritüel.
Evrenol’un sineması her zaman “ucuz” gibi görünen tür kodlarını bir toplumsal ayna olarak kullandı. Baskın’da erkekliğin polis üzerinden cehenneme dönüşünü gördük. Housewife’da kadınlığın baskılanmış travmasını. Sayara ise doğrudan bir saldırı: “Erkek dünyasını, onun kutsal alanını, onun gücünü kadın da parçalayabilir.”
Sayara, bir “kadın vigilante” filmi olmanın ötesinde, feminist bir şiddet manifestosu. Burada adalet, mahkeme salonunda değil, yumrukta, tekmede, ısırıkta. Can Evrenol, intikam temasını Yeşilçam’ın bilinçsiz tekrarlarından kurtarıp feminist öfkenin kanlı bayrağına dönüştürüyor. Kadın artık kurban ya da kurtarılacak nesne değil; erkek dünyasının şiddet tekellerini kıran bir fail. Sayara, istisnai bir örnek olarak, seyirciyi kadın bedenini arzulamaya değil, onunla özdeşleşmeye zorluyor.
Çünkü mesele sadece intikam değil; mesele, kadının erkek dünyasına dalıp, onun en güçlü sandığı silahlarını ele geçirip, geri kafasına geçirmesi ve ortalığı dağıtacak bu filmin bu kadar az konuşulması benim canımı sıkıyor ama o başka bir yazının konusu!