blank

İnsan sinemaya aşık olmayagörsün. Hani Berkun Oya’nın “Cici” filminde Olgun Şimşek’in şimdiden klasikler arasına girmiş bir tiradı var: Aşık olduğu kızın sigara içişini tadını çıkara çıkara izlemiş, yıllar sonra onu anlatıyor. Benim bu yazım da biraz böyle bir duyguyla başlıyor.

Bakırköy 74 sinemasını bilenler bilir. 80’ler ve 90’lar… Çocukluğum, ilk gençliğim… Sinemaya gitmediğim zaman pek az. Okul çıkışlarımda 74’ün giriş merdivenlerine asılan gelecek program afişlerine bakmaya giderim. Bazen blanköyle bir filmin geleceği haberini alırım ki, artık her gün sık sık o afişe bakmak için sinemaya en az birkaç dakika uğrarım.

1998 yılında “Cehennem Silahı” (Lethal Weapon) serisinin 4. filminin afişini gördüğümde de beynimden vurulmuşa döndüm. Afişte kocaman bir dört rakamı var. Hepsi bu kadar. Yeter de artar bile. En sevdiğim film serisidir. Bu seri ile tanışmam 90’ların hemen başında Bakırköy Renk sinemasında 3. filmi arkadaşım Serkan ile okulu kırıp bir sabah matinesinde izleyerek olmuştu. Filmin neşesine ve aksiyonuna aşık olmuştum. Sonra 1 ve 2’yi TV’de özel kanallarda ilk kez yayınlandığında izledim. Maalesef ülkemizin seriyle tanışması 10 yıl kadar gecikmeli oldu.

Dördüncü film ne yalan söyleyeyim bizi aksiyona doyurdu. Jet Li ile tanıştırdı. Ve ben bunun serinin artık en son bölümü olduğunu idrak etmiştim. O yüzden “Bir daha böyle büyük filmi hayatım boyunca nerede bulacağım” diyerek sinemada Cehennem Silahı 4’e tam 7 kere gittim.

Filmin bir otoban kovalamacası var ki dillere destan. Martin (Mel Gibson) ve Roger (Danny Glover) evlerini yakıp ailesini tehdit eden kötü adamları kovalarken, deli karakter Martin kendini naylon branda ile kaplı bir marangoz tırının içine atıyor. Ardından otobanda bir masanın üzerinde sörf yaptığı akıllara durgunluk veren sahneyi de filmi izleyenler iyi hatırlayacaktır.

blank

Filmi izliyorum izliyorum bana buradaki mobilya tırı bir yerden tanıdık geliyor. Bir şey kafama takıldı mı kolay kolay çıkmaz. Adeta seriden bir bölümü yaşıyorum. Çünkü 2. filmde Roger, uyuşturucu soruşturmasında bir ipucu olarak buldukları “Alba Varden” ismini bir yerlerden hatırlamaktadır. Roger bunun bir kadın ismi olduğunu tahmin eder. Film boyunca nereden hatırladığını düşünüp durur. Finale doğru, doğum günü kutlamasında teknesini ilk aldığı günkü eski video kayıtlarını izleyip nostalji yaşamak ister. İşte “Alba Varden” oradadır. Limanda tesadüfen kadraja girmiş bir yük gemisinin adıdır.

blank

İşte bendeki durum da böyle oldu. “Gözüm bir yerden ısırıyor” dediğim bu marangoz tırını yıllar sonra bir gün 1978 yapımı Christopher Reeve’li efsane Superman serisinin ilk filminde buldum. Lex Luthor bir füzenin koordinatlarını değiştirmek için askeri konvoyun önünü bir marangoz tırıyla kesiyor. İşte bu marangoz tırı aynı marangoz tırı.

blank

Hemen iyi de Superman ve Cehennem Silahı hem de 30 yıl arayla “Ne Alaka?” diyeceksiniz. Haklısınız. Hayli tuhaf. Ama konu yönetmen Richard Donner olunca esrar perdesini aralayabilmeniz daha kolay oluyor.

1970’ler ve 80’lerde adı sıkça Steven Spielberg ve George Lucas gibi diğer Hollywood dâhileriyle anılan “The Omen”, “The Toy” ve “Goonies” gibi unutulmaz filmlerin de yönetmeni olan Donner; 1978 yapımı Superman 1’in de yönetmeni. Bu sıradan bir yönetmenlik değil, çünkü uçan adamı perdede gerçekçi biçimde yansıtmak ilk kez bu filmle mümkün oluyor. Donner ve ekibinin işçiliği döneme göre kusursuz.

Tam 30 yıl sonra “Superman” serisini başlatan Richard Donner, bir başka efsane seriyi kapatırken Lex Luthor’un bindiği bu koca gövdeli aracı göreve geri çağırıyor ve müthiş bir kapışmanın baş rolüne oturtuyor. Bunu yaparken nasıl bir nostalji yaşadı ve neler düşündü kim bilir? Donner’ı geçtiğimiz yıl 91 yaşında kaybettik. Geriye “Komplo Teorisi”, “Maverick”, “16 Blok”, “Suikast Çemberi” gibi önemli filmler bıraktı ve filmler arasında kurduğu bağ sadece bu örnekle sınırlı değildi.

Gelecek hafta, 3. bölümümüzde tam da Donner’un kurduğu bağların bir diğerinden söz edeceğiz ve yıllar önce “Pembe Panter” serisindeki bir gülme gazı şakasının, Hollywood’da birçok filme ilham verdikten sonra nasıl olup da soluğu en son bir Türk filmi olan Aykut Enişte serisinde aldığına değineceğiz. “Ne Alaka?” diyenler kaçırmasın.

“Sinirimden Gülüyorum” ile haftaya buluşmak üzere.

Öteki Sinema için yazan: Yiğit Güralp
twitter.com/YigitGuralp
instagram.com/yigitguralp

[box type=”info” align=”” class=”” width=””]

Ne Alaka serisinin diğer bölümlerini okumak isterseniz:

[/box]

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Hollywood ve Tarihi Filmler

Son yıllarda abartılı kahramanlık hikayelerinin anlatılması ve tarihin alenen değiştirilmesi
blank

Sinemaya Devlet Kösteği

2019 yılında sudan nedenlerle film yasaklamaya açık kapı bırakacak yasal