y1p5ux9pqyq3gt5hbfgajy_zbqmg48yxwp2c8i6vcwwpwh_9swyzr6qqntno4m8hpjbeheaxewhhh4Animeleri genel anlamda seven bir izleyici olarak Death Note’un kalbimdeki yeri çok farklıdır. Zaten seri ile ilgili yazımı buradan bulabilirsiniz. Ancak animelerin live action denilen versiyonları ne yazık ki çizgi filmlerin o güzel tadını vermekten çok uzak oluyor. Bu durum Japon sinemacıların kusuru mudur yoksa bir animeyi sinema filmi yapmak gerçekten zor mudur ayrı bir tartışma konusu. İşin garibi bir animeye dayanmadan çekilen Azumi, Tokyo Gore Police, Western Django gibi filmler şu ana kadar anime tadını yakalayabildiğim ender sinema filmlerinden.

Bugün irdelemek istediğim film ise Death Note’un live actionlarını esas alarak devam eden ve mangadan bağımsız olarak çekilen L: Change the World. Filmin haberleri gelmeye başladığında Hideo Nakata’nın yönetmen koltuğuna oturacağını öğrenince oldukça sevinmiştim. Kendisi Ringu ve Karanlık Sular’daki başarısı ile korku filmlerine yeni bir soluk getirmiş, sevdiğim, saydığım bir yönetmendir.

Önceki iki live acton Death Note severler tarafından beğenilmemiş olsa da iki noktadan izleyiciyi yakalamayı başarıyordu; Ölüm tanrılarının CGI yaratımındaki başarı ve Ken’ichi Matsuyama’nın L’i yorumlamadaki müthiş performansı.

Normalde film seyircisi kötü adamla bağ kurar. En sevilen, karizmatik bulunan karakterler dünyayı kendi görüşüne göre düzeltmeye çalışan kötülerdir. Oysa ki Death Note külliyatına bakacak olursak ana karakter her zaman müthiş zekası, ilginç yaşam tarzı ile L’dir. Oturuşuyla, duruşuyla, yemek yemesi ile L her göründüğü sahnede seyirciyi çekerken Yagami Light başta ana karakter gibi dursa da ilerleyen bölümlerde seyirciden uzaklaşmaktadır.

Sanırım bu yüzden üçüncü film tam da seyirciyi vuracak şekilde L’e yoğunlaşıyor. Passion of the Christ’a paralel bir şekilde filmimiz L’in l_change_the_world_bson günlerini odaklanıyor (şimdi bazı okurlar spoiler verme diyecektir biliyorum ama filmin konusunu anlatmakla ayrıntıları ve sürprizleri spoil etmek ayrı şeylerdir sevgili okur). L ölüm defterine ismini yazarak ölümünün kendi elinden olmasını sağlıyor ve son 23 gününü kalan dava dosyalarını çözmeye adıyor.

Oysa ki olay örgüsü L’in hiç beklemediği şekilde gelişiyor ve kendini bio-teroristlerden kaçan bir kız ve bir oğlan çocuğun yardımı ile dünyayı kurtarmak için bir kovalamacanın ortasında buluyor. Kızın babasının labratuarında çıkan hava ile yayılan bir virüsün panzehirini bulmak için çıktıkları bu macerada L zekasını kullanarak yine bir çok tehlike atlatıyor. Öleceğini bilmenin verdiği rahatlıkla hareket eden L, çocuklarla kurduğu bağ sayesinde yaşam sevincini de tekrar kazanıyor. Film ilerleyen bölümlerde L’in insan tarafına yoğunlaşarak mangalarda pek değinilmeyen bir yöne çekiyor seyirciyi.

Nakata bir kaç aksiyon sahnesi dışında oldukça vasat bir filme imza atmış. Japonya’nın en ünlü korku yönetmeni olarak gösterilen birinden beklenmeyecek kadar basit sahnelerle dolu bir film. Hatta çekim yapılan kameradan mıdır bilemiyorum, TV filmi tadında kalitesiz bir görüntü mevcut. Teknik olarak Nakata’yı ilk defa bu kadar sıradan bulduğumu belirtmem gerekir. Nasıl böyle bir işe imza atmış anlamak güç.

lÖnceki filmlerdeki CGI başarısını ise bu filmde sadece bir kaç sahnede görmek mümkün. Ölüm tanrılarının dünyasına girmekten nedense kaçınılmış.

L’e gelecek olursak Matsuyama yine önceki performansları gibi muhteşem bir L olmuş. Çizgi filmde L’i nasıl görüyorsanız aynen kanlı canlı bir şekilde karşınızda duruyor. Kuş tünemesi gibi oturma tarzı, klavyeyi kilise organı çalıyormuş gibi kollarını yukarı aşağı sallayarak kullanması, sürekli şişe geçirilmiş şekerleme yemesi ile bildiğimiz L, Matsuyama’nın vücudunda can buluyor. Zaten filmi seyredilir kılan tek güzellik de bu.

Filmin bir eksisi de animede görülen bir çok karakteri bir kaç sahnede göstermek gibi bir yola gitmesi. Animeyi seyredenler kimin ne olduğunu bilse de seyretmeyen seyirci hiç düşünülmemiş. Ayrıca o karakterler de harcanarak haksızlık yapılmış.

L: Change The World karizmatik ismi ve oyunculuk başarıları ile seyredilebilecek bir film ancak hedef kitlesinin 17 yaş altı Japon seyircisi olduğunu söylemek gerek.

death-note-3

blank

Masis Üşenmez

1979 İstanbul doğumlu yazar ilk sinema deneyimini Superman ve Star Wars’la yaşayıp kendini çizgi roman ve bilim kurgu dünyasına atar. 2006 yılında "Öteki Sinema" kadrosuna katılır ve sitenin gelişiminde önemli rol üstlenir. Halen Öteki Sinema'da editörlük ve Cinedergi'de yazarlık yapmaktadır.

4 Comments Bir yanıt yazın

  1. Death Note anime serisini çok seven (hatta biraz daha abartalım bayılan) biri olarak itiraf etmeliyim ki ilk iki filmi de sevdim. Amma velakin Death Note külliyatı ile uzaktan yakından alakası olmayan bu üçüncü filmde Masis’in de söylediği gibi ana karakter olarak L’i eksenine alan basit bir thriller çekmişler. Sanırım Death Note’un popülaritesinden faydalanmak maksatlı çekilmiş art(!) niyetli bir film.

    Öylesine seyretmek eğlenceli olabilir (ya da olmayabilir, bilemedim).

  2. Bir de kuşların söylediğine göre Güney Koreli kardeşlerimiz Death Note’un yeni bir versiyonu için hazırlık yapıyorlarmış. Merakla bekliyorum…

  3. Sana katılmıyorum .anime serisiyle birebir alakalı olmasa bile,son anda değiştiren filmin bitiş sahnesini tekrardan anime de syrettiğimiz konuya başarıyla bağlıyor.keza anime serisindeki ”near” ve ”mello” karakterlerin nasıl olupta ”L” ye bu kadar bağlı olduklarını bu filmde açıkça görülüyor.

  4. Sevgili Orkun,

    Near ve Mello karakterleri animede bu filmden çok farklı bir şekilde anlatılıyor. Spoil etmemek için girmeyelim ama zaten animede geçmişleri ile ilgili sahneler var ve buradaki ile ben bi ilgi kuramadım.

    Zaten filmin anime ile ilgim var diye bir iddası da yok aslında live actionları temel alarak gidiyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Duyduğuna Güvenme: The Mimic (2017)

Müthiş bir işçiliğe sahip, heyecanla izlenen bir hayalet filmi olan
blank

L’Ilya (2001)

Japon Tomoya Sato’nun 39 dk.lık uzun kısa filmi L’Ilya’nın konusu