İmkansızı Uyarlamak: Moby Dick / Deniz Ejderi (1956)

21 Temmuz 2024

E. L. Doctorow gibi sıkı bir Melville uzmanının Composing Moby-Dick adlı şahane denemesinde “modern Amerikan edebiyatının kurucu eseri” olarak ilan ettiği, Doctorow’un yanı sıra Nathaniel Philbrick (Moby Dick’in esinlendiği Essex hadisesini ele alan In the Heart of the Sea kitabının yazarı) ve edebiyat eleştirmeni Harold Bloom gibi bu eser konusunda uzmanlaşmış isimlerin “şiirsel düzyazı” olduğunu öne sürdükleri Moby Dick gibi epik bir romanı 116 dakikalık bir filme sığdırmak olacak iş değil, özellikle Herman Melville’in romanında anlatıcı Ishmael’in ortadan kaybolup sanki onun yerine bizzat Melville’in geçtiği ve Ishmael profilinde birinin (o yaşta) asla bilemeyeceği şeyleri anlatmaya başladığı yüzlerce sayfalık kısım düşünüldüğünde bu çok daha berrak hâle geliyor. 20’li yaşlarında olduğunu öğrendiğimiz Ishmael’in sayfalar ilerledikçe (bilhassa balina avcılığını anlatan 24. bölümden sonra) Shakespeare, Avrupa tarihi, İncil, felsefi düşünce tarihi, antik çağlar, mitoloji ve İngiliz şiiri gibi konulara anormal seviyede hâkim olduğunu öğreniyoruz. Hatta Ishmael’in jeolojideki son gelişmeler (mesela tektonik plakalardan haberdar), Darwinizm ve kültürel antropoloji gibi güncel konularda bilgi birikimi var, o profilde genç bir delikanlı için mümkün değil bu. John Huston’ın senaryoyu yazması için tuttuğu Ray Bradbury bunun farkındaydı, o nedenle ders verir nitelikteki makalemsi bölümleri büyük ölçüde azaltmış, yine de filmin hayli belirgin bir felsefi derinliği var. Tabii Bradbury’nin önündeki tek sorun metnin ağır bölümleri ve şiirsel üslubu değildi.

Bradbury, John Huston’ın da katkısıyla, romanda geçen olayları azaltmak (ya da değiştirmek) durumunda kalmış. Ahab’ın gemiye gizlice soktuğu zıpkıncı ekip filmde yoktur. Bradbury beyaz balinayı ilk kez gören kişiyi değiştirir, filme farklı bir tat katar. Dikkat dağıtmamak için köpek balıklarını da senaryoya dahil etmez. Benim en çok üzüldüğüm eksiltme, bayrağı son anda çekiçle geminin direğine çakmaya çalışan Tashtego’nun bayrağa musallat olan şahini de direğe mıhladığı bölümün çıkarılması oldu. Queequeg’in iyileşme süreci de romandan farklıdır, Bradbury zekâsını konuşturur ve yabaniyi dostu Ishmael’in hayatını kurtarmak için iyileştirir. Romanda Pequod’ın seferi sırasında karşılaşılan 8+1 gemi vardır (“Rachel” adlı gemiyi iki kez görürüz), Bradbury haklı olarak bunu 2+1’e indiriyor. Yaptığı en önemli değişikliklerden biri (gemiye gizlice alınanlardan biri olan) Fedallah’ı (kendi deyimiyle) “gemiden atmak” olur. Bradbury’nin anlattığına göre, John Huston’a bunu teklif eder etmez usta yönetmen kabul ediyor. Bradbury bu önemli karakteri hikâyeden çıkarınca onun bazı repliklerini Ahab’a veriyor. Ancak Fedallah’ın kehaneti (“denizdeki cenaze arabası” ve “seni ancak ip öldürebilir”) hikâyeden düşüyor, yerini Elijah’nın seferden önceki gudubet kehaneti (“Bir gün denizin ortasındayken, kara olmayan bir yerde toprak kokusu alacaksınız ve o gün Ahab mezarına girecek ama bir saat içinde tekrar dirilecek. Dirilecek ve sizi çağıracak. Ve herkes, biri hariç herkes onu takip edecek.”) alıyor. Kitaba kıyasla filmin mistik yönü biraz zayıflıyor ama yine de film bu açıdan fena değil. Elijah’nınkine ilaveten Queequeg ve Peder Mapple’ın kehaneti andıran replikleri filmi çaktırmadan kuşatıyor. Buna o meşhur Aziz Elmo Ateşi (St. Elmo’s Fire) sahnesini de ekleyelim ve söyleyelim: Karşımızda kesinlikle mistik bir yolculuk var.

Melville romanın “Queequeg Tabutunda” adlı bölümünde, “İnsan türünde gerçekten gizemli ve korkunç olan şeylerden hiçbiri, bugüne dek ne sözle anlatılabilmiştir ne de kitaplarla. Her şeyi bir düzeye indiren ölümün eşiğinde, tüm gizler bir an çözülür gibi olur ama bunu ancak ölüler dünyasından geri dönebilecek bir yazar doğru dürüst anlatabilir”, der. Yazarın tarif ettiği kişi Ishmael’dir ya da bizzat onun kişiliğinde somutlaşmış olan kendisi. Bradbury senaryoda bu tip göndermelerden bilinçli bir şekilde kaçınır, doğrudan doğruya Ahab ve Moby Dick ekseninde bir anlatı kurmayı tercih eder.

Herman Melville Ishmael’i önce Manhattan’da, sonra New Bedford’da gösterir. Spouter-Inn’de (Fışkırtı Hanı) Queequeg’le tanıştırır, sonra Nantucket’a geçerler. 20. bölüme kadar Pequod’ın seferiyle ilgili bir bilgiye rastlamayız. John Huston, Bradbury’den burayı daha kompakt hâle getirmesini istemiş. Yine de filmde hızlı ilerlediğimizi söyleyemeyiz, Huston ana çatıyı kurmakta aceleci davranmaz. Balina avı gemisine yazılmaktan limandan ayrılış gününe kadar yavaş yavaş, sindire sindire ilerler. Gemiye kadarki bölümde favori sahnem Orson Welles’in canlandırdığı Peder Mapple’ın meşhur “Yunus Peygamber vaazı”. Neredeyse tüm filmi özetleyen bu olağanüstü Pazar seremonisi monoloğunun, Welles’in sinema kariyerindeki en önemli monologlardan biri olduğu düşünüyorum (Shakespeare tiratlarını bir kenara bırakırsak, The Third Man’deki “Guguklu Saat” monoloğundan sonra bence en iyisi). Sahne tasarımı itibariyle balina avcılığından geçinenlerin cemaatini oluşturduğu kilise müthiş düşünülmüş. Vaazı dinlerken kilisenin duvarlarında, hayatını kaybeden balina avı gemisi kaptanları ve mürettebatları için hazırlanmış anıt yazıları görürüz. Huston, Welles’in çıktığı kürsüyü parça parça bize gösterir. Olağanüstü bir imgelemdir perdeye/ekrana yansıyan. Keşke bu filmi sinema perdesinde seyretme şansımız olsaydı.

Ahab’ı önce buğulu bir camın ardından gösterir bize Huston. Daha sonra sadece balina kemiğinden yapılma tahta bacağının güvertede çıkardığı sesi işitiriz, Melville romanda bunu “bir tabuta vurulduğunda çıkan sese” benzetir. Huston zamanı sözcüklerle inşa eder, Ahab’ın her gece güverteye çıktığını başkalarından duyarız. Melville’in balinayı saklaması gibi, Huston da bizden Ahab’ı saklar. Zamanla Ahab’ın çevresinde gizemden mürekkep bir hâle oluşuyor. Merak ediyoruz, bir şey geliyor ama ne? Ve o inanılmaz sahnede, tüm mürettebat diz çökmüş hâlde güvertenin döşemesini fırçalarken Ahab ilk kez tam anlamıyla görünür. Tanrısal bir duruş atfeder ona Huston. Tüm mürettebat yerde diz çökmüş, Ahab ayakta. Mürettebat sanki ona secde ediyormuş hissi uyandırır yönetmen. Mükemmel bir giriş planı!

blank

Hemen ardından ilk önemli hamlesini yapıyor Bradbury. Hiç bekletmeden Ahab’a 16 dolarlık İspanyol altınını çaktırıyor direğe. İşte hikâye akışına yakıtını pompalayan türden bir müdahale. Bunu denizci yeminini simgeleyen bir ritüel izler. Artık biliyoruz, tüm öykü dikotomiler üzerinden hareket edecek. Başta dini bütün Quaker Starbuck olmak üzere mürettebatın varlık sebebi zaten paraydı, Ahab’ınki ise intikam! Maddi amaca karşılık manevi gaye! Her şeyin göründüğü bir gökyüzü ve altında nelerin olduğu belli olmayan bir okyanus. Film boyunca Ahab mistik olanı, paranormal olanı yanına almasını iyi biliyor, o nedenle gemiciler gözünde o bilge bir deniz tanrısı. Aziz Elmo Ateşi sahnesi bu bağlamda favorim.

Ishmael ile Queequeg, Starbuck ile Ahab, Ahab ile Moby Dick karşıt görüş ve düşünceleri simgeleyen farklı merkezler gibi hareket ederler. Sürekli bir çatışma durumu söz konusudur. İsyan söz konusu olduğunda buna Starbuck ile Stubb&Flask karşıtlığı eklenir. Rüzgâr kesildiğinde gemiciler hafiften kafayı yemeye başlarlar ve gemide şiddet baş gösterir. Doğa, Tanrı ve Moby Dick yeni düşmanlar kazanır, ha keza Ahab da… Gerginlik mütemadiyen tırmanıyordur.

Herman Melville romanını öyle bir tasarlamıştır ki, orada olmayanın varlığı/ağırlığı tüm sayfalara karabasan gibi çöker. Halbuki beyaz balina Moby Dick kitabın son sayfalarında ortaya çıkar. Kulağa inanılmaz geleceğini biliyorum ama yazayım, 566 sayfalık Rinehart edisyonunda 537, 688 sayfalık Yapı Kredi Yayınları versiyonunda 655. sayfada ortaya çıkar Moby Dick. Ama Melville’in anlatısı bizi o pik noktaya kadar bir merdiven gibi taşır, balina görüldüğünde âdeta nefesimiz kesilir, “Nihayet!” diye haykırırız. Umutlar, hayaller ve ölüm Beyaz Balina Moby Dick’te cisimleşir. Kitapta son 3 bölüm inanılmazdır. John Huston da benzer bir yöntem izler, balinayı mümkün olduğunca sona saklar. Kitaptan farklı olarak bazı önemli figürlerin gemide değil, av sandalında (ve suda) ölmesine karar verir.

Romanda yer almayan öğeler kapsamında Bradbury’nin en büyük katkısının, “deniz ejderinin evi” olarak Bikini Atolünü göstermesi diyebilirim. Filmin çekimlerine 1954’te başlandığı göz önünde bulundurulduğunda, 1 Mart 1954’te patlatılan insanlık tarihinin en büyük üçüncü nükleer bombası olan 15 megatonluk Castle Bravo’ya atıfta bulunulduğu kesindir. Her ne kadar Moby Dick filmi 1956’da gösterime girmiş olsa da ilk Godzilla filmi Gojira’nın (1954) küçük kardeşi değil, ikizi olduğunu öne sürebilirim. Bu da Beyaz Balina Moby Dick’in farklı analizlerine imkân tanır. Ama bu başka bir yazının konusu…

Peki ama nedir Moby Dick, albino bir ispermeçet neyi simgeler? Edebiyat eleştirmeni Harold Bloom balinanın beyaz olmasına takar mesela. O katıksız renksizlik cezbeder onu. Nedir “beyaz”? Kulağa ilginç gelecek ama beyaz gerçek bir renk değildir. Isaac Newton beyazın üç ana ve ara rengin karışımından oluştuğunu kanıtlamıştır ama kendisi bir renk değildir. Aslında renksizliktir, boşluktur der Bloom. Hatta bir adım daha giderek, Cormac McCarthy’nin Blood Meridian’ındaki Yargıç Holden’in albino olmasını Moby Dick’e atıf olarak değerlendirir. Kar beyaz bir dağı andıran Moby Dick ürkütücülüğünü bir bakıma eşsiz rengine de borçlu gibidir. Ama neden albinodur bu balina?

blank

“En yüce dinlerin en kutsal geleneklerinde beyazlık, kusursuzluk ve lekesiz Tanrı gücünün belirtisidir” diye yazar romanın “Balinanın Beyazlığı” bölümünde Melville. Ve beyaz köpekbalıkları ve kutup ayılarından hareketle balinayı beyaz yaptığının işaretlerini verir. Melville’in notlarına göre, onların beyaz olmasındaki dayanılmaz korkunçluğun asıl nedeni, bu hayvanlardaki insafsız yırtıcılığın tanrısal bir saflığın ve sevginin kılığına bürünmüş olmasıdır; böylece kutup ayısı ve büyük beyaz, birbirine böylesine aykırı iki duyguyu aynı bedende bir araya getirerek, alışık olmadığımız bir karşıtlıkla ürkütür bizi. Ama sanki felsefi argümanları kapıştıran bu eserin ruhunda beyaz rengin içinde barındırdığı derin çelişkiyi, o dipsiz doruksuz tekinsizlik duygusunu aşan bir durum vardır sıkça. Gelin bunu biraz açıp, balinanın neden beyaz olduğuna dair kendi teorimi paylaşayım.

Kitabın “Avukat” adlı bölümünde Ishmael, “Dünyanın dört bir bucağında yanan tüm kandiller, lambalar, mumlar, bizim sayemizde, bizi (balina avcılarını) onurlandırmak için yanar”, der. Filmde Starbuck “Bizim görevimiz, balinaları avlayıp dünyadaki bütün lambalar için onlardan yağ elde etmektir”, der. İspermeçetten elde edilen yağ, kitabın yazıldığı dönemde bir numaralı kandil yağıydı. Ayrıca bu yağdan uzun süre dayanan mum üretiliyordu. Hâliyle ispermeçet balinası ışığın kaynağıdır ve ışık da bir numaralı aydınlanma (enlightenment) metaforudur. Onun sayesinde çalışma hayatı karanlıkta da devam edebilir ve yine onun sayesinde insanlar karanlıkta yazabilir, okuyabilir. Aydınlanmanın kaynağı ışıktır ve ışığın görevi karanlıkta olanı aydınlatmaktır.

Peki yeryüzüne vuran en büyük ışık kaynağı nedir? Tabii ki Güneş. Bilin bakalım Güneş’in rengi nedir? Güneş’in gerçek rengi beyazdır, zaten Güneş beyaz olmasaydı, karlarla kaplı bir bölgeyi beyaz görmezdik der astrofizikçi Neil deGrasse Tyson.

Görüldüğü üzere Moby Dick, iki büyük aydınlanma metaforunu (kandil/mum ve Güneş) kendi bünyesinde birleştirmiş gibidir. Hatta Melville romanın 73. bölümünde iki ayrı türde balinanın, kuzey balinası (right whale) ile güney balinasının (sperm whale/sperm balinası/ispermeçet), iki filozof (ve düşünce akımı) üzerinden bir kıyaslamasını yapar ve kuzey balinasını Locke’çu (Stoacı), güney balinasını ise Kant’çı (Platoncu) olarak nitelendirir. Dikkat buyurun, kandil yağı çıkartılan balinaları Akıl Çağı’nın iki büyük filozofuna benzetiyor. Bilhassa Moby Dick’in de türü olan ispermeçeti Immanuel Kant’la ilişkilendiriyor, yani aydınlanma düşünürlerinin zirvesindeki isimle, aydınlanma hakkında yazılmış ilk büyük metni (“Was ist Aufklärung? / Aydınlanma Nedir?” adlı makale) kaleme alan filozofla. Tabii isteyen hâlâ anlatıcının 1800’lü yıllarda 20’li yaşlarında bir gemici (Ishmael) olduğu varsayımıyla ilerleyebilir.

Şimdi, bembeyaz bir ispermeçet balinası olan Moby Dick’in peşinde kim(ler) var, ona bakalım. İspermeçet balinasının peşinde ondan yağ çıkarıp satmayı planlayan balina avı gemileri var. Bunlar belirli bir ortaklık payıyla yola çıkılan ticari gemiler. Pequod’ın başında Kaptan Ahab var, sağ kolu Starbuck. Evet, Starbuck’s markası adını bu kıdemli kaptan yardımcısından alıyor çünkü bu kaptanın iki önemli özelliği var. İlki, çoluk çocuk sahibi tutucu bir Amerikalı muhafazakâr olması (hatta “Tanrı bizi balina avlamamız için yarattı” diyor), ikincisi, işine bağlı, tecimsel gayeyi her şeyin önünde tutan çalışkan ve deneyimli biri olması (Ahab 34. Bölümde Starbuck’ı aşağılayarak ona “küçük pay düşkünü / little lower layer” der).

blank

Ahab ve Starbuck’ın tutucu bir inançtan (Quaker) gelmeleri tesadüf değildir. Doctorow, Melville’in bu konudaki tercihleri (Nantucket, Quaker) hakkında sağlam bir çıkarımda bulunur. Long Island’daki büyük bir balinacılık limanı olan Sag Harbor’un kitapta adı geçmesine rağmen balinacıların Nantucket’tan olmalarını Quaker mezhebinin bölgede yaygın oluşuna bağlar. Melville romanda aynen şöyle yazar: “Nantucket Quaker’ları tüm denizcilerin ve balina avcılarının en kana susamış olanlarıdır. Savaşçı Quaker’lardır bunlar: Quaker’ların en azgınlarıdır.” Demek ki aydınlanmayı simgeleyen beyaz balinanın peşinde kendini balina avına adamış, azimli ve işinde iyi olduğu şüphe götürmeyen iki köktendinci var: Ahab ile Starbuck.

Fakat Ahab ile Starbuck belirli bir noktadan sonra karşı karşıya geliyorlar, burası önemli. Bu kırılma anından itibaren Ahab’ın kalbi/ruhu, Starbuck’ın ise beyni/bedeni temsil ettiğini söyleyebiliriz. Starbuck maddi olanın (materyalist tatminin) peşinde, Ahab ise kesinlikle manevi olanın (ruhani tatminin). Hatta filmde Kaptan Ahab’ın neden beyaz balina Moby Dick’in peşinde olduğuna dair müthiş bir repliği vardır, Starbuck ile Ahab’ın bakış açısı farklılığını ortaya seren monoloğu aynen paylaşıyorum: “Eğer onurumu kırarsa güneşe bile saldırırım ben! Bak, Starbuck, bütün nesneler kartondan birer maskeden başka bir şey değildir. Anlaşılmaz ama mantıklı bir şey ona şeklini verir. Beyaz balina bana görev verdi. Zorlu bir görev. Ama o sadece bir maske. Benim esasen nefret ettiğim, o maskenin arkasındaki. Zamanın başlangıcından bu yana, insana çok büyük bela olan ve korkutan en kötü şey. Bizi hemen öldürmeyen yarım bir insan olarak yaşamamıza izin veren, soyumuzu yaralayan ve kötürüm eden şey.” Ahab’ın bu repliğinin Platoncu olmadığını kim öne sürebilir? Ki kitabı okuyanlar iyi bilir, anlatıcı (Ishmael/Melville) Platon’u hor gören biridir. Filmde Ahab, “hareket etmeyen ilk hareket ettiriciye” de göndermede bulunur: “Fakat eğer koca güneş bile Tanrı’nın görünmeyen gücü olmadan hareket edemiyorsa, benim küçük kalbim nasıl çarpabilir, beynim nasıl düşünebilir Tanrı onların çarpmasına ve düşünmesine ve yaşamalarına izin vermese? Tanrı sayesindedir ki bizler bu dünyada tıpkı şu bocurgat gibi dönüp duruyoruz ve kader de bize yön veren maniveladır.” Evet, Ahab insanı “başka bir şey” (bir bilinmez) tarafından hareket ettirilen bir makineye benzetmektedir ve derdi o görünmez duvarı aşıp o bilinmeze erişmektir, bunun yolu da o balinayı öldürmekten geçer.

Starbuck, Ahab’ın intikamı duygusunu bir türlü rasyonalize edemez ve tartışmaları sırasında “kâfirlikle” itham ettiği Ahab’a aynen şöyle der: “Akılsız bir hayvandan, sana ancak içgüdüsüyle körü körüne saldıran bir hayvandan öç almak ha! Delilik bu! Akılsız bir yaratığa böylesine öfkelenmek, dine imana da sığmaz kaptan.” Roman (ve film) boyunca aklın ve ruhun o bitimsiz savaşına tanıklık ederiz. Doğaya karşı insanı, insana karşı insanı ele alan bir Akıl Çağı eleştirisi içerir eser. Ray Bradbury ve John Huston bu içeriği mümkün olduğunca korur, tartışmanın önemini ve derinliğini az çok hissederiz.

Gelelim filmin/romanın o olağanüstü finaline… Roman da film de paranormal olanın, akıl dışı olanın varlığını kabul ederek yapar aydınlanma eleştirisini. Bilim (hâliyle insan türü) hangi sınıra ulaşırsa ulaşsın, onu bekleyen akıbetten kendini asla kurtaramaz. Beyaz balina Moby Dick uçsuz bir okyanusun ortasında -Doctorow’un tabiriyle- “Batı medeniyetini komple yutmuş” (yok etmiş), kendisiyle beraber karanlığa gömmüştür. Evet, okumayı, öğrenmeyi ve aklı simgeleyen Ishmael (“anlatıcı”) kurtulmuştur ama nasıl? Haritalarda yer almayan Kokovoko diye bir yerde doğmuş, usdışı inançlara sahip, okuma-yazması olmayan bir vahşi olan ve bedeni “hakikati bulma sanatı üstüne gizemli bir incelemeyi andıran dövmelerle dolu” yamyam Queequeg’in öleceğini anladıktan sonra yaptırdığı ahşap tabut sayesinde!

Melville başyapıtı Moby Dick’te rasyonel olanın akıbetini irrasyonel olana bağımlı kılmayı seçer, biri olmadan diğeri var kalamaz. Doğayı zapturapt altına alma çabası eninde sonunda boşa çıkacak, hatta topyekûn yok oluşu beraberinde getirecektir. Adorno ve Horkheimer’ın “makine biçimindeki yabancılaşmış akıl” (ratio) diye tarif ettiği “modern insan aklı”, doğanın gizemli labirentlerinde kaybolmaya mahkûmdur. Bu harikulade epik roman ve ondan uyarlanan John Huston filmi, özünde bunu anlatır.

Kaynaklar

  • Bradbury, Ray. GREEN SHADOWS, WHITE WHALE, 1998, Harper Perennial, ABD.
  • Doctorow, E. L. CREATIONISTS: SELECTED ESSAYS, 1993-2006, 2006, Random House Trade Paperback, New York: ABD.
  • Melville, Herman. MOBY DICK: BEYAZ BALİNA, 2015 (7. Baskı), Çev: Sabahattin Eyüboğlu – Mîna Urgan, Yapı Kredi Yayınları, Türkiye.
  • Melville, Herman. MOBY DICK; OR, THE WHALE. 1979, University of California Press, ABD.
  • Philbrick, Nathaniel. WHY READ MOBY-DICK?, 2013, Penguen Books, ABD.
  • imdb.com/title/tt0049513

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Tohumdan Sofraya Gıda Tahakkümü: Food Inc. (2008)

Gıdanın endüstriyel hale getirilerek birkaç şirketin ellerine teslim edilmesini ve
blank

The Pervert’s Guide to Cinema (2006)

''Sinema, en sapkın sanat biçimidir!'' Modern kültürel felsefenin Elvis'i olarak