Hollywood’un “ısıtıp ısıtıp önümüze koyma” (remake) sevdasının son kurbanı efsanevi Running Man oldu. Arnold Schwarzenegger’in o sarı tulumuyla hafızalarımıza kazınan, döneminin en sağlam medya eleştirilerinden birini sunan Running Man (Ölüme Koşan Adam), yeni versiyonuyla vizyonda. Ama size baştan söyleyeyim: Sinema salonuna koşacağınıza, paranızı cebinizde tutup aksi istikamete koşun.
Akasya’nın Imax salonunda filmi izlerken aklımda tek bir cümle: “Bu senaryoyu kim onayladı?” Acaba diyorum, senaryoyu, yönetmenin 7 yaşındaki yeğenine mi yazdırdılar? Öyle olmalı çünkü filmin senaryo matematiği tam olarak ilkokul çağındaki bir çocuğun hayal dünyası seviyesinde. Hani eline iki aksiyon figürü alan çocuk, “Çiuuvvv, bam güm, şimdi buradan lazer attı, sonra dev bir robot geldi!” diye bağırır ya… İşte filmin mantık örgüsü tam olarak bu.
Glen Powell, o meşhur çarpık gülüşüyle her sahneden “yırtmaya” çalışıyor ama nafile. Karakter motivasyonları? Sıfır. Diyaloglar? İlkokul müsameresi tadında. Olay örgüsü? Mantık tatile çıkmış. Bir filmin bu kadar pahalı görünüp, içini bu kadar boşaltmayı nasıl başardığını incelemek için üniversitelerde ders olarak okutulmalı.
Orijinal eserin ve hatta 87 yapımı filmin olayı neydi? Gerilim. Çaresizlik. İnsanın insana ettiği zulmün medya aracılığıyla bir şova dönüştürülmesi.
Bu yeni filmde ise her şey o kadar abartılı, o kadar “büyük” ki, hiçbir şeyin ağırlığını hissedemiyorsunuz. Patlamalar, CGI (bilgisayar efekti) çorbası, yerçekimine meydan okuyan değil, yerçekimiyle dalga geçen aksiyon sahneleri… Yönetmen belli ki “Ne kadar çok gürültü çıkarırsak, senaryonun sığlığı o kadar anlaşılmaz” diye düşünmüş. Ama yanılmış. Bu kadar abartı, seyirciyi aptal yerine koymaktan başka bir şey değil.
Stephen King’in (Richard Bachman takma adıyla yazdığı) o karanlık distopyası, medyanın gücünü ve toplumun kan arzusunu eleştirirdi. Yeni Running Man ise eleştirdiği şeye dönüşmüş: İçi boş, ruhsuz, sadece tüketilmek için üretilmiş bir video oyunu.
Orijinal hikayenin (ve 87 yapımı filmin) en korkutucu yanı, o distopik geleceğin olabilirliğiydi. İnsanların yoksulluktan kırılırken, televizyondaki kanlı bir şovla uyuşturulması fikri midemize bir yumruk gibi inmişti.
Yönetmen Edgar Wright, elindeki malzemeyi alıp bir Instagram filtresinden geçirmiş. Filmdeki “medya eleştirisi” o kadar karikatürize, o kadar yapay ki; izleyici olarak o dünyanın gerçekliğine bir saniye bile inanamıyorsunuz.
Filmde arenadaki vahşeti izleyen stüdyo seyircileri, kan isteyen manyaklar gibi değil de, sanki zorla oraya oturtulmuş figüranlar gibi duruyor. Black Mirror izlemiş, sosyal medya linçlerini yaşamış, günümüzün dijital histerisini iliklerine kadar deneyimlemiş bir nesle dönüp de ilkokul seviyesinde “Televizyon kötüdür, sizi kandırırlar” temsili sunamazsınız. Bu devirde medya eleştirisi yapacaksanız zeki olacaksınız! Medya eleştirisinin çalışması için ekrandaki şiddetin rahatsız etmesi gerekir. Glen Powell 50 metreden düşüp burnu bile kanamadan kalkıp espri yaptığında, “canlı yayınlanan ölümün” hiçbir ağırlığı kalmıyor.
Film, en azından bir şeyi başarmış, eleştirdiği şeye dönüşmüş: İçi boş, ruhsuz, sadece tüketilmek ve unutulmak için üretilmiş parlak bir TikTok videosu. Bu kadar ciddiyetsiz bir kurgunun içinde, “Sistem sizi sömürüyor” alt metni okumaya çalışmak, lunaparktaki çarpışan arabalara binip trafik kurallarından bahsetmeye benziyor.
Eğer beyninizi kapıda bırakıp, iki saat boyunca ekrana fırlatılan renkli ışıklara ve anlamsız patlamalara bakmak istiyorsanız, buyrun izleyin. Ama gerçek bir bilimkurgu, sağlam bir aksiyon ya da zeka pırıltısı arıyorsanız; yeni Running Man bu yılın en büyük zaman kaybı.
