Sinemada Gökyüzü Şehirleri ve Saldırgan Yapılar

3 Mayıs 2023

Türkiye’de Jetgiller adıyla gösterilen çizgi dizi The Jetsons (1962), gelecekteki gökyüzü şehrinde geçen komedi maceralardan oluşur. Yaşam alanları yükseldikçe yükselmiş, bulutların üzerine stratosfere ulaşmıştır. Zengin yoksul ayrımının bulanıklaşmış olduğu idealize edilmiş gelecek dünyasında Jetgil ailesi aslında orta sınıfa aittirler. Sahip olduklarına bakınca sanki dünyanın en ayrıcalıklı ailesi gibi görünseler de bulutların üzerindeki geniş, her türlü ileri teknolojiyle donatılmış evleri, uçan araçları, her işlerini tek bir düğmeye dokunarak halledebildikleri pek çok cihaz herkesin ulaşabildiği şeylerdir. Mesleklere bağlı bir sınıfsal üstünlük anlayışı görülse bile bu yaşam koşullarına, mimariye ve şehir planlamasına yansıtılmamıştır. Gökyüzü şehrinde şirket sahipleri de bina görevlileri de yeterince varlıklı ve eşit görünür.

blank

Jetgiller‘de şehir tasarımı için “googie” mimari görselleri baz alınmıştı. İkinci Dünya Savaşı cehenneminden sonra geleceğe umut dolu bir bakışı yansıtan, 1970’lere kadar süren bu mimari akım yoğun cam, çelik ve neon kullanımına yer vermiştir. Googie asimetrik konumlandırılmış geometrik formlar, uzay gemileri ve uçan daire imgelerini andıran elips ve eğrisel şekiller gibi hareket ve dinamizmi simgeleyen, dikkat çekmeye odaklı Uzay Çağı tasarımlarıyla karakterize edildi. Dünya artık bilgi ve teknolojinin gerektirdiği bir ideal uygarlıkta yaşamaya hazırlanıyordu. İşte Jetgiller‘in gökyüzü şehrinde yaşayanlar da bu masal dünyanın düşsel toplumuydu.

Geleceğe pembe gözlüklerini çıkarıp bakan bilimkurgu filmlerinde ise gökyüzü şehirleri uygarlığın ulaştığı sınırları ifade ederken bu gösterişin içinde o şehri yapan ve yaşamasını sağlayan yığınlar için ölümcül olan bir düzeni gizlerler.

METROPOLİS’İN PİRAMİTLERİ

Ayrıcalıklı yaşamın hangi acılar ve hakkı verilmeyen emekler üzerine inşa edildiği anlatımına yer veren ilk yapıtlardan olan Metropolis‘in (1927) hemen başında gökyüzünü kaplayan gökdelenlerle karşılaşırız. Ardından şehrin derinlerindeki yaşam da gösterilir. İşçiler yer altına kurulmuş makinelerin işlerliğini sağlamak üzere, durmaksızın ve gün yüzü görmeden çalışırlar. Bazıları yorgunluktan düşüp bayılır, yaşanan kazalarda pek çok işçi can verir. Filmin doğrudan gösterdiği şekilde, işçiler yükselen şehirdeki zevk düşkünü yaşamın sürmesi için kurban edilmektedirler. Üstelik yaşam yerleri bile yer altındaki devasa mağaralarda inşa edilmiş evlerdedir. Yapay ışıklandırmayla aydınlatılan bu ortam keskin şekilde ayrışmış olan sınıfların sınırlarını gösterir ve emekçilerin sürüp giden kölelikten farksız yaşamlarını gözümüze sokar.

blank

Kan ve terin karışıp durduğu yer altında çile doldurulurken zenginler yukarılardaki zevk bahçelerinde ve olağanüstü teknolojilerle dolu evlerinde keyif sürmektedirler. Gökdelenler arasında usulca ilerleyen uçan araçlarıyla seyahat eder, Babil Kulesi diye adlandırdıkları binalarda yaşarlar. Tanrıların yukarıda, lanetlilerin yer altında olduğu mitsel düzenin kapitalist sistemdeki çarpıtılmış yansıması mimariyle görünür olur. Ne kadar büyük ve yüksek olursa o kadar görkemli sayılan şehirlerin en tepesinde, tüm olanaklara erişenler bulunabilir. Yoksul, istenmeyen, dezavantajlı, suça itilmiş halk da yeryüzüne bitişik ya da yer altındadır. Değil kendileri, küçük çocuklarının bile yukarılardaki eğlence alanlarına, bahçelerine çıkmasına izin verilmez.

Metropolis‘teki temayı birebir kullanan Star Trek: The Cloud Miners (1969) bölümünde bulutlar üzerindeki gökyüzü şehri Strato’da refah içinde yaşayanlar ile onlara bu zenginliği kazandıran madeni çıkarmak için yer altında çalışanlar arasındaki sosyal konum farkı konu edilir. Gökyüzündeki sanat ve lükse boğulmuş yaşam için hayatlarını kötü koşullarda geçirenlerin herkesle birlikte Strato şehrinde yaşama talepleri sınıfsal farklarından ötürü geri çevrilmektedir.

blank

Astro Boy‘da (2009) dünya iyice kirlenip yaşam koşulları kötüleşince bilim insanları gökyüzünde bir cennet şehri yaratma projesine girişmiş ve bir dağı gökyüzüne kaldırmayı başararak eteklerine Metropolis şehrini kurmuşlardır. En son teknolojiler ve gelişmiş araç gereçlerle dolu bu şehirde yaşayan azınlık, en üst düzey refaha ulaşmışken şehrin çöpleri, atıkları ve hurdaları çöplüğe dönmüş olan yer yüzüne dökülür. Alita: Savaş Meleği (2019) yoksul yerleşimlerin zenginlerin atık alanı olması anlatımını daha da ileri giderek verir; gökyüzü şehri Zalem’in atıkları şehrin altındaki anüs benzeri açıklıktan yeryüzüne boşaltılır. Yerdekiler ise Zalem’dekilere besin ve enerji üretmek üzere çalışır dururlar.

En zenginlerin, bulutların üzerine kadar yükselen gökdelenlerin tepesindeki Olimposlarında yaşadıkları yapımlardan biri de Değiştirilmiş Karbon (Altered Carbon, 2018) dizi filmidir. Aerium adı verilen gökyüzü şehrine yalnızca belli kimseleri taşıyan uçan araçlarla çıkılır. Sıradan insanların kalabalığı arasında yaşamak istemeyen varlıklı kimselerin günahkar dolu cennetinde, yeryüzündekilerin akıl edemeyeceği eğlenceler ve köleleştirilmiş insanlara yapılan canilikler süregider.

YÜKSELME YANILSAMASI

Alita‘da yeryüzündeki en yüksek binalar, sanki umutsuzca Zalem’in düzeyine ulaşıp ona tutunmaya çalışıyorlarmış gibi görünürler. Yeryüzündekilerin gökyüzü şehrindeki yaşama özenmelerini ve bir fırsatını bulup kapağı oraya atmaya çalışmalarını yansıtan bu görüntü, yüksekliğin ezdiği kimselerin de yükselme ve onları ezenlerin parçası olma arzularını ortaya koyar.

blank

Türk sinemasının başyapıtlarından Acı Hayat (1962) filminde, kendilerine kiralık ev arayan nişanlı çift Mehmet ve Nermin uygun fiyata ancak bakımsız ahşap evler bulabilir, Nermin ise yükseklerden manzaraya bakan ama yalnızca yüksek gelirlilerin kiralayabildiği lüks apartman katlarına özlem duyar. Betonarme konutların lüks yuvalar olduğu algısı dönemin daha pek çok filminde de görülür. O yıllarda tek veya iki-üç katlı, bahçeli ama bakımsız kaldığı için eskimiş görünümlü, ekonomik güçlüksüzlükler nedeniyle uygulanamayan modern ısıtma ve yalıtım sistemlerinden yoksun evler hor görülüp yeni, parlak, düz ve temiz görünümleriyle göz boyayan yüksek katlı beton konutlar cazip hale geldi. Bu tercihin, güç ve şatafat algısının simgeleri olan gökdelen ve modern yüksek yapılara özenen orta ve az gelirlilere sahte bir yükselme etkisi vermiş olabileceği düşünülebilir.

Batı şehirleşmesinde gökdelenlerin ortaya koyduğu imajlar, bir gösteriş öğesi olarak Doğu’ya da bulaştı. Türkiye’de 90’ların sonundan beri iyice çoğalıp şehirlerin çirkinleşmesine yol açan, coğrafyayla bütünlüğe, çevresel etkilerine, estetiğe aldırış edilmeden inşa edilen gökdelen ve diğer yüksek yapılar ve 50’lerden beri tüm ülkeye yayılmış çok katlı beton toplu konutlar; müstakil, geniş balkonları ve avluları olan, doğal malzemeli ve yüzyılların bilgi birikimiyle yapılmış evlerin üzerini örttü. Yatay şehirleşmenin kimseyi kimseden üstün tutmayan, insanı doğadan koparmayan anlayışı terk edilip o şehri özel kılan binalar bir bir yok olup gitti ve gökyüzü şehirleri onların ortasına saplanan hançerler olarak yükseldiler.

blank

Devasa ölçekte, içine olabildiğince daire sığdırmak amaçlanan, kişiliksiz, birbirinden çirkin ucube yapıların hızla şehirleri sarması artık hangi şehir merkezine giderseniz gidin aynı binaları görmenize yol açtı. Acınası bir zevksizlik içeren tasarımlarıyla yapıldıkları yerleşimlere saldıran, şehrin kimliğini baskılayan, yok etmeye kalkan konutlar güya dar gelirliler için bir fırsat olarak sunulur oldu. Metropolis‘te işçilerin yer altındaki evleri de dip dibe, üstü üste yapılmış yüksek konutlardan oluşur. Filmin devamında şehri yaşatan makineler çalışmaz hale gelince evleri yıkılan, sular altında kalanlar yine işçiler olur, tepedekiler ise elektrik kesintisi dışında hiçbir zarara uğramazlar.

Varlıklı ve arzulanan yaşam yeri modası çok geçmeden yine tek veya iki-üç katlı evler olunca bulunduğu çevreye aykırı durmayan, ölçeğiyle çevresini ezmeyen, doğayla bütünleşik yapılar sağlıklı bir yaşam alanının ideal resmini yeniden oluşturdular. Bir zamanlar çürümeye terk edilen bu tip eşsiz evlere ve onların çağdaş versiyonlarına ulaşma lüksü ise yine gökyüzü şehirlerinde yaşayanlara aittir.

Bıçak Sırtı‘nda (Blade Runner, 1982) artık gökdelenler zenginlik ve lüksün, ezici varlığın sembolü olmaktan çıkmış, izbe apartmanlardan farkları kalmamıştır. Zenginler kirlenen, hastalıklarla dolu, pek çok hayvan neslinin tükendiği, çöplüğe dönüşmüş dünyadan kaçıp yeni cennetlerine taşınmışlardır. Geriye kalan yoksullar, engelliler, hastalar, sabıkalılar dünyada terk edilmiş halde yaşarlar. Aralarında bir yolunu bulup da reklamı yapılan dünya dışındaki yaşam alanlarına gitmek için uğraşan bir sürü umutsuz kimse olduğu açıktır.

blank

Yükseğin de yükseği motifi ile sinemadaki gökyüzü şehri anlatımlarındaki sınıfsal düzeylere yeni bir boyut getirilmiş, yoksullar yerdeki/yeraltındaki yaşamdan yükseltilmiş görünse de aslında aynı konumda kalmaya devam etmişlerdir. Elysium: Yeni Cennet‘te (2013) dünyada bırakılmış olan ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören insanlar, yörüngede oluşturulmuş şehre ve oradaki eşsiz olanaklara kavuşmak için canlarını ortaya koyarlar. Elysium’daki geniş bahçeleri içindeki villalarında yaşayanlar iki katlı binalarda olsalar bile dünyadaki yüksek konutlarda oturan yoksullara yine tepeden bakmaktadırlar.

Uzay Süpürücüler (Seungriho, 2021) dünyanın kirlilik ve ormanların yok oluşuyla yaşanmaz hale geldiği gelecekte, bir şirketin yine yörüngede kurduğu cennet şehriyle ilgilidir. Sonsuz ormanlarla dolu bu yerleşimde insanlığın yalnızca %5’i yaşar, dünyadaki sokaklarda gaz maskesiyle dolaşmak zorunda olan %95 ise cennet gökyüzü şehrine ancak günübirlik işçi olarak gidebilir.

GÖKYÜZÜ ŞEHRİNİN GÖSTERDİKLERİ

Farklı gelir düzeyindekilerin evlerinin yan yana olabildiği, çocuklarının birlikte oynayıp, aynı okulda ders görüp, birlikte büyüdükleri bir topluluk birbirleri arasında oluşacak düşmanlık, korku ve haset gibi kavramlara karşı güçlü bir duvar örmüş demektir. Gelir dağılımı arasındaki fark açıldıkça oluşan toplumsal ayrışma, iletişim ve anlayış süreçlerinin ortadan kalktığı, yaşam alanları arasındaki mesafenin de aynı oranda açıldığı Metropolis gibi şehirler ortaya çıkarır.

Jetgiller 60’lı yıllarda uzaya çıkma çalışmalarının hızlanmasıyla gelecekle ilgili algılarda oluşan bir düşlemi yansıtıyordu. Binaların yüzyılın başından beri yükseldikçe yükselmesi teknolojideki başarının simgesi haline gelmişti. İnsan, bilgisini biriktirerek ve yükselterek binalarını da yükseltiyor, göğe uzanıyordu. Çok yakında uzayı da keşfedecek, Ay’a gidecek, “son sınır”ı da aşmaya koyulacaktı. Diğer tüm örneklerde de gökyüzü şehri geleceğin, insan üstünlüğü ve teknolojik ilerlemesinin imgelemini sunarken ayrıcalıklı insanları binalarla yükseltmeyi seçer. Bununla birlikte yüksek yapılar, şehre ve onun halkına tepeden bakma, sosyal düzey bildirme biçimidir. Gökyüzü şehrinin sakinleri, Hint kast sistemi ya da Eski Mısır ve Yunan uygarlıklarının omurgası olan kölelik düzeninin modern uyarlamasını yansıtırlar. Gökdelenlerin yüksek katlarından bakıldığında yerdeki insanların böcekleri andırması, pek çok filmde onların üzerine basılıp ezilecek varlıklar olarak görülmesini simgeler.

blank

Yeryüzünde dolaşan biçare insanlar için, diplerine dikilen gökdelenler devasa hacimleriyle boğucu, üzerine devrilecekmiş hissi uyandıran yapılardır. Yukarı Bak (Up, 2009) filminde yıllar önce eşiyle birlikte yaptıkları, şimdi gökdelen inşaatları arasında sıkışıp kalan şirin yuvalarını kurtarmak için evi binlerce uçan balona bağlayıp kaçıran Carl’ın, o gökdelenlere çarpmadan şehirden uzaklaşması bile mucizedir. Metropolis‘teki arka arkaya verilen şehir çekimlerinde çığırından çıkmış gökyüzü şehrinin yalnızca sıkış tepiş yapılarla kaplı olması yeterli gelmemiştir. Bu sahnelerde 45-50 dereceye varan yatıklıkta, öne arkaya, sağa sola uzanan, birbirini 90 derece kesen bitmek bilmez bir olanaksız bina silsilesi, boşluksuzluğuyla nokta kadar bile gökyüzü görmenize izin vermez.

Akira‘da (1988) Yeni Tokyo şehri gösterilirken Metropolis‘teki gökdelen şehri görseli nerdeyse aynı şekilde kullanılmıştır. Üst üste binmiş, en yükseği yapıldıktan sonra hemen arkasına daha da yükseği, daha da büyüğü yapılmış bir gökdelen yığını gösterilir. Öyle ki kamera yükseldikçe yükselmesine rağmen gökdelenlerin sonuna erişip de bir türlü gökyüzüne ulaşamaz. Göğü kafesleyen bu yapılar onu kendilerine özel hale getirip geri kalanlardan esirgerler. Astro Boy ve Alita‘da şehrin üzerinde Kurtuluş Günü filmindeki düşman uzay gemileri gibi asılı duran şehirler, aşağıdakileri gölgeleri altında bırakır.

blank

Harley Quinn animasyon dizisinin sevgililer günü özel bölümünde (Harley Quinn: A Very Problematic Valentine’s Day Special, 2023) bedeni gökdelen boyutuna ulaşan Bane, aynı zamanda maruz kaldığı afrodizyak iksir nedeniyle libidosunu kontrol edemez durumdadır. Kendi boyutunda bir eş bulamayacağı için gözü dönmüş halde şehirdeki gökdelenlere yönelir. Bu absürt sahnede şehirdeki yüksek binalarla ilişkiye girip onları yıkması Godzilla’nın şehre gelip koca binaları parçalayıp devirmesine anıştırma olmakla birlikte gökdelenin insani boyuttan uzaklığını komik bir yolla gösterir.

Godzilla filmlerinde yaratık, arasında dolaştığı yüksek binalarla aynı boydadır ve onları yerle bir ederken kendi ölçeğinde bir cisimle çarpışarak yarattığı yıkımın büyüklüğü gösterilmiş olur. Godzilla’nın yalnızca insanları ve onların mütevazı evlerini ezip geçmesi yeterli değildir. Dev canavarların modern şehirleri bastığı yapımlarda dikey mimari canavarın dişine göre hedefler oluşturur ve onları yerle bir etmekle ortaya çıkan toz duman ve bina parçalarının çokluğu gürültülü, dağınık ve kaotik yıkım sahneleri için ideal bir ortam yaratır. Gökyüzü şehirleri ve yüksek binalarla doldurulmuş bir kent artık insan ölçeğinde değil dev canavarların ölçeğindedir. Bu canavarlar ise rantın, doymak bilmezliğin, hep daha fazlasını isteyen bir arsızlığın birleşimidirler.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci

blank

Murat Kirisci

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema-TV bölümünden mezun. 2013’ten beri Öteki Sinema’da yazar.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Video Günleri…

Memleket, video denen çılgın aletle sıkıyönetim günlerinde tanışmıştı. Erken 80’lerde
blank

Joseph Losey, Figures in a Landscape ve Sinemada Müphemlik

Joseph Losey imzalı Figures in a Landscape’de tüm filme ustaca