The Town That Dreaded Sundown Üzerinden Toplu Bellek 1 – The Town That Dreaded Sundown 2014

The Town That Dreaded Sundown Üzerinden Toplu Bellek

27 Nisan 2015

AZAT ET BENİ; BELLEĞİNDEN ve KASABAMDAN

Toplu belleğin bastırmaya çalıştığı vakayla (cinayetler) bireysel bastırmanın su yüzüne çıkarmaktan korktuğu vakanın (yeniden tekrarlanan cinayetler) kesişmesinde ortaya çıkan fenomen (ki bu durumu fenomen olarak adlandırmak gerekiyor) hatırlanmak istediği sürece hatırlanmanın da metotlarının olduğunu su yüzüne çıkarır.

Bu hatırlanmanın parodize edilmiş bir sunum veya kopya ile gözler önüne adeta popüler kültür öğesi olarak sunulması hatırlanma babında gerçek bir fenomen oluşturma yönünde oldukça zayıftır ve hatırlamanın metotlarından biri değildir.

Herkesin geçmişle bir bağlantı kurmaya çalıştığı fenomen, bir cadılar bayramı eğlencesi olarak bir yörenin toplu belleğinde dışavurulmuşsa; şakalarına, eğlence kültürüne girmişse (her yıl tekrar ederek gösterilen film gibi) hatırlamanın ve hatırlanmanın temelinde kültürün toplu belleğini tazelemek yatmaz. Burada yatan, huzurlu bir yaşamın ön gördüğü tüm bir Amerikan Rüyasının tehditlerini de alaşağı etmek ve yeniden bu tehditleri (eşcinsellik dahil olmak üzere) kurarak daha modernize olmuş, özgür bir rüyayı kurmaya çalışmaktır. The Town That Dreaded Sundown’ın (Alfonso Gomez-Rejon, 2014) öngörüsü bütün huzurun hangi parametrelerce kurulduğuna dair bir ses getirmektir. Muhafazakar bakış açısından aşk, seks ve popüler kültürün sunuş biçimleri (filmler) bu huzurun sağlanması açısından Kilise’nin katı istekleri ve yasakları oranında ne kadar etkiliyse ve de günah sayılıyorsa, bu huzuru kuran parametrelerin zaten toplu bellekte unutulmaya, hatta bastırılmaya çalışılan Amerikan Rüyasını bozan tehditler olduğu açıkça bellidir. Kimliği belirlenememiş bir katilin yıllar sonra yeniden hortlaması ve dehşet saçması, aradan geçen yıllar babında halen muhafazakar kimliğin ve toplu belleğin gittikçe muhafazakarlaşan içeriğinde halen bastırılan ve unutulmak istenen şeylerin aynı kaldığını ve değişmediğini vurgulamaktadır. Katil bu nedenle yeniden hatırlanmak istemektedir ve popüler kültürün, cadılar bayramı eğlencesinin bu muhafazakar kimliğe hatırlatma babında pek bir şey katamayacağını; yahut hiçbir şey katamayacağını bilmektedir.

The Town That Dreaded Sundown Üzerinden Toplu Bellek 2 – The Town That Dreaded Sundown 003

İşte bu sebeple filmin metninde Kilise’ye odaklanmak biçilmiş kaftandır. Eğer Rahip, Kilise’sinin hiç olmadığı kadar dolu olduğunu ve herkesin günahlarından her zamankinden daha fazla arınmayı istediğini söylüyorsa, bireysel bastırma, toplu belleğin unutmak istediği kadar derine bastırılmış ve bu bastırma sonucu ciddi bir geri dönüşüm yaşamıştır. Bu geri dönüşüm bireysel bastırmanın yarattığı travmayı tüm topluma mal etmiş ve üstüne bu da bastırılmış ve unutulmak istenmiştir. Bilinç-dışının açığa çıkma yollarından biri olan şakalar, bu metinde popüler kültür eğlence arayışıyla kendi kendiyle dalga geçmek, senenin bir günü yahut uygun bir günü bu bastırılmadan azat edilmek istenmiştir. Tıpkı Ortaçağ karnaval kültürü gibi, bu günlerde bastırılmak istenen tüm Amerikan Rüyası tehditleri Kilise’nin Ortaçağ’daki müsaadesinin aksine, böyle günlerde bile bu şaka yolunu günah atfetmekte, Kilise’nin katili sürekli gözler önüne sermesiyle daha da dolmakta ve günahları bireylere toplu belleğe atıflarda bulunarak hatırlatmaktadır.

Ama Kilise her zamankinden de doluysa, bir o kadar bastırılmanın Phantom (katil) üzerinden hatırlatılmasının yolu açılmış, korku ve dehşet bu travmada aynı bir mikrop gibi vücuda girmek için açık ve müsait bölgeler arar kıvama gelmiş demektir. Hatta o kadar derine inmiştir ki “kendi pisliğini kendi örten” kasabanın geri dönüşüm mekanizmasını ölümsüz, öldürülemez atfetmesiyle sonuçlanmıştır. Toplu bellek kendi bastırdıklarıyla ne kadar derinden yüzleşmek istemiyorsa, onlara bu “arınma” yolunu açan fenomen bir o kadar daha yaşatılmak istenmiştir.

-*-

Hatırlanmanın metotlarından olan dışavurum, kendi eğlence araçlarıyla beraber korkunun su yüzeyine çıkmasına müsaade eder gibi gözükmektedir; öyle ki ne kadar fazla dışavurulursa, bir o kadar daha tekrarlanamaz hissiyatı uyandırmaktadır. Ancak fenomenin hatırlanmaktan kastı kendi özgür düşlerini gerçeğe aktarmaktır. Bu muhafazakar sistemin içinde çürüyecek olan bireylerin kendi reformlarını kendi kendilerine oluşturmalarıdır. Bu sebeple fenomen kendi özgürlüğüne engel olan tüm bu toplu belleğin bastırmak istediği tehditleri bir bir cezalandırma yolunu uygun görmüş, kendini öldürülemez kıvama gelmek için Kilise’nin katı otoritesine fırsat vermiştir. Çünkü dışavurum haklı olmakla beraber, eksiktir. Tamamlanmamıştır. Sadece senede bir gün cadılar bayramı eğlencesiymişçesine yad edilmesi yeterli değildir ki böyle bir gün de de zaten bastırılanların serbest bırakıldığı gündür. Fenomen (katil ve katliam) o kadar kendi sınırlarından azat edilip toplu belleğe yansıtılmıştır ki kimliği ve geçmişi toplu bellekte merak uyandırmaktan ziyade, toplumun kendisini kovalayan bir “öcü”den ibaret kalmıştır.

Fenomenin hüküm sürdüğü kasabada “yasak”lar da kendi sınırlarından ayrıştırılıp gizli, alt metni olan bir “yasak” haline getirilmiştir. Onu uygulayan cezalandırılacak, ancak bir hatırlanma yoluyla yasak, artık fenomene bağlı kalan, fenomenden ayrıştırılamayan bir geri dönüşüm olarak hükmedecektir toplu belleğe. Tüm bastırılanlar artık bir gün için değil, her gün için azap verecek, Kilise katı otoritesini güçlendirmek için bu geri dönüşümden medet umacak, yalnızca fenomen hüküm sürdüğü sürece (ki filmin metninde bu bütün süjeyi ve fabulayı kapsıyor) katı iktidarını koruyacaktır. İşte bu nedenle katile bir kimlik atfedilmesi, öldürülmesi ve “öcü” sınırlarından arındırılması gerekmektedir. Ona bahşedilen kimlik; tüm şüpheler, toplu belleğin artık bastırma gereği duymayacağı bir yöntemdir. Fenomen, hatırlanmak istedikçe “kim olduğunuzu hatırlayın, beni azat edin… ama kendinizi de…” demek istemektedir.

Fenomen “öcü” kalmak istememektedir, fenomen azat edilmek istemektedir, ta ki tüm toplu bellekte unutulanlar da azat edilene dek.

blank

Burak Bayülgen

1983′te İstanbul’da doğan Burak Bayülgen yedi yaşında korku filmleriyle tanıştı. İlkokulda hayallerinde korku sinemasını meslek edinip Freddyler ve Jasonlar ile iç içe bir hayat düşleyerek bir kaçış yaşayan Burak lisansını ve yüksek lisansını Sinema-TV üzerine tamamladıktan sonra en çok yapmak istediği işe, yani yazı yazmaya koyuldu.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Cannon Films: 1980'lerin Çılgın Sinemacılarının Hikayesi 3 – Electric Boogaloo The Wild Untold Story of Cannon Films

Cannon Films: 1980’lerin Çılgın Sinemacılarının Hikayesi

Her daim çetin geçen Hollywood mücadelesine 1980’lerde İsrailli iki çılgın
Sezarın Hakkı... 4 – ali murat

Sezarın Hakkı…

Sezarın hakkı Sezara. Bizim ilişkilerimiz çok dürüst ve sorumluluğumuz medya