Özellikle 11 Eylül saldırıları sonrası Amerikan sinemasında daha sık rastladığımız Amerika’ya saldırı paranoyaları beyaz perdede uzun süre kullanıldı ve bu paranoyadan oldukça fazla ekmek yenildi. Son dönem bu paranoyayı beyaz perdeye taşıyan filmlerden birisi de White House Down (Beyaz Saray Düştü). 90’lardan beri sinema veya ekranlara farklı şekillerde yansımış ve tanıdık olduğumuz bu mevzu şimdi popüler oyuncular ve efekt soslarıyla önümüze konuyor. Konuyor ama bize yeni bir şey veriyor mu? Kesinlikle hayır.
Film salt paranoya destekli durmak bilmeyen bir aksiyon çevresinde dönüyor. Son dönem G.I. Joe serisi ve 21 Jump Street gibi pek tatmin etmeyen yapımlarda adını duyduğumuz Channing Tatum ve Oscar’lı aktör Jamie Foxx’un başrolde olduğu film yine Amerika’nın kendi kendini tatmin ettiği bir yapım.
Amerikan bayrağının gözümüze sokulduğu film bol bol ‘vatansever Amerikalı’ klişeleriyle bizi itmeye yetiyor. Başkanın ekibinde bulunan, yardımcı özel ajan Finnerty’i canlandıran başarılı aktris Maggie Gyllenhaal’ın ise bu tip bir filmde ne işi olduğu ayrı bir muamma.
Filmde 25 yıldır Amerikan başkanlarının özel korumalığını yapmış olan Walker’ın (James Woods) Ortadoğu’da kaybettiği oğlunun intikamını almak uğruna tüm prensiplerini yıkarak teröristlerle iş birliğine girdiğini, başkana bir komplo düzenlediğini görüyoruz. Tabii bu işin görünen kısmı… Film ilerledikçe aslında bu işin çok daha derin ve farklı anlaşmalar çerçevesinde olduğuna tanık oluyoruz.
Orduda 2 yıl görev yaptıktan sonra ayrılan ve başkent polisliği görevini sürdüren Cale (Tatum), kızının da Amerikan tarihi ve başkanlarına olan ilgisiyle onu da sevindirmek maksadıyla gizli servise yakın korumalık için müracaatta bulunur. Fakat yeterli eğitimi olmadığı ve otoriteye saygı sorunu olduğu gerekçesiyle işe alınmaz. O sırada Beyaz Saray’ı gezmeye başlayan bir tur grubuna katılan baba kız kendilerini bir anda ateş hattında bulurlar. Beyaz Saray’a giren teröristler bilgisayar ağlarına, füze sistemlerine kadar her şeye ulaşırlar. Başkan Sawyer’ı rehin alırlar. Rehine grubunun içerisinde kızı da bulunan Cale’in ise kızını ve Amerika’yı kurtarması için fazla vakti yoktur…
Buraya kadar bize yabancı gelen pek bir şey yok. Doğal olarak ilk önce bunun Afganistan veya İran gibi müslüman ülkelerden gelen bir saldırı olduğu düşünülür. 25 yıllık yakın koruma Walker’ın bu işi tezgahladığı tahmin edilemez. Buna en çok siyahi başkan Sawyer şaşırmaktadır. Sawyer’ın teröristleri ise aşırı sağcı, militan, Amerika tarafından göreve gönderilmiş ama yüz üstü bırakılmış gibi tanımlamalarla karşımıza çıkıyor. O kadar vatanperverlik nidaları arasında belki de tek ufak eleştiri de bu olsa gerek.
Jamie Foxx’u siyahi başkan olarak gördüğümüzde Amerika’nın mevcut durumunun beyazperdede güncellendiğini fark ediyoruz. Başkanın ‘Dünyada savaş istemiyoruz barış istiyoruz’ gibi ya da küçük kızın ‘siz İran’dan askerleri çektiniz babam geri döndü, benim kahramanımsınız’ gibi sözleri dikkat çekerken Başkan Sawyer’ın kendine olan güveni ve dünyanın lideriyim tavırları, sözleri aslında değişen hiçbir şeyin olmadığını, Başkan’ın sadece ten renginin değiştiğini ve hala ‘dünyayı kurtaran ülke’ kibirinden bir şey kaybetmediklerini gösteren en açık referanslar. Filmde sinirimizi bozacak ‘Amerikan kurtarıcılığı’na dair pek çok kibirden kırılan replikler mevcut. Eh bunlara dayanabiliyorsanız peşi sıra gelen aksiyon sahnelerine kendinizi bırakabilirsiniz.
Filmin aksiyon sahneleri türü sevenler sinema salonunda bu bağlamda keyifli dakikalar geçirebilir. Ama yukarıda bahsettiğim aşırı dozda ve abartılı Amerikan milliyetçiliği ve vatanperverliğine katlanabildiğiniz müddetçe. Yönetmen Roland Emmerich, Independence Day’deki klişesini bozmuyor ve siyahi Başkan’a aksiyonda yer veriyor. Tatum’un co-pilotluğunu üstlenen başkan Sawyer, Beyaz Saray’a nükleer bir müdahale yapılmadan rehineleri oradan çıkarmaya çabalıyor. Filmin ilerleyen sahnelerini ise tahmin etmek hiç güç değil. Walker aslında oğlunun intikamını almak değil nükleer silahlar ile Ortadoğu’ya bir müdahale girişiminde bulunmak istemektedir. Başkan Sawyer’ın Ortadoğu üzerinde başarısız olduğunu vurgulayan Walker burada Amerika’nın ‘başarısız olmayız-olamayız’ın dış sesi konumunda. Tabi kısa bir süre sonra Walker’ın da ardında bir adam olduğu, başkanın ekibinde olan bu kişinin başkan öldürüldükten sonra başkanlığa geçip Ortadoğu’ya operasyonlara devam etmek istediğini görüyoruz. Çok şaşırıyor muyuz? Tabii ki hayır. Buradaki ince detay filmde o kadar çok Amerikan vatanperverliği ve ‘liderliği’ bağırılıp çağırılırken ‘Ama biz Ortadoğu’da bir operasyon istemiyoruz, hatta isteyenlere de karşıyız bakın’ der gibi bir sonuca bağlanması. Bu da tabii ki tatminden uzak ve tahmin edilebilir bir sonuç. Ayrıca aksiyonun ortasındaki kahramanımız Cale’in Başkan’a sarf ettiği ‘oyumu size vermemiştim ama dünya barışını sağlarsanız veririm’ tarzı göndermesi de siyahi başkana karşı olan tarafın güvensizliğine bir ayna niteliğinde.
Aksiyon hayranlarını bir nebze tatmin edecek olsa da oldukça klişe replikler ve buram buram kokan milliyetçiliği ile bu türü sevmeyenlerin kesinlikle uzak durması gereken bir film Beyaz Saray Düştü. 11 Eylül sonrası peşi sıra gelen bu tip filmler ile Amerika’nın bu paranoyadan daha uzun süre kurtulamayacağı, Hollywood’un ise bunun daha çok ekmeğini yiyeceği aşikar. Biz de yıldız oyuncularla usta yönetmenlerle dahi olsa bu tür vıcık vıcık Amerikan milliyetçiği kokan filmlere daha çok maruz kalacağız gibi görünüyor.
Egemen Tokatlıoğlu
Roland Emmerich, Independence Day’de değil 2012 filminde siyahi başkan olayına girmişti, Danny Glover canlandırmıştı başkanı. Independence Day’ de beyaz başkan vardı, bill pullman dı sanırım…