Act of Vengeance (1974), bilinen diğer adıyla Rape Squad, 1970’lerin ortasında Amerikan istismar sinemasının cesur ama tartışmalı örneklerinden biri.
Dünyayı pek çok isimle gezmiş ve sonrasında unutulmuş bir film bu. Act of Vengeance / Rape Squad / City Monster / The Violator / İntikam Kadınları… Bu filme isim bulmak filmi çekmekten daha zorlamış olabilir zira, yapım aslında ”Rape Squad” başlığı altında çekilmiş. American Internation Pictures, başlığında “rape” (tecavüz) kelimesi geçen bir filmi yayınlamaktan vazgeçince, filmin adı yayınlanmadan kısa bir süre önce “Act of Vengeance” (İntikam Eylemi) olarak değiştiriliyor. Film AIP’nin umduğu kadar iyi gişe yapmayınca, biraz tanıtım yapma umuduyla film yeniden “Rape Squad” (Tecavüz Timi) olarak yayınlanmış.
Yönetmen Bob Kelljan imzalı film, bir yandan kadınların intikam güdüsünü ve dönemin feminist söylemlerini sahipleniyor gibi görünürken, diğer yandan türün klişelerine teslim olarak “istismar” sularında gezinmekten çekinmiyor. Beni bu filmi yazmaya yönelten şey ise sevgili Haluk Sözeri’nin Youtube kanalındaki 13. Cuma filmleri videosu oldu. Orada, Haluk’un ağzından bu film için çıkan “maskesiyle Jason’a, kostümüyle (tulumu kastediyor) Michael Myers’a ilham veren film” cümlesi, artık bu filmi Öteki Sinema okurlarıyla buluşturma zamanının geldiğini düşündürttü. Böyle etkileşimlere bayılırım! O zaman bu istismar filmi slasher türüne nasıl ön ayak olmuş, bir bakalım!
Act of Vengeance, temelinde bir tecavüz intikamı öyküsü anlatıyor. Genç ve özgür bir kadın olan Linda (Jo Ann Harris), bir akşam evine dönerken “Jingle Bells” şarkısını söylemeye zorlayarak onu taciz eden maskeli bir sapığın saldırısına uğrar. Saldırgan turuncu bir iş tulumu giymiş, yüzünü eski tip bir buz hokeyi maskesiyle gizlemektedir. Bu arada aklınıza 80’lerin o mesafeli maskeli manyakları gelmesin, sinir bozacak seviyede geveze bir manyak bu!
Olaydan sonra Linda karakola gidip başına geleni anlatıyor ve yardım istiyor. Polis Linda’ya pek inanmaz, onu suçlayıcı sorular sorar ve bu saldırganın zaten birçok kadına musallat olduğunu itiraf etse de elle tutulur bir yardım sunamaz. İlerleyen zamanda Linda, benzer şekilde saldırıya uğramış dört kadınla daha tanışır. Böylece hepsi, polis korumasının yetersiz kaldığı bu ortamda kendi adaletlerini sağlamak üzere güç birliği yapmaya karar verir.
Linda ve diğer “Rape Squad” (Tecavüz Timi) üyeleri – Teresa, Nancy, Karen ve Angie – birbirinden farklı karakterlere sahip olsa da ortak travmaları onları kenetler. Grup, dövüş sanatları dersleri alarak kendilerini güçlendirmeye girişir ve eğitmenleri Tiny (Lada Edmund Jr.) sayesinde kısa sürede atak ve donanımlı hale gelirler. Bu beş kadının “kader arkadaşlığı”, 70’lerin popüler kültüründe pek görülmemiş bir kadın dayanışması örneği sunar. Nitekim, filmin Blu-ray özel röportajında oyuncu Jennifer Lee Pryor, filmdeki kadın kahramanların ünlü Charlie’nin Meleklerinden bile önce sinemada boy göstermiş “öncü bir kadın ekip” olduğunu vurgular. Gerçekten öyle, karakterler her ne kadar derinlemesine işlenmese de – hatta oyunculuk performansları vasatı aşamasa da – ortak amaçları ve uyumları sayesinde izleyicide bir sempati ve köklerini 70’ler kadın hareketinden alan bir güç duygusu uyandırırlar.
Filmin ana kötü karakteri olan maskeli saldırgan ise, isminin Jack olduğu sonlara doğru açığa çıkan tekinsiz bir figür. Jack, kadınları hedef alan bir seri tecavüzcü olarak çizilir ve herhangi bir insani yönü veya geçmişi özellikle derinleştirilmez. Kadınların intikam planı ilerledikçe, Jack’in de sapkın oyunlarını sürdürdüğünü ve hatta mağdurlarını izleyip onlar hakkında kasetlere kendi sesini kaydederek bir tür av-avcı ilişkisi kurduğunu görürüz. Filmin çatısı, bir yanda birlik olup güçlenen kadınlar, diğer yanda onları av konumuna indirgeyen bir “canavar” erkek çatışması üzerine kurulur. Yönetmen Kelljan burada sembolik bir yaklaşım benimseyerek karakterlerini net hatlarla ayırır: Kadınlar kurbanlıktan kahramanlığa evrilirken, erkek saldırgan hemen her sahnede insanlıktan uzak, tek boyutlu bir “öcü” olarak tasvir edilir.
Bob Kelljan’ı Hatırlamak
Bob Kelljan, 70’ler istismar sinemasında deneyimli bir yönetmen. Özellikle Count Yorga, Vampire (1970) ve The Return of Count Yorga (1971) gibi düşük bütçeli ama kült mertebesine erişen korku filmleriyle biliniyor. Kelljan, klasik korku motiflerini dönemin güncel atmosferine uyarlamayı seven bir isim. Count Yorga filmlerinde bir vampir mitosunu 1970’ler Los Angeles’ına taşıyarak gotik korkuya çağdaş ve alaycı bir soluk getirmişti. Yine Scream Blacula Scream (1973) ile blaxploitation (siyahi istismar) türüne göz kırparak korku türünü farklı alt türlerle harmanlamıştı.
Act of Vengeance ise Kelljan’ın filmografisinde doğaüstü unsurlar barındırmayan, gerçekçi şiddete dayalı bir suç filmi olarak ayrı bir yerde durur. Yönetmen, vampirli ya da fantastik öykülerden farklı olarak gerçek hayatta cereyan edebilecek bir kabusu – tecavüz ve intikam döngüsünü – ele alıyor. Bu geçişle birlikte Kelljan’ın tarzında da bazı değişimler gözleniyor. Önceki filmlerindeki abartılı korku unsurlarını burada daha sert ve rahatsız edici bir gerçekçilikle ikame etmiş durumda. Nitekim eleştirmenler, filmdeki tecavüz sahnelerinin ürkütücü bir gerçekçilik taşıdığına ve izleyeni sarsacak kadar etkili çekildiğine dikkat çekiyor.
Öte yandan Kelljan’ın önceki işlerinden miras kalan bazı istismar sineması refleksleri de filmde belirgin. Act of Vengeance, özünde bir mesaj kaygısı taşıyor görünse de, yönetmenin alışık olduğu B-filmi formülünden kopmadığını her fırsatta gösteriyor. Örneğin film, yoğun gerilim sahnelerinin ardından hemen her fırsatta kadın karakterleri cüretkâr kıyafetlerle ya da çıplaklıkla sunmaktan geri durmuyor. Yönetmenin tarzına hakim olan bu ikilem, filmin tonunu zaman zaman dengesiz kılıyor. Tıpkı Kelljan’ın Count Yorga serisinde düşük bütçeyi yaratıcılıkla aşma çabasını görmemiz gibi, burada da ahlaki bir mesajı pazarlarken gişe kaygısıyla “seyirciyi uyanık tutacak” istismar dozunu yüksek tutmaya çalıştığını hissediyoruz. Bu bakımdan, Kelljan’ın önceki işleriyle kıyaslandığında Act of Vengeance, onun sinema dilinin hem en sert hem de en karmaşık tonal geçişlerini barındıran yapıtı olarak değerlendirilebilir.
Gelelim asıl meselemize, yani Haluk Sözeri’nin de bahsettiği gibi Jack karakterinin Michael Myers/Jason Voorhees Üzerindeki etkisine…
Bu ayakları yere basmayan bir söylem değil. Filmin maskeli saldırganı Jack, tasarım ve sunum olarak tür sinemasında kendisinden sonra gelecek pek çok ikonik katili anımsatır. Jack’i ilk gördüğümüzde, yüzünde soğuk ve duygusuz bir hokey maskesi, üzerinde parlak turuncu bir tulumla belirir; bu görünüm, 80’ler slasher furyasının en ünlü canilerinden Jason Voorhees’i akla getirecek denli tanıdık bir ürperticiliğe sahiptir.
Nitekim bazı sinema yazarları, Friday the 13th Part III (1982) filminde Jason’a ikonik hokey maskesini giydiren fikrin kaynağının büyük olasılıkla Act of Vengeance’daki bu karakter olabileceğine dikkat çeker. Gerçekten de Jack’in beyaz hokey maskesi – her ne kadar daha ucuz görünümlü olsa da – Jason’ın yıllar sonra ortaya çıkacak görünümüne çarpıcı biçimde benzer. Üstelik Jack’in hiç çıkarılmayan bu ifadesiz maskesi, seyircide “insan”dan ziyade bir şeytanı izlediği duygusunu uyandırarak sonradan gelecek birçok slasher karakterine öncülük eder.
Jack karakterinin sinematik mirası bununla da sınırlı değil. John Carpenter’ın Halloween (1978) filmindeki Michael Myers karakterini düşünelim: Yüzünde duygusuz, boş bakan bir maske (William Shatner maskesi) ve suskun, durdurak bilmez bir şekilde avının peşinde ilerleyen bir ölüm makinesi. Elbette Myers’ın maskesi ve motivasyonu farklı olsa da, Act of Vengeance’daki saldırganın temsil ettiği yüzü olmayan erkek şiddeti figürü, Myers gibi karakterlerin yolunu hazırlayan unsurlardan biri olarak değerlendirilebilir. Halloween’in meşhur “The Shape” (Şekil) konsepti, bir anlamda bu filmdeki Jack’in sinema tarihindeki daha rafine ve stilize bir akrabası gibidir. Her ikisi de kişilikten arındırılmış, saf kötülük temsilleri olarak kurbanlarının peşine düşer. Bazı farklılıklar da var elbette. Jack tecavüzden zevk alırken, Myers çocukken şahit olduğu bir cinsel eylemle tetiklenerek katile dönüşür.
Jack’in tasarımında dikkat çeken bir diğer nokta, psikopatolojisinin dış görünümüne yansımasıdır. Kurbanlarını dehşete düşürmekle kalmaz, onlara “Jingle Bells” söyleterek sadistik bir oyun oynar, tecavüz esnasında onlarla sohbet etmeye çalışır ve kendini över. Bu ayrıntılar, onu salt bir fiziksel tehdit olmanın ötesine taşır; adeta zihinsel manipülasyon ve psikolojik işkenceyle zalimliğini katmerleyen bir profil çizer. Bu yönüyle Jack, daha sonraki slasher filmlerindeki bazı katilleri de haber verir. Örneğin Elm Sokağı’nın Kabusu serisinde Freddy Krueger, kurbanlarıyla alay eder ve korkularıyla oynardı. Kurbanıyla oyun oynama fikri benzer bir dehşet unsurudur. Jack’in kurbanına “iyi iş çıkardın” dedirtmeye çalışması veya “güzel şarkı söylüyorsun” gibi tüyler ürpertici normallikte cümlelerle yaklaşması, 1970’lerin slasher öncesi döneminde eşine az rastlanır bir detaydı.
Özetle, Act of Vengeance’ın katil karakteri, maskesi ve amansızlığıyla modern korku ikonlarını etkileyen bir prototip gibidir. Jason Voorhees, 1980’de hokey maskesini takıp doğranmış cesetler bırakmaya başladığında, sinemaseverler belki de bu fikrin altı yıl önce bir istismar filminde hayat bulduğunun farkında değildi. Michael Myers, banliyö sokaklarında dolaşan maskeli ölüm meleği olarak dehşet saçtığında, ondan birkaç yıl önce hokey maskeli bir tecavüzcünün benzer bir yüzü olmayan canavarlık sergilediği pek konuşulmamıştı. Bu film, geniş kitlelerce bilinmese de slasher türünün görsel sözlüğüne bir kelime eklemiştir: Hockey maskesi takmış bir cani figürü.
Dahası, Jack’in “yakalanmaz ve durdurulamaz erkek şiddeti” temsili, 70’ler sonu ve 80’ler başındaki korku filmlerinin çoğunda vücut bulacak temaların habercisidir. Kısacası, Act of Vengeance’ın maskeli katili, slasher türünün evrimine küçük ama kayda değer bir gölge düşürmüştür.
70’lerin ortasına ait bir yapım olarak Act of Vengeance, atmosferiyle tam bir dönem yansıması sunuyor. Film, 70’lerin Amerikan kent yaşamının kirli ve kasvetli yanını fon olarak kullanıyor. Büyük olasılıkla Los Angeles çevresinde geçen hikâye, sokakları, karakolları, barları ve hatta terk edilmiş bir hayvanat bahçesini mekân edinerek izleyiciye neredeyse belgeselvari bir gerçeklik hissi veriyor.
Filmin görüntü yönetmeni Brick Marquard, aynı yıl çekilen Foxy Brown (1974) gibi istismar klasiklerinde de çalışmış bir isim. Burada da B-filmlerden alışık olduğumuz pratik ve vurucu çekim tekniklerini görüyoruz. Kamera genellikle fazla hareket etmiyor, sahneler uzun plan sekanslarla değil daha çok klasik açı-karşı açı ve yakın planlarla anlatılıyor. Bu, filmin düşük bütçesinden kaynaklanabileceği gibi, anlatılan sert hikâyeyi sade bir sinema diliyle sunma tercihi de olabilir.
Özellikle saldırı sahnelerinde kamera çoğu zaman kurbanın yüzüne odaklanarak dehşeti onun ifadeleri üzerinden aktarıyor. Jack’in maskeli yüzü ise genellikle kadrajın bir köşesinde, tam da canavarlığını vurgular şekilde insan dışı bir obje gibi yer alıyor. Bir sahnede Linda yerde çaresiz yatarken, Jack maskesiyle kadrajda beliriyor – bu an, filmin belki de en ürpertici karelerinden biri olarak hafızada kalıyor (maskeli turuncu tulumlu adam ile yerde çaresiz yatan kadın görüntüsü). Bu tür sahnelerde Marquard’nın kadraj kompozisyonları oldukça etkili; zira izleyiciye kimin kurban kimin avcı olduğunu bir bakışta anlatabiliyor.
Film boyunca kadın karakterler çoğunlukla sütyensiz, dar mini eteklerle veya dekolteli bluzlarla gösteriliyor – hatta Linda’nın arkadaşlarına broşür dağıttığı bir sahnede, arabaların üzerinde eğilerek etraftaki erkeklerin ağzını açık bıraktığı mizansen, tam da Ebert’in dediği gibi izleyiciyi “nereye bakacağını şaşırmış” halde bırakıyor. Bu tür tercihler, filmin atmosferini zaman zaman ciddiyetten koparıp grindhouse eğlencesine dönüştürüyor.
Tüm bunlara rağmen filmin genel atmosferi, 70’ler exploitation sinemasının kendine has büyüsünü taşıyor. Kirli sokaklar, neon ışıklı barlar, kahramanlarımızın rengârenk ama zamana yenik düşmüş gardıropları, devasa Amerikan arabaları ve analog teknolojinin (kaset kayıt cihazları, eski tip maskeler vs.) varlığı, filmi bir dönem kapsülü haline getiriyor. İzleyici, film boyunca hem sert bir toplumsal meseleyle yüzleşiyor hem de dönemin estetik öğelerine doyuyor.
Sansür Belası ve Ticari Başarı
Act of Vengeance 1974 yılında gösterime girdiğinde, ana akımda büyük ses getirmedi ancak B-film çevrelerinde kendine bir yer buldu. Eleştirmenlerin filme yaklaşımları karışıktı. Bazıları filmi, kadınların intikam hikâyesini işlemesi nedeniyle cesur bir girişim olarak görse de çoğunluk, filmin ne tam anlamıyla feminist bir duruş sergileyebildiğini ne de istismar unsurlarından vazgeçebildiğini belirterek arada kalmış bir yapıt olduğunu düşündü.
Ünlü eleştirmen Roger Ebert, filmi izlerken seyircinin tepkilerini nasıl vereceğini şaşırdığını yazdı; Ebert’e göre film “eski tarz cinsiyetçi bir film olmadığı gibi tam anlamıyla feminist bir film de değil”. Erkek karakterlerin hepsi ya sapık ya da sığ birer “dangalak” olarak çizilirken, kadın karakterlerin de ciddi repliklerini çoğu zaman mini etekler ve transparan bluzlar içinde söylemesi filmin tonunu iyice garipleştiriyordu.
Roger Ebert bu ikilemi şöyle özetliyor: “Seyirci olarak nereye bakacağını bilemiyorsun; kulakların feminist söylemi duyuyor ama gözlerin bir skin show izliyor” imasıyla filmin kendi kendini baltaladığını dile getirdi. Time Out dergisi ise kısa bir değerlendirmede filmin başlığının (ya da başlıklarının) çağrıştırdığı kadar sıkıcı olmadığını belirterek hafif bir övgüde bulundu. Genel kanı, filmin yüzeyde kadın intikamını konu edinirken özünde erkek izleyiciyi kışkırtacak malzemeden feragat etmediği yönündeydi. Nitekim Cinema Retro’daki bir inceleme, Act of Vengeance için “mesaj filmi kılığına girmiş, esas varlık sebebi seyirciyi tahrik etmek olan bir yapım” yorumunu yaparak filmin bu ikili doğasını vurguladı.
Filmin sansür ve dağıtım geçmişi de en az içeriği kadar çalkantılı oldu. Öncelikle film, gösterime girdiği dönemde ABD’de R-rated olarak sınıflandırıldı; içerdiği cinsel şiddet sahneleri ve çıplaklık nedeniyle 17 yaş altına yasaklandı. Ancak esas fırtına, 1980’lerde ev video piyasasında koptu. Act of Vengeance, İngiltere’de kötü şöhretli “video nasty” dalgasına takılan filmlerden biri oldu. İngiliz sansür kurulu BBFC’nin onayını alamayan film, 1984’te yürürlüğe giren Video Recordings Act öncesinde piyasada dolaşan kayıtsız kopyaları nedeniyle hedef tahtasına oturtuldu.
Özellikle filmin cinsel şiddeti bir bakıma erotikleştirdiği iddiası, dönemin ahlaki panik atmosferinde kabul edilemez bulundu. Sonuç olarak Act of Vengeance, İngiltere’de yasaklanan yapımlar listesine girdi ve uzun yıllar boyunca ülkede yasal olarak yayımlanamadı. Benzer şekilde, Avustralya’da da film sansür engeline takıldı; Avustralya Sansür Kurulu, “cinsel şiddetin açık ve gereksiz gösterimi” nedeniyle filmi yasakladı veya ciddi kesintilerle gösterilmesine izin verdiği biliniyor (Avustralya’da filmin uzun süre yasaklı kaldığına dair kayıtlar mevcut). Bu sansür geçmişi, filmin ününü yeraltında daha da büyüttü. Yasaklı meyve her zaman daha cazip gelir.
Filmin ticari başarısı ise sınırlı kaldı. AIP (American International Pictures) yapımı bir B-film olarak, büyük stüdyoların salonlarında değil daha çok küçük şehir sinemalarında ve açık hava araba sinemalarında gösterildi. Bütçesinin oldukça mütevazı olduğu göz önüne alınırsa, gişede çok büyük bir zarara uğramadığı söylenebilir. Hatta Los Angeles Times’da o dönemde yayımlanan bir haberde AIP’nin böyle düşük bütçeli korku-şiddet filmleriyle kendi kitlesine ulaşıp box office anlamında beklenmedik başarılar elde ettiği belirtiliyordu. Act of Vengeance da bu “hızlı çek, hızlı kâr et” formülünden payını almış olabilir.
Kesin gişe rakamları belirsiz olsa da film, 1974 yılının sonlarında gösterime girdikten sonra AIP’nin dağıtım listelerinde adını hissettiriyor. Örneğin Boxoffice dergisinin Aralık 1974 sayısında film, “Sex-Action” türünde anılarak döneminin seks ve şiddet karması filmler kategorisinde yer bulmuştu. Bu da filmin o dönem kendi niş izleyici kitlesine ulaştığının bir göstergesi sayılabilir.
Elbette, Act of Vengeance hiçbir zaman bir gişe rekortmeni olmadı. Anaakım eleştirmenlerce yerden yere vurulduğu için geniş kitleler tarafından keşfedilmesi uzun zaman aldı. Fakat sansürler ve yasaklar ironik biçimde filmin kült mertebesine erişmesine katkıda bulundu denebilir. Zira 80’lerde ve 90’larda korku meraklıları ve koleksiyonerler, video kaset takaslarında veya yeraltı gösterimlerinde bu filmi arar hale geldiler. “Rape Squad” adıyla anılan bu film, bir süre sonra bir efsane gibi dilden dile dolaşıyordu; çoğu kişi izlemeden ismini duymuş, merak etmişti. Bu ün, zamanla filmin kült statüsünü sağlamlaştırdı.
VHS ve Kült Sinema Çevrelerinde Keşfediliş
1970’lerin ortasında vizyona girdikten sonra bir süre unutulmaya yüz tutan Act of Vengeance, esas değerini sonraki on yıllarda kült film tutkunları sayesinde buldu. Özellikle 80’lerin ev videosu patlaması, filmin yeniden keşfedilmesinde büyük rol oynadı. Sinemada gösterildiği dönemde sansür ve sınırlı dağıtım engeline takılması nedeniyle pek az izleyiciye ulaşabilen yapım, VHS çağıyla birlikte meraklı koleksiyonerlerin arşivlerinde yer almaya başladı. Amerika’da film genellikle daha piyasaya uygun bulunan “Act of Vengeance” adıyla video pazarına sürüldü. Ancak asıl çekiciliği, orijinal ve kışkırtıcı adı “Rape Squad” idi – bu isim, merak uyandırıcı olduğu kadar tepki çeken bir yönelimle, filmin etrafında bir gizem halkası oluşturdu. Kimi VHS dağıtıcıları filmi sansürleyip yumuşatarak piyasaya sunsa da meraklı kitle mümkünse kesilmemiş kopyalar peşinde koştu.
İngiltere’de yasaklı oluşu, filmin kült statüsünü adeta pekiştirdi. Video nasties listelerinde adı geçen filmler, korku tutkunları için birer “izlenmesi gerekenler” listesi gibiydi. Act of Vengeance da bu ün sayesinde yeraltında rağbet gördü. El altından çoğaltılan kasetler, yurtdışından getirtilen kopyalar veya kulaktan kulağa dolaşan öyküler…
Tüm bunlar filmin etrafında yasak meyvenin cazibesini ördü. 90’lara gelindiğinde, Tarantino gibi yönetmenler eski B-filmlere referanslar verip popüler kültürde patlama yaratırken, Act of Vengeance da retrospektif gösterim programlarına, fanzin dergilerine konu olmaya başladı. Kimi korku ve istismar sineması yazarları filmi tekrar değerlendirerek, onun baştan sona “grimy” (pis) ama aynı zamanda “hilarious” (eğlenceli) bir deneyim olduğunu belirtiyor, hatta sleaze (aşırılık) sevenler için bulunmaz bir cevher olduğunu söylüyordu. Özellikle kadınların intikam timi kurup kötü adamları patakladığı sahneler, feminist açıdan sorunlu bulunsa da kült izleyicide bir alkış efekti yaratıyordu: İzleyici, bir yandan “aman ne saçma” diye gülerken bir yandan da içten içe bu sıra dışı adalet dağıtımından keyif alıyordu.
Filmin yeniden keşfinin taçlandığı an ise 2019 yılında gelen Blu-ray özel baskı oldu. Scorpion Releasing isimli şirket, filmi restore ederek Blu-ray formatında meraklılarıyla buluşturdu. Bu özel baskı, filmin ne ölçüde bir kült takipçi kazandığının adeta kanıtıydı. Üstelik Blu-ray’in ekstraları arasında filmin oyuncularından Jennifer Lee Pryor ile yapılmış yeni bir röportaj ve dönemin anılarını tazeleyen hikâyeler bulunuyordu. Yine disk içeriğinde yer alan orijinal fragmanlar ve çeşitli grindhouse filmlerin tanıtımları, Act of Vengeance’ı çevreleyen kült auranın bir parçası olarak sunulmuş durumda.
Tüm bunlar, filmin yıllar içinde unuttuğumuz bir istismar filmi olmaktan çıkıp saygı duyulan bir kült klasiğe terfi ettiğini gösteriyor. Bir zamanlar sansüre uğradığı için yer altına itilen bu yapım, artık özgürce tartışılıyor, akademik makalelere konu oluyor ve raflarda en azından bir Blu-ray kalitesinde yerini alıyor.
Nihayetinde, sansürle başlayan talihsizliği, filmin kaderini kült sularında parlatarak sonuçlandı. Belki de filmin kendisi kadar ilginç olan, film etrafında oluşan efsane ve yeniden keşif hikâyesi oldu.
Feminist Alt Metin ve Dönemin Sosyal Eleştirilerine Katkı
Act of Vengeance yüzeyde bakıldığında, feminist bir söyleme sahip gibi duran bir film. Konusu itibariyle, tecavüze uğrayan kadınların erkek adalet mekanizmasından umudu kesip kendi adaletlerini sağlamaya girişmesi, kesinlikle kadın güçlenmesi (empowerment) temalı bir hikâye. Film boyunca kadın karakterler, maruz kaldıkları şiddetin hesabını sormak için birlik olup sistemle ve saldırganlarla mücadele ediyorlar.
Bu açıdan bakıldığında filmin sunduğu alt metin, 1970’lerin yükselen ikinci dalga feminizminden izler taşıyor. Kadınların tecavüz gibi en travmatik deneyim karşısında seslerini çıkarması, poliste onları suçlayıcı ifadelere maruz kalmaları (Linda’nın polislerce sorgulanırken neredeyse suçlu muamelesi görmesi) ve sonunda “kadın dayanışması” ile cevap vermeleri, dönemin feminist literatüründe sıkça tartışılan konuları popüler sinema diliyle yansıtıyor. Örneğin 1970’lerde pek çok feminist yazar, tecavüzün kişisel değil politik olduğunu, sistemin kurbanları korumakta yetersiz kaldığını dile getiriyordu. Act of Vengeance da açık biçimde bu fikre parmak basıyor: Filmde polis teşkilatı ciddiyetsiz ve başarısız, erkekler sokakta laf atıp kadınları taciz ediyor, yasa kadınları koruyamıyor. Sonuç? Kadınlar kendi yasalarını yazıyor.
David Kidd ve H.R. Christian’ın senaryosu, incelikten uzak olsa da feminist söylemleri bildiğini hissettiriyor. Bir eleştirmenin de belirttiği gibi, senaryo yazarları “tecavüz kültürüne ve polis devletinin cinsel saldırılara tepkisine dair eleştirilerden haberdar olduklarını” belli eden diyaloglar yazmışlar. Film yer yer bu konuda oldukça didaktik ve ağır elini belli ederek mesaj veriyor: Bir sahnede kadınlar, “Artık korkmayacağız, birleşeceğiz!” minvalinde sloganvari cümlelerle motivasyon konuşması yapıyor. Ayrıca erkek şiddetine karşı dönemin gündemindeki bazı kavramlar filme serpiştirilmiş: “Rape hotline” (tecavüz ihbar hattı) fikri, anti-tecavüz broşürleri dağıtılması, erkeklere karşı özsavunma teknikleri öğretilmesi gibi detaylar, 70’lerde feminizmin pratik önerileri arasında gerçekten vardı.
Hatta filmdeki kadınlar, park yerinde bir seks işçisini zorla arabasına bindirip döven bir pezevengi hep birlikte pataklayıp arabasını parçalıyorlar – bu sahne, dönemin feminist eylemlerinde erkek şiddetine karşı verilen toplu tepkileri andırıyor (elbette film bunu çizgi romanvari bir abartıyla gösteriyor). İlginçtir, bu sahnenin sonunda o zamana dek kurban konumunda olan seks işçisinin de ayağa kalkıp pezevengi tekmelemesi, filmde bilinç yükselmesi (consciousness raising) temasının mizahi bir yansıması gibi: Kadın dayanışması anında “bilinci açılan” kadın, kendi celladına son tekmeyi savuruyor. Tüm bunlar, filmin feminist alt metninin kağıt üzerinde oldukça güçlü olduğuna işaret ediyor.
Ne var ki Act of Vengeance, bu alt metni işlerken aynı zamanda onu baltalayan tercihler yapmaktan geri durmuyor. Eleştirmenlerin “feminist mi, değil mi?” ikilemine düşmesinin sebebi de bu. Film, bir yandan sürekli “erkekler sapıktır” mesajı veriyor – öyle ki Flickering Myth’in bir değerlendirmesi, filmde kayda değer her erkeğin “kaba bir şerefsiz” olarak resmedildiğini ve filmin “erkekler domuzdur” noktasını vurgulamak için elinden geleni yaptığını söylüyor.
Gerçekten de filmde iyi niyetli tek bir erkek karakter yok; polis memuru bile kadınlara sözlü tacizde bulunuyor, Linda’nın erkek arkadaşı ona inanmıyor, sokaktaki adamlar laf atıyor, saldırgan zaten canavarın teki… Bu, filmin bariz bir erkeklik eleştirisi içerdiğini gösterir. Ancak diğer yandan, film bu mesajı verirken yöntem olarak yine erkek fantezilerine oynuyor. Yani kadınları güçlendirirken, onları aynı anda nesneleştirmekten çekinmiyor. Örneğin yukarıda bahsettiğimiz jakuzi sahnesi: Kadın dayanışması ve plan kurma anı ama her biri çıplak. Bunun gibi örnekler, filmin feminist alt metnini bulanıklaştırıyor.
Bu durum dönemin genel yaklaşımlarını da yansıtıyor aslında. 1970’lerde istismar sineması, gişe başarısı uğruna feminist temaları sahiplenir gibi yapıp aslında mevcut sömürü düzenini devam ettirmeyi sıkça tercih etti. Act of Vengeance tam bu açıdan derslik bir vaka. Filmin esas hedef kitlesinin feminist idealler peşindeki kadınlar değil, şiddet ve cinsellik karışımından haz alan erkek izleyiciler olduğu hissediliyor. Zaten Cinema Retro’daki değerlendirme de filmin özgürleşmiş kadınlardan ziyade “kadınların kötü muamele görmesini izlemekten hoşlanan erkeklere” göz kırptığını söylüyordu.
Bu nedenle, filmin feminist alt metninden bahsederken hep bir parantez açmak gerekiyor: sözde feminist alt metin. Bir çeşit “yersen” durumu söz konusu. Film, Betty Friedan’dan alıntılar yapıp kadın karakterlere “Bundan sonra tecavüz yok!” dedirtiyor, ama bunu yaparken de tüm kadın oyuncularını cinsel obje gibi sunmayı ihmal etmiyor.
Yine de, safi niyet okumasını bir kenara bırakırsak Act of Vengeance, zamanının önemli bir toplumsal yarasını popüler sinemanın gündemine getirme cesaretini gösteren bir yapım. 1970’lerin başında tecavüz ve kadına yönelik şiddet gibi konular ana akım filmlerde çok nadiren işlenirdi. Bu film, her ne kadar istismar penceresinden baksa da, tecavüz olgusunu bir suç olarak açıkça kınayan ve mağdurların hak arayışına (kendi yöntemlerince de olsa) sempatiyle yaklaşan bir duruş sergiliyor.
Bu bakımdan dönemin filmleriyle kıyaslandığında daha politik bir bilinç taşıdığını bile söyleyebiliriz. Benzer temayı işleyen 1978 yapımı I Spit on Your Grave ya da 1972 yapımı The Last House on the Left gibi filmlerle karşılaştırıldığında, Act of Vengeance belki onların kadar sert bir üne sahip değil, ama onlardan önce gelerek kimi taşları döşediği kesin. Flickering Myth, bu üç filmi kıyaslarken Last House on the Left’in zekâ dolu bir şok ediciliği, I Spit on Your Grave’in ise düpedüz kışkırtıcılığı olduğunu, Rape Squad/Act of Vengeance’ın ise biraz kafası karışık durduğunu yazmıştı. Bu “kafası karışık” durum, filmin tam da bu feminist alt metin / istismar üst metin ikileminden kaynaklanıyor olmalı.
Sonuç olarak, Act of Vengeance dönemin sosyal eleştirilerine bazı samimi katkılar sunsa da bunları istismar sinemasının filtrelerinden geçirerek veriyor. Tecavüz kültürüne yönelik eleştirisi yüksek sesle duyuluyor: Polis sorgusunda Linda’ya yapılan muamele, toplumun kurbanı suçlama eğilimine net bir eleştiri içeriyor. Kadınların topluca savunmaya geçmesi, “kadınlar birleşirse hiçbir kötü erkek onlara saldıramaz” idealini – her ne kadar naifçe ve abartılı olsa da – görselleştiriyor. Filmdeki kadın karakterlerin ağzından dökülen bazı sloganvari replikler, 70’lerde sokaklarda dile getirilen gerçek sloganlara benziyor.
Bu yönüyle film, sonraki yıllarda feminist film teorisyenlerince de mercek altına alınmış; örneğin Carol J. Clover gibi yazarlar, film her ne kadar amatörce ve öngörülebilir olsa da erkek adalet sistemine getirdiği eleştirinin etkisini teslim etmişlerdir. Clover’ın meşhur Men, Women and Chainsaws kitabında bu filmden bahsederken, “erkek adaletinin sorgulanması”nın altını çizmesi kayda değerdir. Yani filmin belki de en kalıcı sosyal eleştirisi, sistemin kadınları korumaktaki yetersizliğine ve kadının kurtuluşunun kendi elinde olduğuna dair verdiği – veya vermeye çalıştığı – mesajdır.
Her ne kadar Act of Vengeance tam anlamıyla tutarlı bir feminist film olmasa da (hatta kimilerine göre sözde feminist bile denebilir), dönemin sosyal atmosferine ayna tuttuğu ve bazı tartışmaları popüler kültüre taşıdığı için anılmaya değerdir. Filmin feminist alt metni, bugün bile izleyenleri ikiye bölebilir: Kimi izleyici, “kadınlar birleşip tecavüzcü avlıyor, ne kadar ileri görüşlü” derken, bir diğeri “ama bunu yaparken de kadın bedenini sömürüyor, ne kadar ikiyüzlü” diyebilir. Bu zıt görüşlerin ikisi de haklı payeler taşıyor.
Belki de filmin gerçek değeri, böyle tartışmalara kapı aralayabilmesinde yatıyor. Tek bir doğru cevap sunmasa da sorular sorduruyor: “İstismar sineması feminist bir mesaj verebilir mi? Kadınların intikamı neden bile isteye erotikleştiriliyor? 70’lerde bu konuya dikkat çekmenin başka yolu var mıydı?” Bu gibi sorular, Act of Vengeance’ı basit bir B-film olmaktan çıkarıp üzerine düşünmeye değer bir sosyal metne dönüştürüyor – elbette bolca tuz, biber ve sosla servis edilen bir metne.
Act of Vengeance’ın Türe Etkisi
1970’lerin ilk yarısı, modern korku sinemasının alt türlerinden olan slasher filmlerinin tohumlarının atıldığı bir dönemdi. Act of Vengeance, her ne kadar tam anlamıyla bir slasher olarak sınıflandırılmasa da (zira cinayetlerden ziyade tecavüz ve intikam eksenli), slasher türünün evriminde yeri olan filmlerden biri olarak görülebilir.
Slasher formülü kabaca, maskeli veya suratına bir şekilde gizem katılmış bir katil, genellikle genç kurbanları teker teker avlar, finalde bir “final girl” hayatta kalıp karşı koyar şeklinde özetlenebilir. 1974 yılı, bu formülün parçalarının farklı filmlerde belirdiği bir yıl oldu: Tobe Hooper’ın The Texas Chain Saw Massacre’ı insan derisinden maske takan Leatherface’i sinemaya armağan etti; Bob Clark’ın Black Christmas’ı bir grup genci teker teker telef eden meçhul bir katilin dehşetini gösterdi. İşte bu yılın bir diğer ürünü olan Act of Vengeance da, belki gişe anlamında onlar kadar parlamasa da, hokey maskeli bir insan avcısı imgesiyle slasher mitolojisine kendi tuğlasını ekledi. Dahası, slasher’larda görmeye alışık olduğumuz kurbanların intikamı motifini tersyüz ederek olayları kurbanların perspektifinden ele aldı.
Slasher türü, Act of Vengeance’tan birkaç yıl sonra, 1978’de Halloween ile ana akıma sıçradı. Michael Myers karakteri bir dönüm noktasıydı: Yüzü ifadesiz bir maske ardında gizli, durdurak bilmez, geçmişi çok önemli olmayan salt bir ölüm makinesi. Bu, seyircinin bilinçaltındaki “yok edilemez katil” korkusunu ikonikleştirdi. Sonra 1980’lerde Friday the 13th serisi geldi; özellikle 1982’deki üçüncü filmden itibaren Jason Voorhees hokey maskesiyle boy gösterip korku ikonografisini zenginleştirdi.
İşte Act of Vengeance, bu iki büyük slasher ikonundan önce gelerek bir nevi “proto-slasher” rolü oynadı. Halloween’in Myers’ı için “sislerin arasından çıkan biçare bir şekil” diyorsak, Rape Squad’ın Jack’i için de “karanlıkta beliren maskeli bir dehşet” diyebiliriz – üstelik onu alt edecek bir “final girl” değil, bir “final girls takımımız” var. Bu bile başlı başına ilginç bir varyasyon. Korku yazarı Jennifer Wallis, filmle ilgili bir makalesinde Jason’ın maskesinden bahsederken, Act of Vengeance’ın daha 1974’te hokey maskesini kötücül bir imge olarak kullandığına dikkat çekiyor ve “Jason denilince akla gelen o ünlü maskeyi ilk defa takan aslında bir tecavüzcüydü” diyerek filmin tür tarihindeki yerine işaret ediyor.
Peki, Act of Vengeance bugün neden izlenmeli? Her şeyden önce, tür sineması meraklıları için bu film bir arkeolojik kazı değerinde. Slasher’ın evrimini veya 70’ler istismar sinemasının toplumsal meselelere bakışını anlamak isteyenler, bu filmde birçok ipucu bulacaktır. Feminist bir intikam hikâyesinin ticari kaygılarla nasıl değişip dönüştüğünü görmek, sinema tarihinin cilvelerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca film, bugünün gözüyle bakıldığında hem çok demode hem de şaşırtıcı şekilde taze hissettiren bir enerjiye sahip. Demode, çünkü oyunculuklar teatral, müzikler retro, görüntüler biraz pürüzlü… Ama aynı zamanda taze, çünkü böyle çelişkilerle dolu filmler artık pek yapılmıyor; film, cesur bir biçimde hem “kadınlar kendini savunmalı” deyip hem de kadın bedenini sömürme riskini alabiliyor – bu riskli denge, onu benzersiz kılıyor.
Günümüz seyircisi Act of Vengeance’ı izlerken elbette bazı anlarda rahatsız olacaktır. Özellikle tecavüz sahneleri halen sarsıcı ve tetikleyici gelebilir; bu sahnelerin şiddeti ve rahatsız ediciliği konusunda film en ufak taviz vermiyor. Ancak bu rahatsızlık, filmin vermek istediği mesajın bir parçası olarak da görülebilir: “Bakın, tecavüz sahnelerini izlemek bile bu kadar zorken, gerçek hayatta bunları yaşayanların öfkesi anlaşılabilir değil mi?” alt metnini okuyabiliyoruz. Bir yandan da film, günümüz perspektifiyle son derece politik doğruculuktan uzak unsurlar içeriyor. Örneğin homofobik bir espri veya fetişleştirme barındıran bir iki diyalog, bugünün izleyicisini irrite edebilir (nitekim bazı eleştirmenler filmdeki gereksiz homofobik nüansları eleştirmiştir). Fakat bunlar, filmi tarihsel bağlamında değerlendirme gereğini hatırlatan detaylar.
Act of Vengeance’ı bugün izlemek için bir diğer sebep, onun kült film damarıdır. Eğer sıradan ve öngörülebilir Hollywood filmlerinden sıkıldıysanız, bu film tam bir “ne, şimdi ne olacak?” merak uyandırıcılığı taşıyor. Hikâyenin gidişatını kestirmek zor değil belki, ama sahnelerin işleniş biçimi ve absürtlük dozu her an sürpriz doğurabiliyor.
Örneğin, kadınların tecavüzcüyü tuzağa düşürmek için bir gece kulübünde teşhirci bir plan yapması ve sonra adamı evinde kıstırıp çıplak vaziyette hadım etme tehdidiyle mavi boya dökerek damgalaması (evet, yanlış duymadınız: üzerlerine “sülfürik asit” etiketi yapıştırdıkları mavi bir boya kovasını adamın cinsel organına boca ediyorlar!) gibi inanılmaz sahneler var. Bu sahne hem göz kırpıyor hem de dehşete düşürüyor: İzlerken insanın aklından “Bu intikam belki de I Spit on Your Grave’dekinden bile yaratıcı” diye geçiyor, bir yandan da gülümsemeden edemiyor. İşte film, bu tarz uçuk fikirlerle dolu ve bunlar onu eşsiz kılıyor.
Slasher türünün evrimi açısından bakarsak, Act of Vengeance belki Halloween veya Friday the 13th kadar anılmaz, ama alt türlerin kesişim noktasında önemli bir köprü film sayılabilir. Rape-revenge (tecavüz intikamı) alt türüyle slasher motiflerini bir potada eritir; bir bakarsınız sahne, tipik bir kadın intikamı anlatısıdır, hemen ardından bir kovalamaca başlar, kendinizi bir slasher izlerken bulursunuz. Bu anlamda film, tür sinemasının sınırlarında gezindiği için, meraklısına adeta bir laboratuvar örneği sunar. Burada şunu gördük: Maskeli cani + kadın dayanışması, acaba ileride nereye evrildi? diye düşünmek keyifli olabilir.
Dahası, filmin sunduğu feminist temalar, günümüzde hala güncelliğini koruyan tartışmalar. MeToo hareketiyle birlikte, kadınların maruz kaldıkları şiddete karşı seslerini yükseltmesi çok konuşulur oldu. Act of Vengeance tam 50 yıl önce benzeri bir damardan, fanteziyi gerçeklikle harmanlayarak bu meseleyi ele almış. Elbette, bugün böyle bir film yapılsa dili ve yaklaşımı bambaşka olur ama tarihsel bir perspektifle izleyince, “demek o zamanlar bu konuyu böyle işlemeyi denemişler” demek ufuk açıcı.
Son tahlilde, Act of Vengeance izlenmeyi hak eden bir kült klasik. Korku/gerilim tutkunuysanız, türün alışılmış kalıplarının dışında seyrederken yine de tanıdık bir keyif alacağınız bir yapım. Sosyal meselelere meraklıysanız, 1970’lerin cinsiyet politikalarını bir istismar filmi prizmasından görme şansı tanıyor. Sinematografik açıdan yenilik arıyorsanız, belki çığır açmıyor ama orijinal sahneleri ve unutulmaz görsel motifleriyle aklınızda yer edecek kareler sunuyor. Ve en önemlisi, bu film izleyiciye aynı anda birden çok duygu yaşatabiliyor: Öfke, kahkaha, tiksinti, heyecan…
Unutmayalım ki sinema tarihi sadece başyapıtların hikâyesi değil, aynı zamanda bu tür ara sıçramaların, kenarda kalmış mücevherlerin ve zamanında anlaşılamayıp sonradan değer kazanan işlerin de hikâyesi. Act of Vengeance da işte böyle bir hikâyenin parçası. Slasher türü evrilirken belki sayfalarda küçük bir dipnot oldu ama bugün geriye bakınca o dipnotun ne denli ilginç olduğunu görüyoruz. Kadın kahramanların maskeli bir sapığa karşı verdiği mücadeleyi, 70’lerin eşsiz stilinde izlemek isterseniz, Act of Vengeance / Rape Squad sizi bekliyor.
Kaynaklar:
- Ebert, Roger. “Rape Squad (1975) Review”. rogerebert.com
- Cinema Retro (Lee Pfeiffer). “REVIEW: Act of Vengeance (aka Rape Squad) (1974)”. cinemaretro.com
- Furious Cinema (Peter Roberts). “Masked Maniacs of the Movies”. furiouscinema.com
- Flickering Myth (Extreme Cinema). “Rape Squad (1974)”
- Cultsploitation. “Friday the 13th Special: The Hockey Mask in Films”. cultsploitation.com
- Letterboxd (çeşitli kullanıcı incelemeleri)
- Wikipedia (Act of Vengeance, Extreme Cinema), Time Out (1974) eleştirisi, Scorpion Releasing Blu-ray ekstraları.