Canonic sinema genel geçer sinemanın kabul edilen değerleri anlamına geldiğinden, Alfred Hitchcock nerede durulacağını ve canonic sinema ile ”cinema out of closure” arasında nasıl bir köprü kurulacağını gayet iyi bilmektedir. Closure kalıntıların zihinlerde bir çatışma oluşturmaya yetkin olmayan türü anlamına geldiğine göre Hitchcock sineması bu kapalılığın ötesine geçmiştir. Bir Hollywood janr yönetmeni olan Hitchcock bu örneği Blackmail (1931) ile sunmaktadır: Kadın (Alice White: Anny Ondra) kendine tecavüze kalkışan erkeği öldürdüğünde tüm izleri siler… Ama bir eldiven dışında… Tam bu sırada bir erkeğin silüeti tam da kadının mekanı terk etme sürecinde kapıya yansır. İşte bu noktada bu silüet dışavurumcu bir formda hem kadın için hem de izleyici için bir çatışma/ikilem yaratmaktadır. Bu örneği bir de eldiven bulunmamış ve bu silüet hiç kapıya yansımamış olarak düşünelim: Bu koşullarda bıçaklanmış bir adamın faili meçhulünü bulmaya çalışan sıradan bir detektif hikayesinden öteye geçemezdik. Ama Hitchcock bir gizem yaratmak için hem silüeti hem de çok önemli bir prop olarak eldiveni kullanmıştır.

İçerikten ziyade forma değer biçen bir anlatım biçiminde Hitchcock bir poetik anlatım oluşturarak hem forma hem de içeriğe değer atfedebilmiştir. Yüksek derecede bir çatışma yaratabilmek için prop ve karakterler üzerine gitmektedir. Kadının cinayet öncesi tavırlarıyla cinayet sonrası tavırları arasındaki şiddetli ayrım filmin anlatısını abarttığı kadar, bu anlatı Hitchcock‘u anlatım teknikleri kurmaya sevk eder: Kadının cinayet sonrası sokaklardaki yürüyüşü buna güzel bir örnektir: Kadın yürürken cinayetin ayrıntılarını flashbackler sayesinde anımsamaktadır. Kadının bu koşullardaki zihinsel durumu filmin anlatısından ziyade anlatımını oluşturmada etkili olup, anlatım anlatının kendi gizeminden ve kaosundan beslenmektedir. Poetik anlatım formdan ziyade karakterin, çatışmanın/ikilemin ve koşulların kendi felaketinden ilham almaktadır.

Bir kıyaslama yapmak için Napoleon‘daki (Abel Gance, 1927) kartopu sahnesini baz alırsak, ana düşünce noktamız Napoleon‘un çocukluktan yetişkinliğe dek bir imparator olduğu söyleminin kanıtlanması yönündedir ve bu etkileşimi vermek üzere bir anlatım oluşturulmuş ve bu anlatım öğeleri kullanılmıştır. Blackmail‘de ise ana problem kabul edilmeye müsait bir fikrin filmden bağımsız olarak bir şeyler ortaya koymasının kanıtlanması değildir. Hitchcock‘un poetik anlatımı anlatıyı besleyerek çatışmayı ve gizemi metnin süresince düşürmeden ortaya koymak içindir. Alfred Hitchcock‘u eğer bir autheur olarak ele alırsak işte tam da bu hususta kendi imzası film süresince etkindir: Kadının sokakta yürürken gözüne takılan vizyonlar ve defterde polisin numarasını görmesi gibi anlatıyı besleyen anlatımlar filmin artan gizemine Napoleon‘un daha çocukken imparator olduğu gibi bir fikrin kabulünden farklı olarak odaklanmaktadır.

-*-

Hitchcock‘un oturttuğu zaman, mekan ve karakter, süjenin gizemini filmden bağımsızlaşacak bir fikrin kanıtlanabilirliliği ile oyalamayacak denli anlatıdan anlatıma doğru poetik bir form almakta, anlatımın anlatıdaki gizemini, çatışmasını ve de ikilemini elimine etmemektedir.

Blackmail poster

blank

Burak Bayülgen

1983′te İstanbul’da doğan Burak Bayülgen yedi yaşında korku filmleriyle tanıştı. İlkokulda hayallerinde korku sinemasını meslek edinip Freddyler ve Jasonlar ile iç içe bir hayat düşleyerek bir kaçış yaşayan Burak lisansını ve yüksek lisansını Sinema-TV üzerine tamamladıktan sonra en çok yapmak istediği işe, yani yazı yazmaya koyuldu.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Pickup on South Street (1953)

Sadece Martin Scorsese’nin değil, hemen her sinemaseverin en iyiler listesine
blank

Snijeg (2008): Küçük Çocukları Küçük Kurşunla Öldürürler, Değil mi Anne?

“Snijeg” filminin Bosna-Hersek yapımı en iyi film olduğunu düşünüyorum. Günlerce