“İnsan ne yerse odur.” (Ludwig Feuerbach)

Gıdanın endüstrileşmesi üzerine çekilmiş olan Robert Kenner’in yazdığı ve yönettiği “Food Inc.” (2008) isimli filmden hareketle günümüzde insan beslenmesinin en önemli ürünü haline getirilen yumurta üretiminden söz etmek istiyorum. Gıda endüstrisinin içyüzüne değinen film, bir süpermarketin içini göstererek ve mevsimlerden bağımsız olarak istediğimiz her an domates bulabileceğimizi söyleyerek başlıyor. Dünyanın öteki ucunda yetiştirilen ve daha kızarmadan toplanarak etilen gazıyla olgunlaştırılan “şeylerin” domates “gibi” gözükse de domates kavramına dönüştüğünü gözler önüne seren filmden hareketle endüstrileşen gıdanın Baudrillard’ın deyişiyle artık bir “yokluğu” simüle etmeye yaradığını iddia edebiliriz.

“Gizlemek sahip olunan şeye sahip değilmiş gibi yapmak, simüle etmek ise sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmaktır. Birincisi bir varlığa (şu anda burada bulunmayan) diğeri ise bir yokluğa (şu anda burada bulunmamaya) göndermedir. Ancak bu olay sanıldığından daha da karmaşık bir şeydir. Çünkü simüle etmek “-mış” gibi yapmak değildir. “Hastaymış gibi yapan kişi yatağa uzanıp bizi hasta olduğuna inandırmaya çalışır. Bir hastalığı simüle eden kişi ise kendinde bu hastalığa ait semptomlar görülen kişidir.” Öyleyse “mış” gibi yapmak ya da gizlemek gerçeklik ilkesine bir zarar veremez yani bunlarla gerçeklik arasında her zaman açık seçik, gizlenmeye çalışılan bir fark vardır. Oysa simülasyon bu “gerçekle” “sahte” ve “gerçekle” “düşsel” arasındaki farkı yok etmeye çalışmaktadır.” (Jean Baudrillard, Simülakrlar ve Simülasyon)

İnsani bütün ilişki biçimlerini acımasızca kesip atan kapitalizm, insanın hem kendi türüyle hem de hayvanla, bitkiyle, toprakla, havayla, suyla vb. kurduğu her türlü ilişkinin temeline parayı yerleştirmiş ve başarının tek ölçütü para olmuştur. Psikanalist Gruen, “İnsanın kendine verdiği değer başarıya, statüye ve maddi kazanca dayanıyorsa” sevginin, özgürlüğün, merhametin hatta ağlamanın tehdit, zayıflık hatta başarısızlık olarak algılanacağını vurgular. 1844 Elyazmaları’nda “Sen ne kadar azsan, o kadar çoğa sahip olursun ve yabancılaşmış yaşamın o kadar büyür” diyen Marx, “Kapitalizm, senden yaşam ve insanlık olarak aldığı şeylerin yerine, parayı koyar ve senin yapamadığın her şeyi, senin paran yapabilir” diyerek yabancılaşmanın acı ve çirkin yüzünü açığa çıkarır. Kapitalizm para ile her şeyin yapılabileceğini düşündürmeye devam etse de, paranın satın aldığı şey artık domates değil domates kavramıdır çünkü her şeyi yapabilecek “para” yalnızca çok küçük bir azınlığa “bahşedilmiştir.” Dünyanın en zengin sekiz kişisinin servetinin, dünyanın yarısını oluşturan 3.6 milyar insanın servetine eşit hale gelmiş olması bunun en açık ispatıdır. (1)

“Gıda sektöründeki bu kötüleşmeyi ve sağlıksızlığı gördüğü halde devlet ve hükümet politikalarının da bu sermayedarların kontrolüne girdiği için hiç seslerini çıkarmamaları, aksine onları daha da koruyacak yasalar üretmeleri… Peki, bizleri bu gıda teröründen kim koruyacak ya da kendimizi nasıl koruyacağız?” (filmden)

Filmin danışmanlarından Michael Pollan “Yediklerimizi diğer hayvanlarla paylaşırız ve yediklerimiz yüzünden bu hayvanlarla ayrı düşeriz, yediklerimiz bizi tanımlar” der ve “Etobur-Otobur İkilemi” isimli kitabında “endüstriyel gıda zincirinin, gıdaların tabağımıza ulaşmasına kadar geçen süreci gizlice yürüttüğünün ve bağlantıları görünmez hale getirdiğinin” altını çizer. Pollan, kitabında on bir yaşındaki oğlunun çok severek yediği “nugget”ın tadının tavuğa benzeyip benzemediğini sorunca oğlunun, “Hayır, tadı tavuğa değil nugget’a benziyor” dediğini yazar ve nugget’ın Amerikalı çocuklar için yeni bir yiyecek türü oluşturduğunu ifade eder. Pollan’ın kitabını on beş yıl önce yazdığı gözönüne alındığında nugget’ın (2) artık dünyanın pek çok yerindeki çocuklar hatta yetişkinler için yeni bir yiyecek türünü oluşturduğunu söyleyebilmek mümkün…

“Oğlum açısından nugget, çocukluğunun ayırt edici tadıydı; ancak tavuk öyle değildi. Onun için geleceğin nostalji aracı olacağı kesindi. Çıtırtısı ve parlak beyazlığı tavuğun göğüs etini, görünüşü ve dokusu kesinlikle kızarmış tavuğu andırıyordu; ancak tadabildiğim tek şey tuz, fast food aroması ve bir parça tavuk bulyondu. Nugget, bir yemekten ziyade bir soyutlamaya benziyordu; tavuktan ziyade bir tavuk fikrine benziyordu.” (Michael Pollan, Etobur-Otobur İkilemi)

Gıdanın endüstrileşmesiyle ellerimizde tuttuğumuz kokusuz ve tatsız biberlerin, domateslerin, maydanozların hatta nanelerin aslında bir “yokluğu” simüle etmeye başlar. Filmde de ortadaki ürünün domates veya tavuk değil de, domates veya tavuk kavramı (3) olduğundan hareketle yapaylığın her yanımızı sardığını vurgulamasının çok yerinde bir eleştiri olduğunu söylemeliyim.

“Yapay dışkılar kaçınılmaz olarak yapay beslenmeye, yapay hayvanlara ve yapay insanlara dönüşür.” (Albert Howard)

Feuerbach’ın deyişiyle “ne yiyorsak o isek”, Howard’ın deyişiyle “yapay beslenme, yapay insanlar” yaratıyorsa, hatta Foer’in deyişiyle “işkence görmüş etleri midemize doldurmak bizleri zalim yapıyorsa” yapay ve zalim insanın kurduğu para odaklı ilişki biçimleri de yapay ve acımasız hale gelmektedir. Endüstrinin dayattığı gıdalar bütün ilişki biçimlerimizi dönüştürmekte, yapay hale getirmekte hatta yok etmektedir. Böyle olunca da insan türü tarihte hiç olmadığı kadar büyük ruhsal sorunlarla boğuşmakta, bir paylaşımın sıcaklığını, içten bir sohbeti ve gerçek bir dostluğu çok özlese de dertlerini paylaşabileceği “gerçek” bir insan bulamamaktadır. Yoksulluğa ve açlığa çare bulmanın tek yolunun endüstriyel gıda üretimi olduğu iddia edilse de obeziteye bağlı rahatsızlıklar sonucu ölenlerin sayısının, açlıktan ölen insanların sayısını geçmesi, hepimizin aslında birer insan kavramına dönüştüğünün göstergesidir.

Kapitalizmle birlikte gıda tamamen endüstrileşmesine karşın kültür endüstrisi sanki öyle değilmiş gibi gıda, toprak, bitki, hayvan ve insan arasında hala bir bağlantı olduğunu “simüle” etmeye devam etmektedir. Bu durumu, “Bir süpermarkete girersiniz, ürünlerin üzerinde çiftçi resimleri görürsünüz; büyük bir çiftlik evi, tahta çitler, gezinen mutlu hayvanlar, yemyeşil çimler” diyerek özetleyen film, “bir doğallık imgeleminin sürüp gittiğini” söyler. Ortadaki ürünler yapay olmasına karşın kapitalizm, insanlığın binlerce yılda oluşturduğu imgeleri çalıp kullanmaktan asla çekinmez. Her şeyi “modern” hale getirdiğini iddia eden kapitalizmin “gerçek” fabrika görüntülerini değil de “pastoral” imgeleri tercih etmesi bütünüyle sömürü odaklıdır. Adorno’nun da uzun yıllar öncesinden, kapitalizmin “puding tozunu” servise hazır “puding resmi” aracılığıyla sattığını söylerken işaret ettiği aslında tam da bu yapaylıktır.

“Gıda endüstrisi “yemek” hakkındaki gerçeği bilmenizi istemez. Çünkü bilseydiniz, yemek istemezdiniz. Eğer plastik ambalajda satın aldığını gıdanızın geldiği yolu takip ederseniz umduğunuzdan çok farklı şeyler görürsünüz. Bir fabrika. Bir çiftlik değil. Bir fabrika. Yediğiniz eti işleyen çok uluslu muazzam şirketlerin çiftliklerle, çiftçilerle alakası yoktur. Yediğimiz yemek artık, hem hayvanların hem de çalışanların suiistimal edildiği muazzam üretim hatlarından geçerek geliyor. Yediğimiz yemek artık çok daha tehlikeli ve bu tehlikeler bizden saklanıyor. Bir avuç çok uluslu şirket tüm gıda sanayisini kontrol ediyor. Tohumdan başlayıp dizildikleri raflara kadar her şey onların kontrolüne geçiyor.” (filmden)

Tüketicinin “ne yediğinin” peşinde koşması gerektiğini vurgulayan film, endüstrinin bilgileri saklamakla kalmadığını, kendilerini eleştirmeyi de yasadışı hale getirmeyi başardıklarını, örneğin bir eyalette kıymayı kötülemenin hapis cezasıyla sonuçlanabileceğini söyler. “Bu yalnızca yediğimiz değil söylememize ve bilmemize izin verilenlerle ilgilidir” diyen belgeselde, bir kadının “sözlerimi yayımlamadan önce hukuki görüş almanız iyi olur” demesi endüstrinin devasa gücünü göstermektedir. “Bazı eyaletlerde, bir fabrikanın ya da besi yerinin fotoğrafını çekmeyi yasadışı hale getirmeye çalışıyorlar” diyen film, endüstrinin avukat ordusuna sahip olduğunu ve insanları korkutmak için kazanamayacak olsalar dahi davalar açabileceklerini ifade eder.

Yeri gelmişken, 24 Haziran 2020 tarihinde “Gıda, Tarım ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında” TBMM Başanlığına sunulan kanun teklifi (4) ile “yazılı ve görsel medya üzerinden hızla yayılan, gıdalar hakkında yanıltıcı, yanlı, yanlış yönlendirici bilgiler ile gıdada bilgi kirliliği oluşturan beyanlarla tüketicide endişe, korku ve güvensizlik” oluşturacak şekilde yayın yapanlara 20 ila 50 bin lirası para cezası verilmesinin” amaçlanmasının manidar ve tüketicide “endişe, korku ve güvensizlik” yaratılması ifadesinin hayli muğlak bir ifade olduğunu düşündüğümü söylemeliyim. Yediğimiz “yemeği” eleştirme hakkımızın elimizden alındığını ve işin sonunun nereye varacağını hayal etmeye çalışmanın bile çok korkunç olduğunu söylemeliyim.

YUMURTA TAVUKÇULUĞU

blank

Bu yazının tüketicide “endişe, korku ve güvensizlik” oluşturup oluşturmayacağını bilemiyorum ancak böyle bir endişe oluşacaksa en azından dayanaklarını ortaya koymak için Tarım ve Orman Bakanlığının internet sitesinde yer alan 15 sayfalık “Yumurta Tavukçuluğu” isimli bir doküman üzerinden devam etmek istiyorum. Bu dokümanda, yumurtanın, anne sütünden sonraki en “mükemmel” gıda olduğunu ve yumurta tavukçuluğunun dev adımlarla ilerleyen önemli bir endüstriye dönüştüğü ifade edilmektedir. Yumurtanın insanın ihtiyacı olan tüm besin ögelerini bulunduran tek besin kaynağı olduğunu iddia eden doküman “yeni bir yaşamın özü” olan yumurtanın besleyici değerinin yüksek olmasının hiç de şaşırtıcı olmadığını söylemektedir. Yumurtanın aslında “yemek” değil de “bir yaşamın özü” olduğu için insan tarafından “yemeğe” dönüştürüldüğüne yer verilmesi Freudyen bir dil sürçmesi mi yoksa umursamazlık mı, emin olamıyorum.

Tavukçulukta, biri et tavukçuluğu, diğeri yumurta tavukçuluğu olmak üzere iki ayrı üretim şekli bulunmaktadır. Et tavukçuluğunda üretici, civcivleri üreticilerden almakta ve yaklaşık kırk gün besledikten sonra satmaktadır. Marketlerin ışıltılı raflarını süsleyen ve afiyetle kemirdiğimiz “tavukların” aslında kırk günlük “bebekler” olduğunu bilmenin çok acı olduğunu söylemeliyim. Bir üretim merkezinde “anne” sıcaklığı ve ilgisinden mahrum olarak dünyaya gelen bu civcivler, güneş ışığını göremeden, toprağa basamadan, kanatlarını açamadan kesilmekte ve “yemek” olmaktadır. Yumurtacı tavuklar ise yaklaşık 18-20 ay yaşamalarına karşın kafeslerde geçen ömürleri çok daha acı vericidir.

“Aslına bakarsanız son elli yıldır farklı genetik yapılara sahip iki tür tavuk bulunuyor: Broyler ve yumurta tavukları. İkisine de tavuk diyoruz ancak bu hayvanların farklı ‘işlevler’ için tasarlanmış, tamamen farklı bedenleri ve metabolizmaları vardır. Yumurta tavukları yumurtlar. Broyler (kasaplık) tavuklar ete dönüşür. Şu iki ayrı türdeki tavuklarımızdan haberdar olmadan önce, yumurta tavuklarının dişi olmayan civcivlerine ne olur gibisinden sorular sorma gereği duymamıştım. İnsanlar tarafından ete dönüşmek üzere tasarlanmadılarsa ve doğa tarafından yumurtlamak üzere tasarlamadıklarına göre, ne işe yararlar? Hiçbir işe yaramazlar. Dişi olmayan yumurta tavuklarının tümü –her yıl yaklaşık 250 milyondan fazla civciv- bu sebeple imha edilir.” (Jonathan Safran Foer, Hayvan Yemek)

Erkek civcivleri öldürmek (5) yumurta üretiminin temeli olduğundan, üretim çiftlikleri satmayı planladıkları civciv sayısından daha fazla yumurtayı kuluçkaya basar. Ülkemizde 2019 yılında yumurtacı tavuk üretimi için yaklaşık 190 milyon yumurta kuluçkaya basılmışken üretilen civciv sayısının yaklaşık 70 milyon olması, her üç yumurtanın ikisinin ya hiç dünyaya gelmediğini ya da erkek olarak dünyaya geldiği için doğar doğmaz öldürüldüğünü gösteriyor. Dünyada her yıl yaklaşık 7 milyar civciv, canlı canlı öğütücülere atılarak, gaz ya da elektrik verilerek veya plastik torbalar içinde boğularak öldürülmektedir. (6)

“Yumurtlayan tavuklar için hayat, kuluçkahanede başlar. Erkek ve dişi civcivler ayrı konveyör bantlarına ayrılır. Erkek civcivler deforme veya zayıf olarak algılanan dişiler gibi atık ürünler olarak kabul edilir. Küçük kuluçkahaneler karbondioksit gazı kullanabilir veya civcivleri plastik torbalarda boğabilir. Bu arada, sağlıklı dişiler ağrılı gaga kesme makinelerine devam ederler. Tavuklar yumurta çiftliklerindeki tutsaklıklarında birbirlerine yapabilecekleri zararı en aza indirmek için gagaları kesilir. Piliçler daha sonra tepsiler halinde istiflenir ve yumurtlamaya başlayana kadar 4 ay kalacakları piliç yetiştirme çiftliklerine verilir. 6 haftalık oldukları zaman yumurta üretimi ‘harcanmış’ olarak kabul edilir ve kafeslerden çekilirler. Ya ölümüne gaz verilirler, sonra gömülür ya da işlenir ya da kesimhaneye gönderilir ve yerine yeni dört aylık tavuklar yerleştirilir.” (7)

KANİBALİZM VE GAGA KESİMİ

blank

“Başarılı yumurta tavukçuluğu sağlıklı civciv temini ile başlar” diyen dokümanın (8) hızla “kanibalizm” (yamyamlık) konusuna ve “gaga kesimine” yer vermesi bir bakıma endüstrinin suçlu bilinçaltını yansıtmaktadır diyebiliriz. Gaga kesiminin, (9) kanibalizm görüldükten sonra yapılması gerektiğini söyleyen doküman nedense kendisiyle çelişmeyi göze alarak gaga kesiminin derhal yapılmasını tavsiye ediyor. Kanibalizmin “kötü bir alışkanlık” olduğunu ve tavukların birbirlerinin kloakalarını, karın bölgelerini, başlarını, parmaklarını, kanat ve kuyruklarını gagalayarak ciddi yaralara yol açtığını iddia eden dokümanın, birçok ülkede gaga kesimi yasaklanmasına karşın henüz ortada böyle bir durum yokken sağlıklı bir tavuğun “sağlam” bir uzvunun kesilmesini önermesini anlayamıyorum.

“Kanatlı hayvanların gagası, oldukça fazla sinirle donatılmıştır ve aynen insan eli gibi dokunma, ısı ve basınca duyarlıdır. Kanatlı hayvanlar gagalarını, sadece yem toplamak için değil aynı zamanda çevredeki nesneleri keşfetmek, tüylerini düzeltmek, kum banyosu yapmak, yuva yapmak ve sosyal ilişkiler için de kullanırlar. Bu nedenle gaga kesimi ağrı verici bir işlem olmasının yanı sıra hayvanı önemli duyusal bilgilerden de yoksun bırakmaktadır.” (Sheila E. Scheideler-Sara Shields, “Kanatlı Hayvanlarda Kanibalizm”, Poultry Management Dergisi)

Yaklaşık sekiz bin yıl önce evcilleştirilen ve binlerce yıldır gagasını kullanarak yaşayan tavuğun gagasının kesilerek “sakatlanmasının” endüstrinin isteği doğrultusunda yapıldığını söylemek mümkün çünkü doğasına aykırı bir şekilde kafese tıkılan ve doğuştan gelen özgürlüklerinden mahrum bırakılan tavuğun bu durum karşısında göstereceği en doğal tepkinin “kötü” olarak nitelendirilmesi bunun ispatıdır. Filmde de vurgulandığı gibi “endüstri bir sorunla karşılaşınca sorunun kaynağını aramak ve çözmeye çalışmak yerine” sistemi ayakta tutmaya tercih etmektedir. Ve bu durumda da ilk feda edilecek şey kimselerin önemsemediği tavukların gagaları olmaktadır. Gaga kesimi o kadar sıradan bir uygulama haline gelmiştir ki, ülkemizde yapılan bir araştırmada, yasak olmasına karşın organik yetiştiricilikte bile gaga kesimi yapıldığı bildirilmiştir. (10)

“Gaga kesimi bir iki günlük civcivlere anestezi kullanılmadan uygulanır. Civcivlerin hassas sinir uçlarının bulunduğu gagalarının en az 1/3’ü gaga kesme makinesinin sıcak bıçakları tarafından kesilir. Uygulama o kadar acı vericidir ki bazı civcivler uygulama anında şoka girip ölürler, pek çoğu da acıdan dolayı su ya da yem yiyemeyecek duruma gelir ve açlıktan ölür.” (Sezen Ergin Zengin, Özneden Nesneye: Söylem Analizi Üzerinden Hayvanın Değişen Statüsü Hakkında Bir İnceleme, Doktora Tezi)

Geleneksel kafesler tavuklara çok az alan sağladığından, tavuklar tüneme, eşelenme, gezme ve folluk yapma gibi doğal davranışlarını gerçekleştiremezler. Buna karşın yumurta üreticilerinin, tavuk başına yatırım ve işçilik giderlerini düşürmek kafes içerisindeki tavuk sayısını arttırma eğiliminde (11) olmalarına karşın yerleşim sıklığını artırmak tavukları daha da saldırgan hale getirmektedir. Birim alana olması “gerekenden” fazla hayvan konulması ve yemlerin protein ve esansiyel aminoasitler bakımından yetersiz olmasının tüy yolma ve kanibalizm riskini arttırdığı çünkü besin yetersizliğinin hayvanlar tarafından tüylerden karşılanma yoluna gidildiği çeşitli araştırmalarda (12) ortaya konmuştur.

Doküman, her türlü aşırı heyecan, aşırı sıcaklık ve stres durumlarının da kanibalizme yol açtığını belirtmektedir. Kanatlıların memelilere oranla strese daha yatkın olduğunu, üstelik verimi arttırmak için yıllar boyunca yapılan seleksiyonların strese olan yatkınlığı daha da arttırdığı bazı araştırmalarda (13) ifade edilmiştir. Dokümanda folluk yerine, yere yumurtlamakta direnen hayvan olmasının da kanibalizme neden olduğunun belirtilmesinin manidar olduğunu söylemeliyim. Kafeste “yetiştirilen” tavuğun yumurtasını tutabildiği kadar tuttuğunu belirten Singer (14) “Diğer tavukların ortasında yumurtlamaya karşı içgüdüsel isteksizliklerinin, benzer bir durumda dışkı yapmanın uygar insanlarda yaratacağı rahatsızlık kadar büyük olduğuna biç bir şüphe yok” diyerek sorunun çok büyük olmasına karşın “suçlananın” her zaman tavuk olduğunu ortaya koymaktadır.

Tavukçulukta kullanılan yapay aydınlatma ile sağlanan ışık, tavuğun hipofiz bezini harekete geçirerek tavukların büyümesini, gelişimini, cinsel olgunluğa ulaşmalarını ve yumurta üretiminin devamını sağlama gibi yaşamsal ve verimsel fonksiyonları etkilemektedir. (15) Söz konusu dokümanın da yumurtacı civcivlerin kümes aydınlatılmasında, ilk iki gün tam gün aydınlatmadan sonra bir aydınlatma programı yapılmasını ve uygulanmasını tavsiye etmesinden hareketle tavuğun kafeste geçecek hayatının aydınlatma ile programlandığını öğreniyoruz. Tabii bu aydınlatmanın tavuğun değil de üretici lehine program olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil.

“Sınai çiftlikler verim artırmak için yem ve ışık üzerinde oynamalar yapar; çoğunlukla da hayvanların sağlığı pahasına. Tavuk çiftlikleri, bunu kuşların doğal saatini sıfırlamak adına yapıyor. Dişiler olgunlaşır olgunlaşmaz kümese alınır ve ışık azaltılır; bazen yedi gün yirmi dört saat tamamen karanlıkta bırakılırlar. Daha sonra çok düşük proteinli bir diyete tabi tutulurlar, neredeyse açlık diyeti denebilir buna. Bu, iki üç hafta kadar devam eder. Ardından ışıklar günde on altı saat açık tutulur, tavuklar baharın geldiğini zannederler. Bu şekilde ışığı, yemi ve yemleme zamanlarını kontrol eden endüstri, kuşları yıl boyunca yumurtlamaya zorlayabiliyor. Tavuklar 300’den fazla yumurtlamaya zorlanıyor. Bu, doğadakinden iki hatta üç kat daha fazla. Yaklaşık 72-80 hafta sonunda tavuklar öldürülür çünkü sonraki yıl bu kadar yumurtlayamazlar -endüstri, daha az yumurtalayacak kuşları besleyip barındırmaktansa kesmenin daha ucuza geleceğini anladı.” (Jonathan Safran Foer, Hayvan Yemek)

Yüksek ışık şiddetinin tavuklarda strese neden olduğu, kaçma davranışını arttırıp yaralanmalarına (16) ve yetersiz beslenmelerinin onları arama davranışına yani gagalama ve keşif davranışları göstermelerine neden olduğu ve böylece tüy çekme davranışını tetiklediği (17) ortaya konmuş, söz konusu çalışmalarda kısıtlı bir alanda tutulan yumurtacı tavuklarda ölüm oranı, tüy kaybı, saldırganlık ve sinirlilik durumlarının fazla olduğu ifade edilmiştir. Bu bilgilerden hareketle kanibalizmin “doğuştan” gelen bir tavuk “alışkanlığı” olduğunu doğrulayacak bir şey görülmediğini ve kanibalizmin tamamen “insan” faktörüne bağlı olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür.

KAFES

blank

Tavuk artık bir canlı olarak değil Ruth Harrison’un yıllar öncesinden dile getirdiği gibi, ne kadar yumurta vereceği, hangi ışıkta, hangi kafeste, hangi yemle besleneceği, gagasının ne zaman kesileceği, ne zaman sürüden “ayrılacağı” gibi birçok husus kullanım kılavuzlarında belirtilen bir “makinedir.” Doküman, damızlık konusunda dışa bağımlı olduğumuzu ifade etse de, yerli yumurtacı genotip çalışmalarının sürdürüldüğünü aktarır. Bu çalışmalar neticesinde “Atak”, “Atak-S” ve “Atabey” isimleriyle tescillendiği (18) duyurulan yerli yumurtacı tavuğun özellikleri “sakin mizaçlı, kötü çevre şartlarına dayanıklı, yemi değerlendirme yeteneği iyi, siyah tüylü, kahverengi göğüs ve gerdanlı” olarak sıralanmıştır. “Kötü çevre şartlarına dayanıklı” ifadesinin bir makineyi işaret ettiğini söylemek mümkündür. Örneğin klimanızı -15 derecenin altında çalıştırmayınız gibi…

“Bir bakıma, biz tavuk üretmiyoruz. Yemek üretiyoruz. Tamamen mekanik. Yani çiftliklerden bize gelen tavuklar üç aşağı beş yukarı aynı boyda olmalı. Bu yoğun gıda üretiminin başarısı küçük bir alanda çok ucuza çok fazla ürün yetiştiriyor olması.” (filmden)

Ülkemizdeki bütün ticari yumurta sürülerinin yaklaşık %70-80’nin kafeslerde yetiştirildiğini ve kafeslerin diğer sistemlere göre çok avantajlı olduğunu ifade eden doküman, tavukların 14. haftaya kadar 232, 18. haftaya kadar 290 ve 18. haftadan sonra 387 cm2 alanda bulundurulmasını söyleyerek kafes standartlarını ortaya koymuştur. Günümüzde yumurta tavukçuluğunun yapıldığı batarya tipi denilen geleneksel kafeslerde (19) tavuklar yürüyemez, yeri eşeleyemez, toz banyosu yapamaz, yuva yapamaz ve kanatlarını açamazlar. Ayrıca doğal davranışlarını sergilemekten mahrum olmalarının yanı sıra hareketsizlik ayak ve bacak bozukluklarına ve kemik kırıklarına yol açar. Bir yazıda “peki, kafes sisteminin hiç mi sakıncası yok” sorusuna “elbette var, pahalı bir sistem” yanıtı, pahalı bir sistemin neye kıyasla olduğunu anlarız… Tabii ki tavuğa…

“Yumurtalarımızı üreten tavuklar işte böyle yaşıyor ve ölüyor. Erken ölenler belki daha şanslı, çünkü daha dayanıklı arkadaşlarının da birkaç ay daha sıkış tepiş kafeslerde sıkıntı çekmek dışında bir kazançları olmuyor. Üretkenlikleri azalmaya başlayana kadar yumurtluyorlar, sonra da kesimevine gönderiliyor ve tavuklu çörek ya da çorba oluyorlar; çünkü bu durumdaki tavuklardan başka bir şey yapılamıyor.” (Jonathan Safran Foer, Hayvan Yemek)

Pollan “düzinesi yetmiş beş sente satılan” bu yumurtaların üretilmesi için zorlanan tavukların durumu için “ve baktığınız zaman gördüğünüz şey zulümdür” diyerek kafeslerdeki yaşamı özetlemiştir. Birim alandan daha yüksek verim almayı hedefleyen bu kafeslerde tavuk başına düşen alan yaklaşık bir A4 kâğıt büyüklüğündedir. Evinizin banyosunda üç kişi ile birlikte yaşadığınızı ve altı yıl sonra da ölüme gönderildiğinizi hayal ederseniz bu “büyüklüğü” ve bu durumun “doğal” olup olmadığını anlayabilirsiniz.

“Bu hayvanların çilesi azalmıyor. Bu onların yaşam şekli, batarya kafesleri denen bir yere tıkıştırılmış olarak yaşıyorlar. Kalabalık kanatlarını açmalarını engelliyor ve bu tavuklar en basit doğal dürtülerini bile gerçekleştiremiyor.” (Earthlings)

1970’li yıllardan itibaren geleneksel kafeslerin olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak ve hayvan refahını iyileştirmek için zenginleştirilmiş kafesler geliştirilmeye başlanmıştır. Zenginleştirilmiş kafes, geleneksel kafeslerden farklı olarak tünek, tırnak törpüsü, folluk ve kum banyosu özelliklerini içeren ve tavukların gezinebildikleri alanı da kapsayan daha geniş kafes demektir. AB komisyonu tarafından 1999 yılında çıkarılan yönetmelikle geleneksel kafeslerin kullanımı 2012’den itibaren yasaklanarak yumurta üretiminde tamamen zenginleştirilmiş kafes sitemine geçilmiştir. Ülkemizde de 2014 tarihli “Yumurtacı Tavukların Korunması İle İlgili Asgari Standartlara İlişkin Yönetmelik” uyarınca yeni kurulacak tesislerde hayvan refahını dikkate alan ve AB’ye uyum kapsamında öngörülen zenginleştirilmiş kafeslerin kullanımı zorunlu hale getirilmiş, halen kurulu tesislere ise zenginleştirilmiş kafeslere geçmek üzere 2023 yılına dek ek süre verilmiştir.

Zenginleştirilmiş kafes sisteminde yetiştirilen tavukların iskelet gelişiminin, geleneksel kafes sistemine göre daha iyi olduğu, anormal davranışlara daha az rastlandığı, tavuklarda korku ve saldırganlık davranışları ile tüy dökülmesinin azaldığı, kemik mineral yoğunluğunun da artması nedeniyle tavuk sağlığını iyileştiği (20) görülmüş ve tavuklara tüneyebilecekleri tünekler, eşeleyebilecekleri samanlar ve yuva yapabilecekleri kutular sağlandığında gagalamaların ve tüy kayıplarının geleneksel kafeslerdekinden daha az olduğu ortaya konmuştur.

Geleneksel kafeslerin, zenginleştirilmiş veya diğer alternatif sistemlere dönüşümünün bir maliyete sebep olmasından hareketle mevcut işletmelerin kafes sistemleri dönüşümünü hayli yavaş gerçekleştirmekte ve geçiş sürecinde bambaşka bir yöntemin kullanıldığı araştırmalara yansımıştır. Folluk, tırnak aşındırıcı ve tünek gibi ekipmanların zenginleştirilmiş kafes sistemlerinden çıkarıldığı ve Yönetmelikte öngörülen hayvan başına minimum kafes taban alanı sınırının da altında yaşam alanı oluşturacak şekilde kalabalık hayvan yerleştirilerek üretim yapıldığı (21) ortaya konmuştur. Yönetmeliğin etrafından dolaşarak, bu şekilde kullanılan kafesler için tercih edilen “zenginleştirilebilir kafes” ifadesi kullanılmasının “nasıl olsa AB’ye üye olmayız ve bildiğimiz gibi devam ederiz zihniyetini” yansıttığını düşünüyorum. Ülkemizdeki mevzuat çalışmaları dünyadaki gelişmelere uygun olarak geliştirilmeye çalışılmasına karşın denetim, kontrol ve yaptırımlar yetersiz olduğu için hedeflenen başarının gerisinde kalındığı (22) çeşitli araştırmalarda dile getirilmiştir.

“Artık tavuk değil gıda yetiştiriliyor ve o yüzden de kâr edilmesini önleyecek hiçbir şey önemsenmiyor.” (filmden)

Günümüzde endüstriyel yumurta tavukçuluğu işletmelerinde “tam çevre denetimli” kümeslerin artmasıyla birlikte insan iş gücü yükü azalmış ve otomasyon-mekanizasyon sistemlerinin kullanımını yaygın hale getirmiştir. Yapılan bir araştırmada ortalama hissedilen sıcaklık değerleri termal konfor (18-24 °C) aralığında seyretmesine rağmen, kümesin içerisindeki her hayvan için aynı şartların sağlanamadığını ortaya koymuştur. (23) Bu araştırma kümes içerisinde hissedilen sıcaklık değerlerinin çok geniş bir varyasyon göstermesinin “tam çevre denetimli” kümeslerin yapılış amacı ile çeliştiğini iddia etmektedir. “Tam çevre denetimli” kümeslerin tavukların hava değişimlerinden etkilenmeyecek kadar izole ve kümes içi çevre koşullarını her hayvan için aynı kılan bir yapı amacı güdülerek inşa edilmesine karşın kafes performanslarının istenen düzeyde olmadığı anlaşılmıştır. Singer, “Hayvan Özgürleşmesi” kitabında “modern bir tavukçunun yaptığı tek iş ölü kuşları kümesten çıkarmak çünkü piliçlerin sağlık durumlarıyla tek tek ilgilenmek yerine birkaç piliç kaybetmek daha ucuza geliyor” diyerek zaten işin “mantığını” izah etmeyi başarmıştır.

DİLİN MEŞRULAŞTIRICI GÜCÜ VE SONUÇ

Kafeste yapılan yumurta tavukçuluğunda;
a) birim kümes alanına konan tavuk sayısının diğer kümeslerden daha fazla olması,
b) tavukların fazla dolaşıp enerji kaybetmedikleri için yemden yararlanma oranının yüksek olması,
c) tavuklar ayak altında dolaşmadıkları için bakımlarının daha kolay olması,
ç) kötü ve düşük verimli tavukların ayrılmasının daha kolay olması,
d) kendi yumurtasını yiyen tavukların kolayca ayıklanması gibi etkenler sözkonusu dokümanda avantaj olarak sıralanmıştır.

blankDilin gerçek bir bilinç, “bilincin de en başından beri toplumsal bir ürün olduğu ve insanlar var oldukça da toplumsal bir ürün olarak kalacağını” söyleyen Marx’tan hareketle, insan kendi icadı olan dili kullanarak kendisinin mükemmel ve üstün olduğunu gösterirken, hayvanı ise öteki uca yerleştirir. Böylece insan ve hayvan arasındaki iktidar ilişkileri dil vasıtasıyla inşa edilir. Tavukların kımıldayamaz hale getirilmesini aslında hiç olmayan kümeslerle kıyaslanması, “işin” asli unsuru olan tavukların “ayak altında” dolaşmamaları, düşük verimli tavukların “ayrılması” ve kendi yumurtasını yiyen tavukların “ayıklanması” veya 76 haftalık tavukların “verim dışı bırakılması” gibi ifadelerin, türcülüğü ve endüstri uygulamalarını meşrulaştırmak için kullanıldığı ve kendi “dilini” oluşturduğu görülmektedir.

Çoğu insan sınai çiftliklerde uygulanan zulmün az çok farkında olsa da kafeslerin bu kadar küçük olduğunu ve bu denli vahşet içerdiğini bilmediğini söyleyen Foer, kendisinin de yemekten veya ışıktan yoksun bırakmayı daha önce hiç duymadığından söz ederek “bildiğimiz yumurtalardan bir daha asla yemek istemedim” diyerek ironiyle “İyi ki serbest gezenler var, değil mi?” diye sorar. Kafeslerden ibaret sözde çiftliklerde gün ışığından, temiz havadan, topraktan, esintiden, yağmurdan, kokudan, sesten kısaca doğadan mahrum bırakılan ve korku içinde yetiştirilerek insanın zevkleri için sömürülen hayvanlar, kültür endüstrisi yoluyla insanın bakışından kaçırılır. Kültür endüstrisi hayvanlara zulmü örtbas ederken zaten ikna edilmeyi bekleyen seyirci de her şeyi kabullenir ve hızla gündelik yaşamına döner. Kendisine gösterilenlere baktıkça “İyi” der, “çiftliklerde ineklere iyi bakılıyor, tavuklar gezebiliyor ve domuzların da keyfi yerinde.” Ve Foer’in deyişiyle ekler: “İyi ki serbest gezenler var.”

Filmde yer alan “Endüstriyel yemek sistemi artık gürültülü, pis kokulu, insanı pek sevmeyen bir yer oldu. Öyle ki fabrika sahipleri, kimseyi orada istemiyor” sözleriyle uyumlu olarak dokümanda da “Kümeslere yabancı kişi ve ziyaretçilerin girmesine engel olunmalı, eğer veteriner hekim, ziraat mühendisi gibi teknik elemanların kümese girmesi gerekiyorsa onlarında yukarıdaki hijyen kurallarına uyması sağlanmalıdır” ibaresine yer verilmesinin manidar olduğunu düşünüyorum. “Yabancı kişi ve ziyaretçi” konusunu anlamış olsak bile zaten “kümeslerin” asli unsuru olması gereken “veteriner hekimlerin” bile kümese “gerekmedikçe” girmemesinin vurgulanmasının şaşırtıcı olduğunu söylemeliyim.

“İnsanlar kötü gerçeği görürlerse gıda endüstrisi itibarını ve güvenilirliğini kaybetmiş olur. Yemeği olabildiğince ucuza almak istiyoruz. Ama bunun maliyetini göremiyoruz. Gıda sanayisinin, ucuz yemek hayalini bize yutturmasına izin verdik. Gerçekte ise bu yemek çok ama çok pahalı. Tabii, çevresel sonuçları, toplumsal sonuçları, sağlığı da eklersek. Endüstrinin yemeği, kötü bir çeşit yemek. Fiyatı kötü, üretimi kötü. İşlenmesi kötü. Endüstrinin size sattığı yemeğin her şeyi kötü.” (filmden)

Avrupa Birliği vatandaşları ile yapılan bir araştırmada, insanların yaklaşık yüzde 90’ının çiftlik hayvanlarının refahı hakkında bilgilerinin yetersiz olmasına karşın hayvanların “acıları” karşısında sorumlu hissetmek istemedikleri için mevcut bilgiden kaçındıkları, dolayısıyla “gönüllü cehalete” razı oldukları ortaya konmuştur. Ülkemizde yapılan bir araştırmada da kafes yetiştiriciliği hakkında insanların %53’ü “hiç bilgim yok”, %37’i “az şey biliyorum” %10’u “çok şey biliyorum” cevabını vermişlerdir. (24) Aynı araştırmada yumurta satın alırken hayvan refahı ve yetiştirme yöntemlerini dikkate almayan tüketicilerin %40’ı “organik ürünler için fazladan ücret öder misiniz” sorusuna “hayır” yanıtı vermiştir. Oysa “fiyat farkı olmadığında hangi yumurtaları tercih edersiniz” sorusuna %53 köy yumurtası, %37 organik yumurta, %10 serbest tavuk yumurtası yanıtının verilmiş olmasının ve hâlihazırda satın aldıkları “kafes yumurtasının” hiç tercih edilmemesinin ikiyüzlülükten başka bir şey olmadığını söylemek istiyorum. Hayvanların haklarının korunması ve refahı mücadelesi bütün insanlar tarafından yürütülmesi gereken topyekün bir mücadeledir ve bu konuda yalnızca “üreticileri” suçlamak (25) işin kolayına kaçmaktır çünkü birilerinin yemesi için birilerinin yetiştiriyor olması gerekiyor, değil mi?

Öteki Sinema için yazan: Salim Olcay

DİPNOTLAR

(1) bbc.com/turkce/haberler-dunya-38635837

(2) vesaire.org/tavuk-nugget-nasil-cagimizin-gercek-simgesi-oldu

(3) youtu.be/kJaoRQQtC7A

(4) tbmm.gov.tr/d27/2/2-2985.pdf

(5) youtu.be/7uw5c5kSVr4

(6) bbc.com/turkce/haberler-dunya-51292541

(7) imdb.com/title/tt5773402

(8) tarimorman.gov.tr/HAYGEM/Belgeler/YumurtaTavukculugu.pdf

(9) youtu.be/Dd4BySGtvUY

(10) Sibel Ertop, İzmir İli ve Çevresinde Alternatif Yumurta Üretim Sistemlerinin Menajman, Tavuk Refahı ve Yumurta Kalite Özellikleri Açısından Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi.

(11) Zeynep Yardım, Zenginleştirilmiş Ve Konvansiyonel Kafeslerde Farklı Yerleşim Sıklığı Uygulamasının İki Ticari Yumurtacı Hibritin Performansına, Yumurta Kalitesi Özelliklerine Ve Refah Düzeyine Etkisi, Doktora Tezi.

(12) Kadir Erensoy, Tam Çevre Denetimli Yumurtlama Kümesinde Kümes İçi Çevre İle Performans Özellikleri Arasındaki İlişkiler, Yüksek Lisans Tezi.

(13) Zeynep Yardım, Zenginleştirilmiş Ve Konvansiyonel Kafeslerde Farklı Yerleşim Sıklığı Uygulamasının İki Ticari Yumurtacı Hibritin Performansına, Yumurta Kalitesi Özelliklerine Ve Refah Düzeyine Etkisi, Doktora Tezi.

(14) Peter Singer, Hayvan Özgürleşmesi, Çev. Hayrullah Doğan, Ayrıntı Yayınları.

(15) Mehmet Keten, Yoğunluk Stresi Uygulanan Yumurta Tavuklarında Keten Tohumu Ve Ayçiçek Yağının Performans, İmmun ve Antioksidan Savunma Sistemine Etkileri, Doktora Tezi.

(16) Gülsüm Tünaydın, Zenginleştirilmiş Kafeste Yetiştirilen Yumurtacılarda Farklı Aydınlatma Tipi (Işık Yayan Diyot Ve Kompakt Floresan) Ve Kafes Katının Performans, Yumurta Kalite Ve Bazı Refah Parametreleri Üzerine Etkileri, Yüksek Lisans Tezi.

(17) Mehmet Keten, a.g.e.

(18) resmigazete.gov.tr/eskiler/2006/04/20060422-19.htm

(19) youtu.be/AHiHJhqAvF0

(20) Zeynep Yardım, a.g.e.

(21) Sema Kaba, Yumurtacı Tavuklarda Genotip Ve Barındırma Tipinin Refah Parametrelerine Etkisi, Yüksek Lisans Tezi.

(22) Sibel Ertop, a.g.e.

(23) Kadir Erensoy, a.g.e.

(24) Sibel Ertop, a.g.e.

(25) peta.org/features/egg-industry-cruelty

blank

Salim Olcay

1979 yılında İzmir'de doğdu. Yeşilçam etkisiyle başladığı sinema yolculuğunda bir ara Hollywood etkisine girmişse de, çabuk kurtuldu. Sanat toplum içindir diye düşünür ve yeni nesil Türk yönetmenlerini gönülden destekler.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Electric Boogaloo: The Wild, Untold Story of Cannon Films (2014)

Electric Boogaloo, zamanında Cannon Films’e gönlünü kaptırmış her izleyiciyi tavlayacak
blank

La Commune, Paris 1871 (2000)

La Commune, Fransa tarihi açısından öneminin yanı sıra yakın zamanda